Hikmet Bağından Goncalar

GÜZEL SÖZLER

Kaybedilen hikmetler nasıl bulunabilir? Büyüklerin hikmet bağından goncalar...

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- buyurur:

“Nükteli ve hikmetli söz ve davranışlarla ruhlarınızı dinlendirin. Zira bedenlerin yorulduğu ve zayıfladığı gibi ruhlar da yorulur.”

Gâfil gönlün kaybettiği hikmetler, ancak gönül ehlinin rahle-i tedrîsinde bulunabilir…

HİKMET BAĞINDAN GONCALAR

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur:

“İnsanlardan öyleleri vardır ki, onlar hayra anahtar, şerre de kilittirler. Öyleleri de vardır ki, şerre anahtar hayra kilittirler.

Allâh’ın, ellerine hayrın anahtarlarını verdiği kimselere ne mutlu! Allâh’ın, şerrin anahtarlarını ellerine verdiği kimselere de yazıklar olsun!” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 19; Beyhakî, Şuab, I, 455)

*

“Yalnız şu iki kişiye gıpta edilir:

Biri, Allâh’ın kendisine Kur’ân verdiği kişidir. O kişi, Kur’ân ile gece gündüz meşgul olup onunla amel eder. Diğeri, Allâh’ın kendisine mal verdiği kimsedir. O da gece gündüz bu malı infâk eder.” (Müslim, Müsâfirîn, 266, 267)

*

“Allâh’ım! Fayda vermeyen ilimden, huşû duymayan kalpten, doyma bilmeyen nefisten ve icâbet edilmeyen duâdan Sana sığınırım.” (Müslim, Zikir, 73)

*

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, gece namazlarından sonra yapmış olduğu duâların bir kısmında şöyle niyâz ederlerdi:

“Allâh’ım! Sen’den, katından vereceğin öyle bir rahmet istiyorum ki, o rahmetle;

Kalbime hidâyet,

İşlerime nizam,

Dağınıklığıma düzen,

Rûhuma kâmil îman,

Zâhirime amel-i sâlih (lûtfet),

Amellerime temizlik ve ihlâs ihsân eyle,

Rızâna uygun istikâmeti ilhâm et,

Ülfet edeceğim dost lütfet,

Ve beni her türlü kötülüklerden koru!” (Tirmizî, Deavât, 30/3419)

 ***

Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- buyurur:

“Dört kimse Allâh’ın sâlih kullarındandır:

  1. Tevbe eden kişiyi gördüğü zaman (onun kurtuluş yoluna girmesinden haz duyarak) sevinen.
  2. Günahkârların affı için Rabbine yalvaran.
  3. Din kardeşine gıyâbında duâ eden.
  4. Kendinden muhtaç kişiye yardım ve hizmette bulunan.”

*

“Şöhretten kaç ki, şeref seni takip etsin.”

*

“Ölüme karşı hazırlıklı ol ki, sana ebedî hayat verilsin.”

*

“Şunu iyi bil ki Cenâb-ı Hakk’ın gündüz yapılmasını istediği bir amel vardır, onu gece kabûl etmez; gece yapılmasını istediği bir amel vardır, onu da gündüz kabûl etmez!”

*

“Allâh’ım! Ömrümün en hayırlısı ömrümün sonu, amelimin en hayırlısı amelimin sonu, günlerimin en hayırlısı Sana ulaşacağım gün olsun.”

***

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- buyurur:

“En çok sevdiğim kimse, bana ayıp ve kusurlarımı haber verendir.”

*

Bir kimse Hazret-i Ömer’in yanında başka birisinden sitâyişle bahsediyordu. Hazret-i Ömer ona üç soru sordu:

  1. Onunla hiç yolculuk yaptın mı?
  2. Ticaret gibi bir alışverişte, ictimâî bir muâmelede bulundun mu?
  3. Ona sabah-akşam komşu oldun mu?

O kişi bu üç soruya da “hayır” deyince, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“‒Kendisinden başka ilâh olmayan Allâh’a yemin ediyorum ki, sen onu tanımıyorsun!” dedi.

*

“İnsanları düzeltmeniz için önce kendinizi ıslah etmeniz gerekir. İnsanların en cahili, kendi âhiretini başkasının dünyası için satandır.”

