Hicaz Dışında İki Önemli Ziyaret Yeri

İslam Tarihi

Hicaz dışında Müslümanlarca kutsal sayılan önemli iki ziyaret yeri.

Hicaz dışında kalan iki önemli ziyaret yeri.

MESCİD-İ AKSÂ (BEYTÜL MAKDİS)

Kudüs’te eski Süleyman Mabedi’nin bulunduğu yerde inşa edilen mescidin adıdır. O dönemde onun ötesinde başka bir mescit bulunmadığı için, Kur’an’da buna; “En uzak mescit” (Mescid-i Aksa) adı verilmiş, hicretten onyedi ay kadar önce vuku bulan Mirac yürüyüşünde, Hz. Muhammed’in Mescid-i Haram’dan, Mescid-i Aksa’ya kadar gece yolculuğu yaptığı bildirilmiştir.[1]

Bu mescide, “İliya” veya günahlardan temizlenme yeri anlamında “Beyt-i Makdis” veya “Beyt-i Mukaddes” de denilmiştir. Mirac’la ilgili hadislerde şöyle buyurulur: “Burak’a bindim Beyt-i Makdis’e gittim.” [2] “Kureyş beni Mirac konusunda yalanlayınca, Hicr’de kalktım. Allah bana Beyt-i Makdis’i gösterdi, onlara, ona bakarak Allah’ın âyetlerini haber vermeye başladım.” [3] “Allah Arîş ile Fırat arasına bereket vermiş ve özellikle Filistin’i kutsal kılmıştır.” [4]

Yeryüzünde Mescid-i Haram’dan sonra yapılan en eski mescitlerden birisi de Mescid-i Aksa’dır. Yapımına Dâvud (a.s) başlamış ve oğlu Süleyman (a.s) tarafından tamamlanmıştır.[5] Abdullah İbn Amr’dan nakledildiğine göre, Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Dâvud oğlu Süleyman Beytü’l-Makdis’in yapımını bitirdikten sonra, Cenâb-ı Hak’tan üç dilekte bulunmuştu: a) Kendisinden sonra hiçbir kimseye nasip olmayacak bir mülk ve saltanat vermesini, b) Allah’ın hükmüne uygun hükmetme gücü vermesini, c) Bu mescide sadece namaz kılmak niyetiyle gelenlerin, oradan analarından doğdukları gündeki gibi günahlarından temizlenmiş olarak çıkmalarını.”Hz. Peygamber, hadisin devamında şöyle buyurmuştur:“Allah ona ilk iki istediğini vermiştir. Üçüncüsünü de vermiş olmasını umarım.” [6]

Mescid-i Aksa, hicretin 16. ayına kadar müslümanların kıblesi idi. Hz. Peygamber’in yolculuk yaparak ziyaretine izin verdiği üç mescitten birisidir. Hz. Ömer döneminde Kudüs fethedilince, oraya giden halîfe bir gece vakti Beyt-i Makdis’e girdi, orada bütün gece namaz kıldı. Sabah olunca da ezan okutarak cemaat ile namaz kıldı. Bundan sonra Ömer (r.a), Kâbü’l-Ahbâr’ı çağırarak müslüman mescidinin nereye yapılabileceğini sordu. Kâb, es-Sahrâ (kaya)’ya işaret etti ve bunun kıble olmasını istedi. Hz. Ömer ona, müslümanların kıblesinin Kâbe olduğunu hatırlattı. Fakat Beyt-i Makdis’in, kutsal hatırasına da bir mescit yaptırdı ve kıblesini Kâbe tarafı olarak belirledi. Burası daha sonra Kubbetü’s-Sahrâ’nın yeri oldu.

Kubbetü’s-Sahrâ, depremlerden zarar görmüş ve birçok kez tamir edilmiştir. Burası, dört yandan merdivenlerle çıkılan geniş bir seddin ortasında, sekiz köşeli ve yüksek kubbeli bir bina idi. Dördü merdivenlere açılan sekiz kapısı vardı. İçeride kubbe’nin altında sahra (kaya) durmaktaydı.

İşte Mescid-i Aksa, Kubbetü’s-Sahrâ’nın ibadet yapılan bir bölümünü oluşturur. Günümüzde Mescid-i Aksa deyince; İslâm kaynaklarında Halîfe Abdülmelik’ten, Osmanlı Padişahı Kanunî Sultan Süleyman’a kadar gelip geçen pek çok halîfe ve padişahlar tarafından burada inşa edilip bırakılmış, Kubbetü’s-Sahrâ, mezar, türbe, tekke, zaviye ve sebil gibi dini amaçla yapılmış yapıları içine alan, yaklaşık 150 dönüm kadar bir arazi üzerine serpiştirilmiş binalar topluluğu anlaşılır. Dar anlamda Mescid-i Aksa deyince ise, Kubbetü’s-Sahrâ’dan uzakta olmayan ve Abdülmelik tarafından inşa edilmiş bulunan mescit kastedilir. Bu mescidin yapımında, Jüstinyen tarafından inşa edilmiş bulunan ve İran Hükümdarı II. Hüsrev tarafından tahrip olununcaya kadar ayakta kalan, Meryem Ana Kilisesi’nin harabelerinden çıkan malzeme kullanılmıştır.[7]

ASHÂB-I KEHF

Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Yoksa sen, sadece Kehf ve Rakîm adamlarını mı şaşılacak âyetlerimizden sandın?” [8] Ashâb-ı Kehf, “mağara arkadaşları”, rakîm ise, “mağara arkadaşlarının yazılı bulunduğu kitabe” demektir.[9] Bu adla bilinen bir kaç imanlı genç Tarsus yakınlarında dönemin Roma askerî vâlisi tarafından takibata uğratılıp cezalandırılmak istenince, gizlice şehri terk ederek bir mağaraya sığınmışlar ve bir mucize olarak Cenâb-ı Hak tarafından 300 yıl kadar[10] uykuya çekilmişlerdi.

