Hiçlik Makamı Nedir?
Hiçlik ve hiçlik makamı nedir? Allah dostları hiçlik makamına ermek için neler yapmışlardır? İşte bazı Allah dostlarının hayatından hiçlik örnekleri...
«ﻫِﻴﭻْ» (Hîç) lafzı ; benlikten sıyrılmayı ifâde eden bir kelimedir. Çünkü ilâhî esrârdan bir nasîb alabilmek, nefsânî arzulardan sıyrılabilmekle başlar. Dolayısıyla mânevî tekâmüllerin başlangıç noktası, “hîç”e varabildikten sonradır.
Tasavvufun bir gâyesi de, ilâhî azamet, saltanat ve tanzim karşısında kulun kendi cücelik ve “hîç”liğini ve Rabb’in yüce kudretini müşâhede etmesidir. Nitekim Allah Teâlâ, bu hakîkati zaman zaman kullarına çeşitli imtihanlarla hatırlatmaktadır. Öyle ki, muazzam bir saltanat ve servet bahşettiği peygamberi Süleyman -aleyhisselâm-’ı bile bir müddet tahtında cansız bir ceset olarak bırakmış ve ona acziyeti tattırmıştır. Âyet-i kerîmede insana hitâben buyrulur:
“…Seni hiçbir şey değilken yarattım!” (Meryem, 9)
“Size ulaşan her nîmet, Allah’tandır. Sonra (hem) size bir sıkıntı dokunduğu zaman da yalnız O’na yalvarırsınız.” (en-Nahl, 53)
İşte hîçlik, insanın bu âyet-i kerîmelerin idrâk ve tefekkürü içinde olmasıdır. Aksi hâlde insan, içindeki nefs tuzağına kapılarak Nemrud ve Firavun gibi ilâhlık iddiâ edebilecek bir ahmaklık ve bedbahtlığa yuvarlanmaktan kendisini koruyamaz. Bunun içindir ki tasavvufta fenâ (hîçlik) hâli, çok mühimdir.
- Bâyezîd-i Bistâmî -kuddise sirruh-
Bâyezîd-i Bistâmî -kuddise sirruh-, hîçlik hâlini şu duâsıyla ne güzel sergiler:
“İlâhî! Benim benliğimi aradan çıkar ki, benliğim Sen’de fânî olsun da ben arada hîç olayım! Çünkü ben Sen’inle olduğum takdîrde herkesle birlikte olmuşum demektir. Şâyet herkesle olursam, Sen’inle beraber olamam; bu da, Sen’in yolunda benim için en büyük eksiklik ve hamlık olur.”
- Muhammed Üftâde Hazretleri
Muhammed Üftâde Hazretleri, kendisine intisâb eden talebesi Azîz Mahmûd’un, şâşaalı bir kadılık vazifesinden gelmesi dolayısıyla ona ilk önce hîçliğini hissettirmek yolunu tercîh etmiş ve Bursa çarşısında ciğer sattırmaktan başka, dergâhın helâlarının temizliği hizmetine de onu me’mûr kılmıştır. Böylece kadı Mahmûd, pâdişahlara yön verecek bir kemâlâta nâil olarak bizzat hocası tarafından “Hüdâyî” ismiyle vasıflandırılmıştır.
- Abdülkâdir Geylânî Hazretleri,
Evliyâullâhın büyüklerinden Abdülkâdir Geylânî Hazretleri, zâhirî ilmin kemâline vardıktan sonra “hîç”liği elde edebilmek için uzun bir müddet Bağdat harâbelerine çekilmiştir.
- Velîler sultânı olan Şâh-ı Nakşibend -kuddise sirruh-
Velîler sultânı olan Şâh-ı Nakşibend -kuddise sirruh-, kibir ve gururun zıddı olan hîçlik hâline ulaşabilmek için ilk intisâb yıllarında yedi sene hastalıklı hayvanlara, yedi sene hasta insanlara hizmet etmiş, yedi sene de mahlûkâtın geçeceği yolları temizlemiştir.
- İmâm-ı Gazâlî Hazretleri
İmâm-ı Gazâlî Hazretleri, zamanındaki bütün ilimlerin zirvesinde olduğu hâlde Rabb’e yakınlığa nâil olabilmek için uzun bir müddet “hîçlik” hâlinde yaşamıştır.
Asr-ı saâdette ehl-i îmâna büyük Bedir zaferini nasîb eyleyen yüce Mevlâ’nın, Peygamber’ine ve mü’minlere hitâben:
“(O gün) onları siz öldürmediniz, fakat onları Allah öldürdü. (Ey Rasûlüm!) Attığın zaman Sen atmadın, fakat Allah attı...” (el-Enfâl, 17) buyurması da, hep hîçliğe işâret etmektedir.