***

Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- buyurur:

“Gerçek mü’min altı çeşit korku içindedir:

  1. Îmânının Allah Teâlâ tarafından alınması korkusu.
  2. Kıyâmet günü kendisini rüsvây edecek şeylerin melekler tarafından yazılması korkusu.
  3. Amelinin şeytan -aleyhillâne- tarafından boşa çıkartılması korkusu.
  4. Ölüm meleği Azrâil’e gaflet içindeyken ve ansızın yakalanma korkusu.
  5. Dünya ile mağrur olup, âhiretten gâfil kalma korkusu.
  6. Çoluk-çocuğuyla fazlaca meşgûliyete dalıp Allah Teâlâ’nın zikriyle yeterince meşgul olamama korkusu.”

*

“Dört şey vardır ki zâhiri fazîlet, bâtını ise farzdır:

  1. Sâlihlerle oturup kalkmak fazîlet, onlara uymak farzdır.
  2. Kur’ân okumak fazîlet, onunla amel etmek farzdır.
  3. Kabirleri ziyaret etmek fazîlet, ona hazırlanmak farzdır.
  4. Hastayı ziyaret etmek fazîlet, ondan ibret almak ise farzdır.” (İbn-i Hacer, Münebbihât, s. 14)

***

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- buyurur:

“Amellerin en güç olanı dört haslettir:

  1. Öfkeli anda affetmek.
  2. Muhtaçken de cömert davranmak.
  3. Kapalı ve tenha yerlerde nefsin şerrinden korunmak.
  4. Korktuğu veya bir menfaat umduğu kimseye karşı da doğru söylemek.”

*

“İki nîmet vardır ki, beni hangisinin daha çok sevindirdiğini bilemiyorum:

Birincisi, bir kimsenin, ihtiyacını karşılayacağımı ümîd ederek bana gelmesi ve bütün samîmiyetiyle benden yardım istemesidir.

İkincisi de, Allah Teâlâ’nın, o kimsenin arzusunu benim vasıtamla yerine getirmesi yahut kolaylaştırmasıdır. Bir müslümanın sıkıntısını gidermeyi, dünya dolusu altın ve gümüşe sahip olmaya tercih ederim.” (Ali el-Müttakî, VI, 598/17049)

*

“Seni yoksulluğa düşmekle korkutarak iyilik yapmana mânî olan cimriyi, büyük işler karşısında azmini kıracak korkağı ve gözünü hırs bürümüş kimseleri istişâre heyetine alma!”

*

“Kalbini öğütle yaşat, hikmetle aydınlat.”

***

Bâyezîd-i Bistâmî -rahmetullâhi aleyh- buyurur:

“Sûfî; Kur’ân-ı Kerîm’i bir eline, Sünnet-i Seniyye’yi diğer bir eline alan; bir gözüyle Cennetʼe, öbür gözüyle Cehennemʼe bakan; dünyayı alt tarafına, âhireti de üstüne dolayarak ihrâma giren ve ikisinin arasından; «Lebbeyk Allâhümme lebbeyk! / Buyur Allâh’ım! Emrine teslim ve hazırım!» diye Mevlâʼsına koşan kişidir.”

*

“Kendisine kerâmetler verilmiş, hattâ havada bağdaş kurup oturan birini görseniz bile sakın ona aldanmayın! İlâhî emir ve nehiylere riâyet ediyor mu, ilâhî hudutları muhâfaza ediyor mu, şerʼî hükümleri hakkıyla edâ ediyor mu, ona bakınız! (Aksi takdirde onun bu hâli, kerâmet değil istidraçtır.)”

***

Ebû’l-Hasan Harakanî -rahmetullâhi aleyh- buyurur:

“Allah celle celâlühû- sizi dünyaya temiz olarak getirdi; siz de O’nun huzûruna kirli olarak gitmeyiniz!”

*

“Türkistan’dan Şam’a kadar birinin par­mağına batan diken benim parmağıma batmıştır, birinin ayağına çarpan taş benim ayağımı acıtmıştır, bir kalpte hüzün varsa o kalp benim kalbimdir.”

*

“Allah Teâlâ kuluna, îmandan sonra temiz yürek ve doğru dilden daha büyük hiçbir şey ihsân etmemiştir.”

