Hesap Kitap İki Çocuğa Göre Yapılınca
Annesinin sözünü ikiletmeyen bir evladın Allah’a asi olunca başına gelen ibretlik hadise...
Bundan yıllar önce hayır dualarıyla yolcu etmişlerdi Hasan’ı Almanya’ya. Yıllardan beri bu köyde sönmeden tüten baba ocağı artık artan ihtiyaçlarını karşılamaya yetmiyordu. Gidenlerin yüklerini tuttukları, hallerini düzelttikleri haberleri geliyordu hep. Anası önceleri çok diretmiş ama sonunda gönülsüz de olsa razı olmuştu bu gurbet işine. Biricik oğlunu yaban ellere yolcu ettikten beri zayıf, çelimsiz elleri hep onun ardından hayır dualar etmek için kalkıyordu Yüce Dergaha.
O Almanya’dayken babası ömür sermayesini tüketmiş, hakiki aleme göçmüştü. Anası kasabadaki kızının yanında kalıyordu artık. Köyde aralıksız tüten ocak sönmüştü. Okula giden torununa yazdırdığı mektupları “Artık geri dön Hasanım” ifadeleri bitiriyordu.
O gün yine mektup gelmişti. Okunmaya başlamasıyla da Hacer Ananın kırışmış yanaklarından aşağıya doğru gözyaşları akmaya başladı. Nihayet arzuladığı müjdeyi duymuştu. Hasan dönüyordu. Hem de temelli, gitmemecesine dönüyordu. Çocuklar gibi sevindi Hacer Ana. Dua demetlerine sevinç gözyaşları da ekleyerek Rabbine şükürler etti. Biricik oğulcuğunun, gelininin ve hepsinden çok da, büyüğü beş, küçüğü üç yaşına basan torunlarına kavuşmanın sevincini şimdiden içinde duymaya başlamıştı bile.
“EVLENECEĞİM”
Seneler ne de çabuk geçiyor diye düşündü. “Evleneceğim” diye yazmıştı. Hasan bir mektubunda, bir sürü nasihatlarla doldurup gönderdiği mektubuna “evlendim” diye cevap gelmişti. Torununun doğum haberi ve sonra ikincisi, torunlarının renkli renkli resimleri geldikçe zamanla gelinini de kabullenmişti. “Alın yazısı böyleymiş oğlumun, elden ne gelir” diye avunuyordu.
SENELERİN VERDİĞİ HASRET
Fiyakalı bir kırmızı minibüsle gelmişti Hasan. Evin önüne yanaşınca yüklendi kornaya var gücüyle. Zaten tetikte bekleyen ev halkı heyecanla bahçeye koşuştular. Hacer Ana senelerin verdiği hasretle bastı oğlunu bağrına. Onca senenin hasretini çıkarırcasına sıkıyordu zayıflamış kollarını. Sarılma, koklaşma, hal hatır sorma faslı evin içinde de uzun süre devam etti.
Oldukça yükünü tutmuş olarak dönmüştü Hasan. Minibüsün içini bagajını boşaltmak için uzun süre evle araba arasında gidip gelmişlerdi. Küçümsenmeyecek bir servet yapmıştı. Ama bunların karşılığında da çok şeylerini vermişti. Hacer Ana günler geçtikçe oğluna itina ile nakşettiği bütün güzel hasletlerin onu terkettiğini buruk bir acıyla görüyor ve için için yanıyordu. .
“ANNE ONLAR DAHA KÜÇÜK SONRA ÖĞRENİRLER”
Torunlarıyla avunarak geçiriyordu günlerini. Onlara İslâm’ın esaslarından, oturup kalkma, yeme içme adabından bahsediyordu. “Anne onlar daha küçük sonra öğrenirler” demişti Hasan. O gün bahçede oturmuş tesbihini çekiyordu. “Ana seninle biraz konuşalım” diyerek yanına sokuldu oğluyla gelini. Lafı döndürüp dolaştırıp sadede getirdiler:
“Gelinin yine hamile ana” kırışıklarla kaplı yüzünde derinlere kaçmış gibi duran gözleri sevinçle parladı Hacer Ananın. Daha sevinci kelimelere aksetmeden, başından aşağı kaynar suları boşalttı oğlu:
-”Biz çocuk istemiyoruz artık ana. Aldıracağız.”
