Hicaz Demiryolu Hangi Padişah Döneminde Yapıldı?

Yazar Bahadır Yenişehirlioğlu, Osman Nuri Topbaş’ın kaleme aldığı Tarihe Yolculuk eserinden “Mukaddes Hat ve Behice Sultan” kesitlerini seslendiriyor. Erkam Tv hesabına abone olarak video serisini takip edebilirsiniz…

MUKADDES HAT

Burada Sultân’ın gözleri doldu. “Mukaddes Hat” projesinin tatbîkâta konulduğu günleri hatırladı. Bu yolun, bütün zorluklarına rağmen sadece Müslümanların parasıyla yapılmasını istemişti. Onun için hiçbir Hıristiyan devletten sermaye kabul etmedi ve ilk teberrûyu büyük bir meblâğ ile bizzat kendi yaparak Müslümanlara örnek oldu. Hakîkaten de bu asil davranış kalblerde mâkes bularak Pasifik adalarında yaşayan fakir insanlardan dahî yardımlar gelmeye başladı.[1]

Hint Müslümanlarının yaptıkları fedâkârlıkların haddi-hesâbı yoktu. Osmanlı için yardım sandıkları açılmış, herkes ellerinde ne varsa buraya yetiştiriyordu. Genç kızlar çeyizliklerini, öğrenciler harçlıklarını, velhâsıl herkes ne imkânı varsa buraya taşımaktaydı. O topraklar o zamanlar İngiliz hâkimiyetindeydi. Gelişmeleri tâkip eden bir İngiliz, şöyle kayıt düşmüştü:

“Herkes elindeki her şeyi Osmanlı’ya yardım için getirip bırakıyordu. Bir ara kalabalık telâşlandı, bir hareketlilik görüldü. Kucağında bebek bulunan fakir bir kadın can havliyle sağa sola koşuşturuyor; «Yok mudur bir hayırsever, Allâh rızası için bu çocuğumu satın alsın, bedelini Osmanlı’ya göndereyim.» diyordu. Herkes şaşkın, herkes perişandı. Yürekler parçalanmıştı sanki. Aynı derdi paylaşmanın bu derecesi mümkün müydü? Neyse ki bir hayır sâhibi çıktı ve kadın adına istediği meblâğı yardım sandığına, çocuğu da annesine bıraktı.”[2]

Pâdişah artık gözyaşlarına hâkim olamamıştı. Oradaki herkes ağlıyordu…

Koca Sultan, vatana, millete, ilme ve medeniyete yaptığı bazı hizmetlerinden de bahsetti. “Bunları övünmek için değil, sizlere örnek olsun diye ve tahdîs-i nîmet kabîlinden söylüyorum.” dedikten sonra sözünü şöyle bağladı:

“Kısacası ömrüm boyunca dünyâ saltanatı değil, âhiret saltanatı için çalıştım. Çünkü dünyâ saltanat ve debdebesine kapılanlar, târih boyu hep hüsrâna uğramışlardır. Nitekim sarayların debdebeleri ile harâbat yerlerin üzerine doğan güneş aynı güneştir. Dünyevî debdebeye râm olanlar, dâimâ târihin çöplüğünde kaybolmuşlardır. Arkalarından ne semâ ağlamıştır, ne de gönüller. Buna mukâbil âhiret saâdetine râm olanlar, hem târihin altın tahtına kurulmuşlar hem de arkalarında hayırlı bir nâm ve nice şerefli hâtıralar bırakmışlardır…

Haydi evlâdım! Yolun îman parıltılarıyla münevver alnın gibi açık olsun!..”

Sultan Abdülhamid Hân’ın bu son sözünden sonra Târih Baba’yla birlikte huzurdan ayrılan genç, yeni vâkıf olduğu derin hakîkatlerle tefekkür âleminde hayli mesafe almış, artık kuru kuruya bir hüzün okyanusunda boğulmaktan kurtulmuştu.