*

“İki kişinin dinde çıkardığı fitneyi şeytan bile çıkaramaz:

  1. Dünya hırsına kapılmış âlim (yani ilmiyle âmil olmayan, takvâdan uzak, muhteris âlim),
  2. (Dinî ) ilim(ler)den mahrum ham sofu!”

***

Yûsuf Hemedânî -rahmetullâhi aleyh- buyurur:

“Din ve şerîat yolunda yürümeyen kişi, günde bin kerâmet gösterse bile şeytana uymuştur. Sünnetʼe aykırı olan bir şeye îtikād eden kişi, dünyanın ilmini ezberlemiş de olsa, o gayretleri, kendisi için ancak bir yorgunluktan ibârettir.”

Âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere:

“Çalışmış, (fakat boşa) yorulmuşlardır.” (el-Ğâşiye, 3)

***

Muhammed Ârif Rîvgerî -rahmetullâhi aleyh- buyurur:

“Tarîkatin başlangıcı, saâdeti, anahtarı ve dînin emri; tevbe ve huşû içinde Allâh’a ilticâ edebilmektir! Tevbe, bir mü’minin en mühim virdidir.”

*

“Ârif o kişidir ki, Allâh’ın verdiği her nefeste kalbini tam olarak O’na versin ve bu hâl tâ son nefesine kadar devam etsin! Aynı zamanda onun bu hâli, insanlardan da saklı kalsın!”

***

Seyyid Emîr Külâl -rahmetullâhi aleyh- buyurur:

“Geceleri ibadetle geçirseniz ve açlıktan beliniz keman teli gibi incelse bile, lokma ve hırkanız helâl olmadığı müddetçe maksada ulaşamazsınız!”

 ***

Bahâüddîn Şâh-ı Nakþibend -rahmetullâhi aleyh- buyurur:

“Gönül ehlinin yolu; yaptığı sâlih ameli az görmek, tevâzû, hiçlik, yokluk ve acz hâlinde bulunmak, amellerini kusurlu, hâllerini noksan bilmektir. Nefsin enâniyetinin kırılması hususunda, kendini kusurlu görmek kadar faydalı başka bir şey yoktur. Peygamberlerin bile zelle, yani gayr-i irâdî hatâlara düşmelerinin hikmetlerinden biri de budur.”

*

“Yâ Rabbi! Halk Senʼden korkar, ben ise kendimden korkarım! Zira yâ Rabbî, Senʼden hep iyilik, nefsimden ise hep kötülük gördüm.”

***

Ubeydullah Ahrâr -rahmetullâhi aleyh- buyurur:

“Ben bu yolu, sûfîlerin kitaplarından öğrenerek değil, bilâkis halka ve mahlûkâta hizmet ederek katettim... Herkesi farklı bir yoldan götürdüler, bizi de hizmet yolundan götürdüler. İşte bu yüzden hizmet; benim râzı olduğum, tercih ettiğim ve sevdiğim bir usûldür. İstîdat ve liyâkat gördüğüm kişilere hizmeti tavsiye ederim.”

***

Muhammed Zâhid -rahmetullâhi aleyh- buyurur:

“Tasavvufî edepler, bu yolda ilerlemek isteyen kişinin yolunu aydınlatacak meşʼalelerdir. Her kim mânevî âlemde ilerlemek ve hâl sahibi olmak istiyorsa, mutlakâ Hak dostlarının tâlim ve tatbik ettiği edeplere riâyet etmelidir.”

***

İmâm-ı Rabbânî -rahmetullâhi aleyh- buyurur:

“Allâh’ın râzı olduğu şeylerden başka hiçbir şeyden râzı olmayın, onları arzu etmeyin! Bütün bunlar (nefsânî arzular) bizim son nefesimizde nihâyete ereceğine göre, şimdiden onları terk edelim!.. Allah dostları bunları (nefisleriyle mücâdele ederek) kendi arzularıyla terk ederler.”

Zira buyrulur: “Ölmeden evvel ölünüz!” Yani nefsânî ihtiraslarınızı, ölüm gelmeden evvel terk ediniz.

***

Muhammed Mâsûm Sirhindî -rahmetullâhi aleyh- buyurur:

“Hem ibadet ve tâat üzere olun, hem de bu ibadetlerdeki kusurlarınız sebebiyle istiğfâr edin! Yaptığınız amelleri (dâimâ nâkıs olarak görün, onları hiçbir zaman) Allah Teâlâ’ya lâyık görmeyin!