İnsanın sâhib olduğu kudret, ilâhî takdir çerçevesi içindedir. Bundan dolayı « لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ الْعَلِىِّ الْعَظِيمِ » “Azîm ve yüce Allah’tan başka (kimsede) güç ve kuvvet yoktur.” buyrulmuştur.
Çünkü ezelde bilinen hiçbir şey mevcut değilken, ancak Allâh’ın lutuf ve keremi sâyesinde vücûda gelen her varlığın sahip olduğu her şey, Rabb’indendir. Bundan dolayı küllî irâde, bütün vak’aları, hâdiseleri ve mahlûkâtı ihâta ve ihtivâ eder. Bu, irâde ve gücün aslı Yaratan’a âit demektir. Ancak insanın bu dünyâya imtihan için gönderilmesi sebebiyle ona cüz’î bir irâde verilmiş ve insan, hayra da şerre de istîdatla donatılmıştır. Kullanma gücü de, kendi irâdesine terk edilmiştir.
- Hazret-i Mevlânâ
Hazret-i Mevlânâ buyurur:
“Şu birbirimizden üstün olma dâvâsı, büyüklük iddiâsı da ne? Netîcede, hepimiz bir sarayın kapısında değil miyiz? Allah; «Ey insanlar! Hepiniz fakirsiniz, zengin olan yalnız Ben’im!..»[1] buyurmuyor mu?!”
- Yûnus Emre Hazretleri
Yûnus Emre Hazretleri, mârifetin hakîkatini ne güzel ifâde eder:
İlim, ilim bilmektir,
İlim, kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen,
Bu nice okumaktır?!
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur:
“Eğer Allah’tan gereği gibi korkarsanız, gerçek bir bilgi ile eşyâyı tanımaya başlarsınız. Eğer Allâh’ı gereği gibi tanırsanız, duâlarınız ile dağlar yerinden oynar.”
- İmâm-ı Gazâlî Hazretleri
İmâm-ı Gazâlî Hazretleri, ilmin zirvesinde iken kendini şöyle anlatır:
“Aklî ve şer’î ilimlerle iştigaldeydim. Çok talebelerim vardı. Hâlimi düşündüm. Gördüm ki, çeşitli iptilâlar ile sarılmışım. İlimdeki niyetimi düşündüm. Hâlis, Allah rızâsı için olmayıp, makam sevdâları ve şöhretlerle karışık buldum. Yakînen anladım ki, helâk sâhilindeyim. Uçurumun kenarındayım. Kendi kendime:
«Haydi çabuk ol, ömründen geriye çok az kaldı. Kazandığın ilim hakîkate geçmez ise, bir aldatmacadan ibârettir. Şimdi gereksiz alâkaları kesmez, engelleri kaldırmaz isen, sonun ne olacak?» dedim.
O zaman bir hâl oldu. Dünyâ ve dünyâcılardan kaçmak ile, dünyâ arzuları ve âhiret isteği arasında hayret vâdisinde altı ay şaşkın, inler ve ağlar hâlde kaldım. Kalbim muzdarip oldu. Aczimi gördüm ve anladım. İhtiyârımın bütün sükûtunu ve düşüşünü seyrettim. Devâsız derde, çâresiz hastalığa dûçâr olan bir kimse gibi Allâh’a, yanarak, yalvararak ve sızlanarak ilticâ ve tazarrûda bulundum. Nihâyet, Neml Sûresi âyet 62’de meâlen:
«Muztar olan (sıkıntıya düşen, çâresiz kalmış bir) kimse duâ ettiği zaman, onun duâsını kabûl edip fenâlığı kaldıran...» buyrulduğu gibi, Allah Teâlâ duâmı kabul buyurup kalbimi uyandırdı. İçimdeki mal, makam arzusu kaldırıldı. Hepsine yüz çevirdim.
Zikir, uzlet, halvet, mücâhede, riyâzat, nefsin tezkiyesi ve ahlâkın mükemmelleşmesi ile meşgul oldum. İlm-i yakîn ile bildim ki, Allâh’a kavuşanlar ve hidâyet yolunun yolcusu olanlar, bilhassa tasavvuf ehli olan büyüklerdir. En güzel sîret ve ahlâk onlardadır. Zîrâ onların zâhir ve bâtınındaki hâller, peygamberlik nûrundan alınmıştır. Yeryüzünde peygamberlik nûrunun ötesinde bir nûr yoktur.”
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyururlar:
“Kim ilmini artırır da (ona müsâvî olarak) dünyâda zühd ü takvâsını artırmazsa, (o ancak) Allâh’a olan uzaklığını artırmıştır...” (Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, II, 169)
Bu sebeple Hazret-i Mevlânâ, irfân ehli olmayanların, yâni amel-i sâlih işlemeyenlerin sarf ettikleri hikmetli sözü, ödünç alınmış süslü bir elbiseye benzetir.
[1] Fâtır, 15.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Mesnevî Bahçesinden BİR TESTİ SU, Erkam Yayınları