Her Şey Bir Gâye İle Yaratıldı!
Düşünecek olursak, şu gördüğümüz âlemde her şey değişiyor. Bir sûretten diğer bir sûrete geçiyor. Meselâ nutfe alekaya, aleka mudğaya, mudğa et ve kemiğe dönüşüyor. Bu tür tahavvülât/değişim, yıldızlarda, gezegenlerde, madenlerde, bitkilerde, yani her şeyde oluyor.
Atomun içinde muazzam bir hareket var. Elektronlar çok ince bir hesapla ve akla hayâle sığmayacak bir hızla dönüyorlar. Çekirdek elemanları olan proton ve nötronlar ise, çok daha küçük bir hacme sıkıştıklarından, hızları da elektronlara nisbetle fevkalâde yüksektir. Öyle ki saniyede yaklaşık 60.000 kilometreyi aşan bir hızla dönerler.
AKLI HAYRETE DÜŞÜREN BİR DÜZEN
Bir milimetre kare kabul ettiğimiz bir toplu iğne başında yaklaşık 100 trilyon atom olduğunu hatırlarsak, kâinâttaki hareketleri idâre eden Yüce Zât’ın kudretini tam olarak anlamanın imkânsız olduğunu daha iyi idrâk ederiz.
İşte bütün bu hareket ve değişimin meydana gelmesi için hakîkî bir müessire ihtiyaç vardır. O da Hallâk-ı Müteâl olan Allah Teâlâ’dır. Zira aklı hayrete düşüren şu hârikulâde hâllerin herhangi bir müessir olmadan meydana gelmesi veya şuursuz bir fâilden zuhûr etmesi, kesinlikle mümkün değildir.
Bunları tefekkür ettiğimizde, eserden müessire intikal edebilmek için bir zerrenin bile kâfî olduğunu görürüz. Şâir bunu ne güzel ifâde eder:
Varlığın bilme ne hâcet küre-i âlem ile,
Yeter isbâtına halk ettiği bir zerre bile. (Şinâsî)
AYNI MADDEDEN FARKLI ESERLER VÜCUDA GELİYOR
Çevremizde gördüğümüz farklı varlıkların aslı hep aynıdır. Hepsi de maddeden vücûda gelmiştir. Farklı unsurlar hep aynı mâhiyetin parçalarıdır. Meselâ gök cisimleri de hep aynı maddeden meydana gelirler. Ancak her birinin kendine mahsus bir hüviyeti, vaziyeti, miktarı ve ömrü vardır. Bir kısmı soğuk, bir kısmı son derece sıcaktır…
Azot, karbon, oksijen, hidrojen gibi elementlerden bitkiler ve hayvanlar meydana geliyor. Hâlbuki bu maddelerle hayat arasında ve hele ilim, irâde, kudret, işitme, görme gibi sıfatlar arasında aslâ bir münâsebet yoktur.
İşte bütün bunlar, ilâhî sanat hârikalarıdır. Kâinâtta gördüğümüz bu kadar farklı ve mükemmel varlık, yüce kudret sahibi bir sanatkârın eseridir. Bu kadar sanat hârikasını meydana getiren bir varlığın sonradan olanlara benzemesi mümkün değildir. O, Vâcibu’l-Vücûd olan, yani varlığı zarûrî, kendinden ve ezelî olan Cenâb-ı Hak’tır.
HER ŞEY BİR GÂYE İLE YARATILMIŞ
Şu âlemde her şeyin bir hikmet ve fayda için yaratıldığı açıkça görülüyor.
- Güneş ve Ay’ın ışığıyla Dünya üzerindeki mahlûkât aydınlanıp neşv ü nemâ buluyor. Dünya ve Ay’ın Güneş etrafında dönmesiyle vakitler meydana geliyor. Yer’in dönüşüyle mevsimler, seneler, gün ve geceler; Ay’ın dönüşüyle aylar husûle geliyor.
- Devamlı teneffüs ettiğimiz hava, akciğere giderek kanı temizliyor. Vücûdumuzun her şeyden çok ona ihtiyacı olduğu için hava son derece kolay ve çok bulunuyor.
- Rüzgârlar bulutları sevk ederek ihtiyaç olan yere yağmur götürüyor. Yine rüzgârlar, bitkileri ve ağaçları aşılıyor, sıcaklığı ayarlıyor, havayı temizliyor…
- Aynı şekilde denizlerin faydaları da saymakla bitmez…
AKL-I SELİM SAHİBİ OLUP TEFEKKÜR ETMELİYİZ
Bütün bunların ve burada saymakla bitiremeyeceğimiz daha nice hususların, insan hayatındaki ehemmiyeti mâlûmdur. Dolayısıyla bunları ibret nazarıyla seyredip tefekkür eden bir insan şu neticeye varır ki, bütün eşyânın yaratılışında büyük bir hikmet ve gâye bulunmaktadır. Bunu tesâdüf olarak kabullenmek ise, akıl, iz’an ve insafın iptali demektir. Bunlar, ilim, hikmet, kudret ve azamet sahibi bir Zât’ın eseridir. O da Allah Teâlâ Hazretleri’dir.
Hâsılı akl-ı selîm sahibi olup da tefekkür eden bir insanın Rabb’ini bulması, O’na ve bu ilâhî ihtişam ve azamete hayran olması gâyet kolaydır. Bu, selîm aklın ve berrak bir vicdânın en tabiî neticesidir. Bir insan, kâinâtta ve kendisinde olup bitenleri hakkıyla tefekkür etse, kâfir ise îmâna kavuşur, mü’min ise îmânına seviye kazandırır; mârifet ve muhabbet basamaklarında yol almaya başlar.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslâm, Erkam Yayınları