Büyüklerden biri şöyle buyurmuştur: « اِعْمَلْ وَاسْتَغْفِرْ : Amel-i sâlihler işle ve istiğfâr et!» İşte kulluk yolu budur!”

*

“Hiçbir edep mahrûmu, Cenâb-ı Hakk’a vâsıl olamamıştır.”

***

Abdullah Dehlevî -rahmetullâhi aleyh- buyurur:

“Cihan bağına gül toplamak için geldik, ama diken hamallığı yapıyoruz.”

(Bu cihanda takvâ ile Hakkʼa dost olmak gibi muhteşem bir saâdet hazinesi varken, nefsin süflî arzuları peşinde sürünmek ne kadar hazindir!..)

*

“Tam bir gönül kırıklığıyla ve kulluk içinde devamlı zikretmek ve Allah Teâlâ’ya yönelmek, Cenâb-ı Hak katında kabûl görmenin ve makbûl olmanın en mühim sebeplerindendir.”

*

“Nefsinin arzularına tâbî olan kişi, nasıl Allâh’a kul olabilir ki?!”

***

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî -rahmetullâhi aleyh- buyurur:

“Seyr u sülûk yoluna girmeden, yani sûfî olmadan ebediyet yolculuğunda istikâmet üzere yürüyebilmek, pek müşküldür. Çünkü nefs-i emmârenin insanı helâk eden türlü türlü belâ, tuzak ve kandırmacaları vardır.”

*

“Bir kimse kitaplardan bütün (dînî) ilimleri ezberlese, yine de onun, nefsin hilelerinden kurtulması mümkün değildir. Bu hileler, ancak bir mürşid-i kâmilin terbiye ve tasarrufuyla bertaraf olur. Yoksa kul, gönlü mâmur edecek olan mânevî tecellîlere mazhar olamaz ve dîn-i mübîn yolunda samimiyet ve ihlâs ile ilerleyemez.”

*

“İslâm ile şereflenen bir kişi nasıl olur da geceyi tamamen uykuya verip Allah Teâlâ’nın emânetini muhâfaza etmez?! Cenâb-ı Hakk’ın bize en mühim emânetlerinden biri, seherlerde kalkıp kıyâma durmaktır.”

***

Seyyid Tâhâ el-Hakkârî -rahmetullâhi aleyh- buyurur:

“Amellerinizi toprağa gömmeyiniz! İnsanın (yaptığı ameller sebebiyle) -en başta- kendini beğenmesi (kibre kapılıp mağrur olması); amellerini mezara gömerek yok etmesi gibidir.”

***

Muhammed Es‘ad Efendi -rahmetullâhi aleyh- buyurur:

“Letâiflerin hepsi tasfiyeye muhtaç olduğundan, bir Hak yolcusunun, sırasıyla bütün latîfelerini zikre alıştırması zarurîdir. Bir insana gusül gerektiğinde nasıl vücudunun her yerini, hattâ her noktasını yıkaması lâzım ise, gönül âlemini tasfiye etmek isteyen bir kişinin de bütün letâifleriyle, hattâ vücudunun her zerresiyle zikretmesi zarurîdir.”

*

“Cenâb-ı Hak kalp gözünüzü nurlandırsın! Nasıl ki gül yaprağının her noktasında gülsuyu mevcut ise, aynen onun gibi sizin kıymetli vücudunuzun her zerresini de muhabbet ve dâimî zikrin hoş kokusuyla güzelleştirsin!..”

*

“Aşk gülistânının yolunda dikenden korkulmaz! Ben her dikenin üstünden yüzlerce gonca toplarım!”

*

“Dervişlik bostanında ıztıraptan zevk alırım. Yastığımı dikenden yaparsam rüyamda Gül’ü görürüm!”

*

“Allah katında kulların mahrûmiyetine sebep olan günahların birisi hattâ birincisi, kendinde bir varlık görmek, yani enâniyettir.”

***

Mahmud Sâmi Ramazanoðlu -rahmetullâhi aleyh- buyurur:

“Kulun duâsına icâbet olunması için ilk şart; helâl lokma ile gönül âlemini ıslâh eylemek, son şart ise ihlâs ve huzûr-i kalptir. Yani Cenâb-ı Hakk’a lâyıkıyla yönelmektir. Eğer ağza konulan lokma helâl değilse, o kimsenin ihlâslı ve huzurlu olması, mâsivâyı terk edip Hakk’a yönelmesi çok zordur.”

*

“İstikâmet sahibi, dağ gibi müstakîm olmalıdır. Çünkü dağın dört alâmeti vardır:

1) Sıcaktan erimez,

2) Soğuktan donmaz,

3) Rüzgârdan devrilmez,

4) Sel alıp götürmez.”

***

Hâce Mûsâ Topbaş -rahmetullâhi aleyh- buyurur:

“Büyükler, nefs tezkiyesinin farz-ı ayn olduğunu ifâde buyurmuşlardır.”

*

“Çok kimseler zannederler ki mânen terakkî etmek, yalnız fazla ibadetledir. Hayır, hakîkî terakkî, Cenâb-ı Hakk’ın huzûr-i ilâhîsinde olduğunu bilerek, Sünnet-i Seniyye istikâmetinde, hayatını tanzim etmekle olur. Çok kimseler vardır ki, bunların nâfile ibadetleri çoktur; fakat helâle harama dikkat etmeyip, İslâmî ahlâk ile ahlâklanmaya gayret etmezler. Boş zamanlarını dedikodu ve gıybet ile geçirirler. Ellerine ne geçerse nefsânî arzularına göre kullanırlar. Hâlbuki bunlar, keşke nâfile ibadetlerini azaltsalar da ahlâklanma hususunda gayret edip hak-hukuk mevzuunda uyanık olsalar!”

*

“Kulu mârifetullâhʼa ulaştıracak özler, yani tohumlar vücut toprağında hazır beklemektedir. Bunların filizlenmesi için hamd, şükür, zikir ve fikre devam etmek lâzımdır… Mârifet ilminin başı, ilâhî sanatın sırları üzerinde tefekkürdür.”

*

“Sâlim ve mâsivâdan arınmış bir kalple yapılan murâkabe ve tefekkür neticesinde insan, kitaplardan öğrenemediği birçok rûhânî bilgilere sahip olur.”

*

“Bizim kurtuluşu­muz, selâmet ve saâdetimiz, her hâlükârda, yani her nefeste, her adımda, her türlü hâl ve hareketimizde Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri’ne tam olarak uymak, Oʼnun boyasına boyanmak, Oʼnun ahlâkı ile ahlâklanmak, Oʼnun Sünnet-i Muhamme­diyyeʼsinden kat’iyyen ayrılmamaya çalışmakla mümkündür.”

***

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -rahmetullâhi aleyh- buyurur:

Şems -kuddise sirruh- bana bir şey öğretti:

«Dünyada bir tek mü’min üşüyorsa, ısınma hakkına sahip değilsin.»

Ben de biliyorum ki yeryüzünde üşüyen mü’minler var; ben artık ısınamıyorum!..”

*

“Gülün dikene katlanması onu güzel kokulu yaptı.”

*

“Ne kadar zengin olsan, ancak yiyebileceğin kadar yersin. Denize testiyi daldırsan, alabileceği kadar su alır, gerisi kalır.”

*

“Hiç buğday ektin de arpa bittiğini gördün mü?”

*

“Bu seher benden ilham kesildi. Anladım ki vücuduma şüpheli birkaç lokma girdi. Bilgi de hikmet de helâl lokmadan doğar. Aşk da merhamet de helâl lokmanın mahsulüdür. Eğer bir lokmadan gaflet meydana gelirse, bil ki o lokma şüpheli veya haramdır.”

*

“İnsan bir ormana benzer. Nasıl ki ormanda binlerce domuz, kurt, temiz ve pis huylu hayvan varsa, insanda da her türlü güzellik ve çirkinlik vardır.”

*

“Gündüz gibi ışık saçmak istiyorsan, geceye benzeyen nefsini yakmalısın.”

*

“Hak dostu bir kişiye râm olmak, padişahların başlarına taç olmaktan iyidir.”

*

“Suyun yüzlerce kerem ve ihtişamı vardır ki; kirlileri kabul eder ve kirlerini temizler. (Su gibi aziz ol.)”

*

“Kılavuzun hareket etmedikçe hareket etme. Başsız hareket eden, kuyruk olur.”

*

“Kalbi ve hâli bir olmayan kimsenin yüz dili bile olsa, o, yine dilsiz sayılır.”

