Hissedar Olabileceğiniz En Kıymetli Şey

Hissedar olabileceğimiz en kıymetli şey nedir? Hem dünyada hem ahirette bu hissenin bereketi ve fazileti nedir? İşte cevabı...

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in gönül dokusundan hisse almanın bereketiyle müstesnâ tecellîler başlar. Zira gönül feyzinin en büyük vesîlesi, Rasûlullah muhabbetidir. Bir insanın gönlü hangi muhabbetle doluysa, gözü de onunla görmeye başlar. Bir mü’minin gönlü de Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e râm olunca; artık hayata, hâdisâta ve kâinâta hep O’nu arayan gözlerle bakmaya başlar.

Yunus Emre Hazretleri buyurur:

Hak O’nu övdü yarattı, sevdi Habîb’im dedi;
Yeryüzünde cümle çiçek, Mustafâ’nın teridir…

Cenâb-ı Hak “Habîbim” buyurduğu Sevgili Rasûl’ünü, bu kâinatta hem “zarf” hem de “mazrûf” olarak yaratmıştır. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, beşeriyete gönderilen bir “zarf”tır. O âdeta, kulları mârifetullâh’a ve Hak dostluğuna ulaştıran hakîkatlerin yazılı olduğu bir mektubun zarfı mevkiindedir. O zarfı açıp okuyanlar, ilâhî hakîkatlere vâkıf olur, mârifetullah’tan hisse alırlar.

Nitekim Kur’ân-ı Kerîm de Efendimiz’in kalbine indirilmiş,[3] oradan insanlığa tebliğ edilmiştir. Dolayısıyla Kur’ân’ı lâyıkıyla idrâk edebilmek de; “Kişi sevdiğiyle beraberdir.”[4] hadîs-i şerîfi muktezâsınca, Efendimiz’e muhabbetle yaklaşarak O’nun gönül dokusundan hisse almakla mümkündür.

Yine ârif zâtların beyanlarına göre mevcudâtın varlık sebebi, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mânevî şahsiyetini temsil eden Nûr-i Muhammedî’ye duyulan ilâhî muhabbettir. Allah katında en sevgili olan O’dur. Bu sebeple bütün kâinat, Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ithâf edilmiş gibidir. İlâhî sır ve hikmetler laboratuvarı olan bütün kâinat, âdeta Nûr-i Muhammedî’nin şerefine ve O’na bir “mazrûf” olarak yaratılmıştır.

PEYGAMBERİMİZİN MUHABBETİNDEN HİSSE ALMANIN BEREKETİ

Bunu şu misalle de îzah edebiliriz: Nâdide bir mücevher, önce bir pamuk üzerine konulup ardından da son derece kıymetli bir kutuda muhafaza edilir. Kutunun bütün kıymeti, içinde taşıdığı cevher sebebiyledir. İşte Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de kâinat zarfının mazrûfu mevkiindedir.

Bu itibarla denilebilir ki nerede bir güzellik varsa, O’ndan bir akistir. Yeryüzünde bir çiçek açılmaz ki O’nun nûrundan bir iz taşımasın. Zira O olmasaydı, âlemler ıssız çöllere dönerdi.

İşte bu hakîkatin tefekküründe derinleşen kalplerde, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in gönül dokusundan hisse almanın bir bereketi olarak müstesnâ tecellîler başlar. Zira gönül feyzinin en büyük vesîlesi, Rasûlullah muhabbetidir. Bir insanın gönlü hangi muhabbetle doluysa, gözü de onunla görmeye başlar. Bir mü’minin gönlü de Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e râm olunca; artık hayata, hâdisâta ve kâinâta hep O’nu arayan gözlerle bakmaya başlar.

Meselâ Süleyman Çelebi bu hissiyat içinde Peygamber Efendimiz’i vasfederken; “Bir aceb nûr ki Güneş pervânesi!..” der. Yani Güneş’i, Allah Rasûlü’nün nûru etrafında aşkla dönen bir kelebeğe teşbih eder.

Şâir Fuzûlî, coşkun bir akarsuya bakar ve;

Hâk-i pâyine yetem der, ömürlerdir muttasıl,
Başını taştan taşa vurup gezer âvâre su…

der. Yani o akıp giden suyun şahsında, Allah Rasûlü’ne kavuşabilme iştiyâkıyla başını taştan taşa vurarak Mecnunlar gibi koşan peygamber âşıklarını tahayyül eder. Nereye baksa, Efendimiz’i hatırlar. Bir bahçıvanın gül bahçesi suladığını görür ve;

Suya virsün bâğbân gülzârı zahmet çekmesün;
Bir gül açılmaz yüzün-tek virse min gülzâra su!..

der. Yani bahçıvanlar, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in gül yüzü gibi güzel bir gonca yetiştirebilmek için boşuna yorulmasınlar. Zira binlerce gül bahçesi de sulasalar, artık bu cihan bağında O’nun gibi bir gül açılmaz, der.

Velhâsıl mü’min gönüllerin muhabbet tahtında oturan Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bütün insanlığa, hattâ bütün mahlûkâta bir rahmettir. Her varlık, Efendimiz’in hürmetine yaratıldığından, her insan da O’na olan muhabbeti nisbetinde Hak katında değer kazanır. Biz de gönüllerimizi ne kadar o güzîde cevherin bir zarfı hâline getirebilirsek, yani Oʼnun ahlâkıyla ahlâklanıp Sünnet’iyle istikâmetlenirsek, Allah katında o kadar kıymet kazanabiliriz.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş Hocaefendi, Altınoluk Dergisi, 2019 – Kasım, Sayı: 405, Sayfa: 032

 

İslam ve İhsan

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR?

Hz. Muhammed (s.a.v.) Kimdir?

SAHABELERİN PEYGAMBERİMİZE OLAN SEVGİLERİNİN TEZAHÜRÜ

Sahabelerin Peygamberimize Olan Sevgilerinin Tezahürü

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.