-”Tövbe de lan” dedi Hacer Ana oturduğu yerden diklenerek. “Allah’a asi olma, o nasıl söz öyle”
-”Öylesi böylesi bu işte ana. Kürtaj diyorlar. Hastanede ücretsiz yapıyorlar. Hem ben hesabımı kitabımı iki çocuğa göre yaptım. Gerisi işime yaramaz.”
Kızdı, bağırdı, bir sürü laf saydı:
-”Sana analık hakkımı, helal etmem. Bunu böylece koy kalın kafana” diyerek bahçe kapısını çarptı çıktı. Eskiden bu sözü anasından duydu mu Hasan için akan sular dururdu. Ama şimdi hesap kitap devri idi. İşini bilenlerin hüküm sürdüğü devirdi! Dünya nüfusu giderek artmaktaydı! Çok çocuk yaparak onları gelecekte açlık ve kıtlığa mahkum etmeye ne gerek vardı! Yaşlılar hala kendi devirlerindeki gibi sanıyorlardı her şeyi!
İki çocuğu evde bırakarak “Aile Planlama ve Çocuk Sağlığı Merkezi”ne yollandılar. İki saat sonra her şeyi bitirmiş olarak dönüyorlardı. Artık hanımı hiç hamile kalmayacaktı. Nasıl olsa yeni bir çocuğa ihtiyaçları yoktu. Ana rahminde insan olma yoluna giren iki aylık cenin ise küçük parçalar halinde çöp tenekesini boylamıştı.
Minibüsü bahçeye yanaştırdıklarında anası da çocuklar da görünürlerde yoktu. Eve daha önce giren karısının korkunç çığlığıyla Hasan da süratle eve daldı. Manzara ürpertici ve dehşet vericiydi. Küçük oğlu yarı çıplak ve kanlar içinde baygın vaziyette yerde yatmaktaydı. Büyükse korku ve dehşetten irileşmiş gözleriyle kardeşinin kanlarını silmeye çalışıyordu.
İKİ KARDEŞİN ACI SONU
Annesiyle babası çocukla uğraşırken açık kapıdan dışarıya süzüldü ve minibüsün altına saklandı. Evde canları sıkılınca kardeşiyle doktorculuk oynamaya karar vermişlerdi. Yakın bir zaman önce komşu çocukları sünnet olmuştu. Yanlarında bulunduğu için her şeyi görmüştü. Tıraş kutusundan bulduğu eski bir jiletle kardeşini yatırıp sünnet etmeye kalkmıştı. Şakadan yapayım derken kardeşinin eline çarpmasıyla olanlar olmuştu. Yiyeceği dayağı düşündükçe tekerleğin altına daha da sindi. Kapıdan süratle çıktı annesiyle babası. Kardeşi annesinin kucağındaydı. Babası aceleyle kapıları açtı. Minibüse yerleşmeleri, çalıştırması ve son hızla hareketleri bir an için olmuştu. Küçük Hakan tekerleğin altından çıkana kadar, tekerlek zayıf karnının üzerinden süratle geçmiş, oracıkta ruhunu teslim etmişti.
Aynı sokakta bir komşuda olan Hacer Ana arabanın süratle geri gidişini görünce telaşlanıp eve koştu. Açık olan bahçe kapısından içeriye girince torununun henüz daha sıcacık cesediyle karşılaştı. Hıçkırıklar düğümlendi boğazına “Yavrum, ne yaptılar sana” diyerek var gücüyle bağırıp üzerine kapandı. Onun feryadına komşular da koşuştular. Herkes birbirine “Nasıl olmuş” diye meraklı bakışlarla soruyordu.
Biraz sonra minibüs evin önünde yeniden durdu. Hasan gözlerinden yanaklarına süzülen yaşlarla küçük oğlunun cansız vücudunu kucaklayıp kalabalığa doğru yürüdü. Aşırı kan kaybından hastaneye yetişemeden ölmüştü Erhan. Herkes suskun ve şaşkındı. Bir Hasan’ın kucağına, bir Hacer Ananın kucağına kayıyordu dehşet ve üzüntü dolu bakışlar. Aniden bastıran yağmur gibi bastırmıştı felaket bulutu. Yavaşça yol açan kalabalığın arasından ananın kucağında cansız yatan büyük oğlunu gördü Hasan. “Yavrum” diye inledi. Kucağına baktı “Yavrularım” diye inleyerek olduğu yere yığıldı.
“Yanlış yaptın Hasan, yanlış hem de çok yanlış” diye gözyaşları arasında mırıldanıyordu Hacer Ana.
Kaynak: Adil Coşkun, Altınoluk Dergisi, 1986 - Ekim, Sayı: 8