*

“İyi dostu olanın, aynaya ihtiyacı yoktur.”

*

“Kim demiş gül, dikenin himâyesinde yaşar? Dikenin îtibârı ancak gül sâyesindedir!”

*

“Hayvan nasıl kabiliyeti ile değer kazanırsa, insan da aklını ve kalbini kullanmasıyla değer kazanır.”

*

“Ey ekmek uğruna îmân cevherini atan, ey bir arpaya bir hazineyi satan zavallı! Nemrut, gönlünü İbrahim’e kaptırmadı ama canını da bir sivrisineğe teslim etti.”

*

“İnanç azlığından meydana gelen derde acımak gerekir; çünkü o derdin dermanı yoktur.”

*

“Nice balık vardır ki su içinde her şeyden eminken boğazının hırsı yüzünden oltaya tutulmuştur.”

*

“İçteki kiri su değil, ancak gözyaşı temizler.”

*

“Hiçbir ayna, tekrar demir olmadı. Hiçbir ekmek, varıp harmanda buğday olmadı. Hiçbir üzüm artık koruk olmadı. Hiçbir olmuş meyve, yeniden turfanda hâle gelmedi. Piş, olgunlaş da bozulmaktan kurtul! (Nefsin tuzağına düşme!)”

***

Şeyh Sâdî-i Şîrâzî -rahmetullâhi aleyh- buyurur:

“Kapına bir garip gelirse, eli boş gönderme. Allah göstermesin belki bir gün sen de garip olur, kapıları dolaşırsın.

Gönlü yaralı olanların hatırlarını sor, onlara bak. Belki bir gün sen de o vaziyete düşersin.

Sen ki bir şey istemek için kimsenin kapısına gitmiyorsun; buna şükrâne olarak, kapına gelen yoksulu kovma, ona surat asma, onu tebessümle karşıla...”

*

“Hak dostları, kimsenin uğramadığı dükkânlardan alışveriş yaparlar.”

***

Hikmet Ehli şöyle buyurmuştur:

Üç şey saâdetin sırrıdır:

  1. Tevâzû sahibi olmak,
  2. Kanaat ile zenginleşerek huzur bulmak,
  3. Ölümü sık sık tefekkür ederek, esas hayatın âhiret hayatı olduğunun idrâki içinde olabilmek.

*

Dünya, üç şeyle Cennet hâline gelir:

  1. Gönüller fetheden zarif bir dille,
  2. Cömert bir elle,
  3. Rahmet dergâhı hâline gelmiş bir gönülle.

*

Üç kişi mânen karanlıkta kalmıştır:

  1. Konuştuğunu yaşamayan gâfil,
  2. Kibrinin esiri olduğu hâlde fazilet iddiasında bulunan ahmak,
  3. Gönül feyzinden mahrum nâdan.

*

Mü’min, üç yerde Allah ile halvet hâlindedir:

  1. Kalabalıktan incinmeyen yalnızlıkta, (kesrette vahdet)
  2. Bir ümitsizin, yani garibin, kimsesizin yüzünü ümitle güldürdüğünde,
  3. Musibetlerin ecrini düşünerek onları hamd, sabır ve şükür ile karşıladığında.

*

İnsanlar içinde, kendini bilenler üç kişidir:

  1. Takdîre rızâ gösterenler,
  2. Kendi adlarını söylemekten utananlar, (tevâzû ve mahviyet ehli)
  3. Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta bakanlar.

*

Üç türlü insan Allah’tan uzaktır:

  1. Rahatlarını düşünerek hizmetten kaçanlar,
  2. Hassas olduklarını öne sürerek ıztırap ve sefâletlerin civarına yaklaşmayanlar,
  3. Gâfiller topluluğu ile beraber olanlar.

*

Üç türlü insanın, Allâh’ı göreceği müjdelenmiştir:

  1. Cenâb-ı Hak ile dost olan saf ve samimî kalpler (kalb-i selîm sahipleri),
  2. Gecenin karanlığında güneşi bulanlar (seherleri bir vecd içinde ihyâ edenler),
  3. Dâimâ âhiret endişesi içinde bulunarak hayat sermayelerini Hak yolunda değerlendirebilenler.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Müslümanın Kendisiyle İmtihanında Tasavvuf, Erkam Yayınları