Tarih ve tefsir kitaplarındaki yaygın bilgiye göre bu olay, Anadolu’nun Roma hâkimiyeti altında bulunduğu, M.S. 3. yüzyılın 2. yarısında Tarsus dolayında vuku bulmuştur. Bölge vâlisi Decius (Dakyanos) bu gençleri inançlarından ötürü öldürmeğe kalkışmıştı. Gençler; göklerin ve yerin Rabbi olan Allah’tan başka ilâh tanımadıklarını ve dinlerinden dönmeyeceklerini söyleyerek kenti terk etmişlerdi. Bunlar, peşlerine takılan bir köpekle birlikte bir mağaraya girmişler ve uzun bir uykuya dalmışlardı. Biyolojik bedenleri çürümesin diye sağa sola çevrilip yaşatılmışlar ve güneşin rahatsız etmeyeceği bir konumda tutulmuşlardı.[11]

Uyandıklarında kendilerini bir gün veya daha kısa süre uyumuş sanan gençler açlık hissedince, içlerinden Yemliha’yı ellerindeki gümüş para ile yiyecek almak üzere şehre gönderirler. Çok şeyin değiştiğini gören Yemliha ekmek almak isterken, giysilerinden şüphelenen ve elindeki eski devre ait paraya bakıp, define bulduğunu sanan fırıncının ihbarı üzerine Hükümdar Theodaius’un huzuruna çıkarılır. Kendi kanaatine göre bir gün sürdüğünü sandığı, başından geçenleri anlatır. O dönemde putperestliğin yerini Hıristiyanlık almış ve inanca saygı dönemi başlamıştı. Hükümdarlarıyla birlikte mağaraya giden şehir halkı, Yemliha ve arkadaşlarının köpekleriyle birlikte ortadan kaybolduklarını görürler. Mağaranın önüne bir mabed yaptıran hükümdar bu mağarayı kutsal bir yer olarak ilân eder. Bu olay insanların kıyamet ve öldükten sonra dirilmeye olan inancını güçlendirir.

Mağara arkadaşlarının sayısı konusunda görüş ayrılığı vardır. Kaynaklarda görülen adları şöyledir: Yemliha, Mekselina, Meslina, Mernuş, Debernuş, Sazenuş ve Kefetayyuş. Köpeklerinin adı da Kıtmîr’dir. Hıristiyanlar bu olayın Ayasuluk Kilisesi’nde vuku bulduğuna inanırlar.

İbn Abbas, “mağara adamları” nın öyküsü hakkında şöyle demiştir: “Onların Hıristiyan oldukları söylenir. Allah daha iyi bilir ama, belli ki onlar Hıristiyanlıktan önceki döneme aittirler. Başka türlü Yahudi hahamları ne bu işlerin, ne de bu insanların öykülerini korumakla ilgilenmezlerdi. Çünkü Yahudiler Hıristiyanlara karşıdırlar. Nitekim Mekkeliler’e, Hz. Peygamber’e “Kehf adamları, Zülkarneyn ve Ruh” olmak üzere üç soru sormalarını telkin eden Medine Yahudi hahamlarıdır. Bu da, bu öykünün Yahudiler’in kitaplarında muhafaza edildiğini ve Hıristiyanlık’tan önceki döneme ait bulunduğunu gösteriyor.”[12]

Dipnotlar:

[1] bk. İsrâ, 17/1. [2] Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 6; Müslim, İmân, 259, 264; Nesâî, Salât, 10. [3] Buhârî, Tefsir, 17/3. [4] Ebu’l-Kâsım Ali, Târîhu Medînet-i Dımaşk, Dâru’l-fikr, Beyrut 1995, I, 144; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, III, 527. [5] Zerkeşî, İ’lâmü’s-Sâcid, Kahire 1397, s. 277; Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, İst. 1936, IV, 3144 ; İslâm Ansik. M.E.B basımı, “Mescid-i Aksa” ve “Kudüs” mad. [6] Nesâî, Mesâcid, 6; H. No: 691; Miras, Tecrîd-i Sarîh Terc. IV, 167. [7] Mefail Hızlı, “Mescid-i Aksa” mad., Şamil İslâm Ansik. [8] Kehf, 18/9. [9] Rakîm arkadaşları ve “Mağara hadisi” arasındaki ilişki için bk. Buhârî, İcâre, 12; Kâmil Miras, Tecrîd-i Sarîh Terc., VII, 37 vd.. [10] bk. Kehf, 18/ 25. [11] Kehf, 18/17, 18. [12] İbn Kesîr, Tefsîr, III, 73, 74, Kehf sûresi, 18/9. âyet tefsiri.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları