Her Şartta İkram ve İnfak Etmenin Fazileti
Her şartta ikram ve infak etmenin fazileti ve önemi nedir? Sahabeden ikram ve infak hasletlerine güzel örnekler…
Ham nefis, cimri ve açgözlüdür.
Mutmainne seviyesine ulaşan gönül ise; «bezl / ne varsa vermek, Allah rızâsına kavuşmak için infâk etmek» makamına ulaşır. Yani dâimâ ikrâm eder, ihsân eder. İkrâm ederek sevinir, doyurmakla doyar. Hidâyetlere vesile olmakla huzur duyar.
Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; Mekke’nin fethinden sonra, Huneyn ganîmetlerini taksim ederken, yeni müslüman olmuş kişilere devâsâ ikramlarda bulundu. Hâlbuki o müşrikler, muhasara günlerinde müslümanlara bir lokma vermemişlerdi.
Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Safvan bin Ümeyye, müslüman olmadığı hâlde Huneyn ve Tâif gazâlarında, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yanında bulunmuştu.
Cîrâne’de toplanan ganîmet mallarını gezerken Safvan’ın buradaki sürülerin bir kısmına büyük bir hayranlık içinde baktığını gören Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“–Pek mi hoşuna gitti?” diye sordu.
“–Evet.” cevabını alınca da;
“–Al hepsi senin olsun!” buyurdu.
Bunun üzerine Safvan kendisini tutamayarak;
“–Peygamber kalbinden başka hiçbir kalp bu derece cömert olamaz.” diyerek şahâdet getirdi ve müslüman oldu. (Vâkıdî, II, 854-855)
Kâ‘bına varılmaz bir af hâdisesi de şudur:
Âişe Vâlidemiz’e büyük bir iftira atılmıştı. Bu iftira çok büyük bir günah, çok ağır bir zulümdür. Zira Hazret-i Âişe’nin mâsûmiyetini îlân eden âyetler arasında tekrar tekrar şu ihtar beyan buyurulmuştur:
“Eğer dünyada ve âhirette Allâh’ın lütuf ve merhameti üstünüzde olmasaydı, içine daldığınız bu iftiradan dolayı size mutlaka büyük bir azap isabet ederdi.” (en-Nûr, 10; 20)
Böyle ağır bir bühtâna karışanlar arasında Mıstah isimli bir kimse de vardı. Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- bu kişiye sürekli sadaka verir, yardımda bulunurdu. Bu iftiraya onun da karıştığını görünce;
“–Bir daha ona sadaka vermeyeceğim!” diye yemin etti. Yardım kesilince Mıstah ve ailesi perişan hâle düştüler.
Bunun üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu:
“İçinizden fazîletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler, bağışlasınlar, ferâgat göstersinler.
Allâh’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” (en-Nûr, 22)
Bu âyetin nüzûlünden sonra Ebûbekir -radıyallâhu anh-;
“–Elbette Allâh’ın beni bağışlamasını arzu ederim!” dedi. Ardından yemin keffâreti vererek, yapmış olduğu hayra devam etti. (Buhârî, Meğâzî, 34; Müslim, Tevbe, 56; Taberî, Tefsîr, II, 546)
İkram sadece maddiyatla değildir.
Herkes sahip olduğundan ikrâm eder.
Meselâ;
- Ehl-i hizmet, emeğinden ve gücünden ikrâm eder.
- Âlimler, ilminden ve zamanından ikramda bulunur.
- Şehidler, Allah yolunda kanlarını ve canlarını bezleder.
Rasûlullah Efendimiz’in hâli, umûmî ve şâmil bir merhamet idi. Ümmetinin de birer rahmet insanı olmasını arzu ederdi. Efendimiz’in engin merhametinden bir misal:
Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Uzun kılma arzusuyla namaza başlarım. Ancak o esnada küçük bir çocuğun ağladığını işitirim. Onun ağlamasından annesinin hissedeceği üzüntünün şiddetini bildiğim için hemen namazı kısaltırım, hafifletirim.” (Buhârî, Ezân, 65; Müslim, Salât, 192)
İbâdette dahî merhamet!..