BEHİCE SULTAN

Gencin zihni, daha önce hiç rastlamadığı bir akıl, idrâk ve firâsette gördüğü II. Abdülhamid Han’da kalmıştı. İbret için onu biraz daha tanımak istiyordu. Bu fikrini Târih Baba’ya açtığında, birlikte II. Abdülhamid Hân’ın zevcesi Behice Sultan’a gittiler. Yıllarca gurbet hayâtı yaşayıp bin bir çile ve ıztırapla yoğrulan bu cefâkâr hanımefendi, onları büyük bir incelik ve zarâfetle karşıladı. Söz eski günlere geldiğinde şunları söyledi:

“Sultan Abdülhamid Han, haramlardan son derece sakınırdı. İki eli kanda olsa, namaz vaktini geçirmez, evvel vaktinde namazını kılar, günlük vazîfesi olan Delâil-i Hayrât’ı okur, tesbihlerini çekerdi.

Küçük yaşta Arapça tahsiline başlamış, ilk öğrendiği lisan, Arapça olmuştur. Birçok Kur’ân-ı Kerîm ilimlerini, en fazla da tefsir ilmini okumuştur. Âyet-i kerîmeleri bazen okur ve îzâh ederdi...

Sarayda namaz kılmayan kimse yoktu. İstisnâsız herkes namaz kılardı. Dili dönmeyen bazı yabancılar hizmete gelince, hiç olmazsa namaz kılacak kadar sûreleri, İslâm dîninin esaslarını ezberlemek mecbûriyetindeydi.

Cennetmekân, yattığı odada Kur’ân-ı Kerîm bulundurmazdı. Kur’ân’ın olduğu yerde ayaklarını uzatıp yatamazdı...

Cennetmekânın başı ucunda bir tuğlası bulunurdu. Onu hiç yanından eksik etmezdi. Uykudan uyanınca hemen teyemmüm eder, ondan sonra musluğa kadar gider, abdestini alırdı. Abdestsiz yere basmazdı.

Her gün muhakkak yedi defa Yâsîn-i Şerîf okurdu. Zâten ezberindeydi. Kendisine bir şey söylendiğinde eğer cevap veremiyorsa, muhakkak okumakla meşguldü. Durak başında durur ve cevap verirdi...

Günlük evrâd-ı şerîflerini muhakkak okur, bir gün tehir etmezdi. Devrinin kutbu olduğu söylenirdi. Bazen öyle olurdu ki, sarayda olduğu muhakkak olmasına rağmen, her yerde aransa bulunamazdı...

Yunan harbi olduğu zaman hiç uyuyamadı. Sabaha kadar elinde haritalar, «Askerim şu saatte burada, bu saatte burada olması lâzım.» derdi. Her saat başı haber alır ve devamlı duâ ile, niyâz ile meşgul olurdu. Son derece merhametliydi. Hayâtına kastedenleri, en büyük cezâ olarak sürgün eder, lâkin maaşlarını da beraber gönderirdi...

Hicaz ve Bağdad demiryolu yapılırken herkes elinde olan zâtî malını verirdi. Bunların arasında ben de elimde ne varsa vermiştim. Bir madalya vermişlerdi. Sonradan saray basıldığı zaman onu da çaldılar. Bir şey bırakmadılar.”[3]

Behice Sultan, o günlere âit daha pek çok şeyler anlattı. Nihâyetinde içini çekerek:

“–Darmadağın olduk!” deyince ortalığı kesif bir hüzün havası kapladı.

Onu daha fazla üzmemek için müsâade istediler. Oradan II. Abdülhamid Hân’ın kızı Şâdiye Sultan’a gittiler.

Dipnotlar:

[1] Joan Haslip, Bilinmeyen Taraflarıyla Abdülhamid, İstanbul 1964, s. 256. [2] Hindistan Arşivi, H. Pol, Ekim 1913; Azmi Özcan, Pan-İslamizm, İstanbul 1992, s. 218. [3] Târih ve Düşünce, Aralık-Ocak-Şubat 2005, sayı: 55, s. 40-41.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Tarihe Yolculuk, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

SULTAN 2. ABDÜLHAMİT KİMDİR?

Sultan 2. Abdülhamit Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.