Hızır Aleyhüsselam'ın Cömertliği
Hızır (a.s) ile özgürlüğü kazanmak için sokaklarda gzen biir köle arasında geçen ibretlik bir kıssa...
Ey kardeş! Şu nasihati can kulağı ile dinle!.. Senden bir dilekte bulunana karşı cömert ol. Cimriliği bırak, cömertlik dalına yapış. Seni menzile ancak sehâvet (cömertlik) iletir.
Ey cömert ve âhiretini mâmur eden kişi!.. Dar zamanında fakire yardım eden kişi, her iki cihanda iyiliklerinin karşılığını bulur. Allah Teâlâ’nın yoluna ne verirsen; o verdiğin dergâh-ı ilâhîye vâsıl olur. Lisânınla hak bir söz söylersen o da tasadduk mesâbesindedir. İhlâsla yapılan amel, Hak Teâlâ indinde kabul olunur. Yüce Allah bir amele bir sevap yazarsa; ihlâsla, riyâsız yapılan amele on sevap verir. Cenâb-ı Hak uğruna, bütün vârını veren mü’min; yarın O’nun dîdârını görür. Gör ki cömert kişi, nice yol almış; nasıl kendini hak yoluna kul eylemiş.
HIZIR ALEYHÜSSELAM'IN CÖMERTLİĞİ
Zaman benî İsrail devri idi. Hızır -aleyhisselâm- bir gün sokaktan geçerken kendisine yaklaşan bir dilenci ona şöyle yalvardı:
“–Ben bir esirim. Cenâb-ı Hak; «Git, kıymetin değerinde para temin et de, seni hürriyetine kavuşturup âzadlık nasip edeyim.» buyurdu. Bu va‘d-i ilâhî sebebiyle şimdi kendi pahamı bulmaya dolaşıyorum. Bu para için, senin yardım ve sadakana muhtacım. Nur yüzlü bir adama benziyorsun… Ümidim odur ki; bana, bu çaresiz kula yardımdan geri durmazsın.”
Hızır -aleyhisselâm-;
“–Dünya malı olarak bir şeyim yok ki sana verebileyim. Hak sâili red olunmaz, onu da biliyorum. Onun için ne yapacağımı düşünüp durmaktayım. Seni boş da döndüremem. Ve me’yûs da edemem. Ancak bir çare bulabildim. Sen, beni götür. Köle diye sat. Ne verirlerse al git, hürriyetine kavuş; üst tarafına karışma.” dedi.
Bu sözleri söyleyenin Hızır -aleyhisselâm- olduğundan habersiz bulunan adam, onu esir pazarına götürüp sattı. Görünüşü, ihtiyar manzarası arz ettiğinden kimse fazla para vermiyordu; vere vere elli kuruş verdiler. Satıcı parasını alıp işine gitti ve kurtuldu. Müşteri ile Hızır -aleyhisselâm- ise baş başa kaldılar. Efendisi Hızır’a, bir müddet hiçbir iş söylemedi, hiçbir hizmet buyurmadı. Bir gün Hızır, efendisine;
“–Ey benim sahibim! Sen para verip beni satın aldın, neden bir şey emir buyurmuyorsun? Şu ihtiyar görünüşüme bakma. Her ne emredersen Allâh’ın yardımıyla onu yapabilirim.” dedi.
“–Sen bir pîr-i fânîsin. Ben sana bu yüzden bir hizmet yüklemekten utanıyorum.” cevabını verdi.
Genç ve çok güçlü altı ırgatın zor yapabilecekleri bir iş vardı. Sahibi bu işin yapılmasını Hızır’a emretti. Bir saat içinde istediği iş görüldü. Adam bu işe pek şaştı. Kendi kendine;
“–Doğrusu buna pek taaccüb ettim; demek başıma bir devlet kuşu konmuş da ben farkında değilmişim.” dedi.
Bir kere de sahibi bir yere gidecekti, kölesi olan Hızır’a;
“–Senden bu defa daha zor bir şey isteyeceğim. Evim yok; ev yapmak için biraz kerpiç lâzım. Sana güvenim çok. Göreyim seni, ben gidip gelinceye kadar bu kerpiçleri hazırla!” dedi.
Ticaret için efendisinin ayrıldığı kısa bir sürede o kadar çok kerpiç hazırladı ki, adam geri döndüğünde hizmetkârına;
“–Ey sâdık kişi! Bunca çok işi; bir kişinin, değil senin gibi yaşlı, genç de olsa yapması mümkün değildir. Hattâ senin yaptığın işleri yapmak insan harcı değil; bunlar beşer kudretinin fevkindedir. Sen kimsin, ne kişisin? Gerçek kimliğin ne, in misin, cin misin? Bana söyle; Hak Teâlâ’yı seversen, kendini benden saklama!” dedi.
Hızır -aleyhisselâm- cevâben;
“–Söylemeyecektim fakat, sen Cenâb-ı Hak üzerine yemin verdirdin, o yüzden söylemeye mecbur kaldım. Bilesin ki ben Hızır’ım. Sana satılıp bedelini Hak yoluna vermişim.” deyip macerayı ayrıntıları ile anlattı. Karşısındaki adam pek fazla utandı ve korktu:
“–Ey velî! Yalvarırım beni bağışlayasın. Bilmeden sana bazı işler söyledim. Haddim olmayan şeyler de yaptım. Belki bu ağzımdan acı söz de çıktı. Malım-mülküm senin olsun; tek sen beni bağışla!” diye yalvardı.
Hızır -aleyhisselâm-;
“–Ey kişi! Bütün malın, servetin sende kalsın, ben hiçbir şey istemem. Tek sen artık beni âzad kıl da Cenâb-ı Hakk’a bütün varlığımla kulluk etmek imkânını bulayım. Bütün zamanlarımı O’nun emirlerine hasredeyim.” dedi.
Adam, Hızır -aleyhisselâm-’ın ayaklarına kapanıp özür dileyerek ayrıldı.
O da sevinç içinde yüce Yaratan’ın emirlerini îfâya koştu.
Ey kardeş!
Gördün mü; cömertlik nasıl olurmuş? Sende bu cömertlikten ne kadarı var?!.
Hızır -aleyhisselâm-’ın cömertliğinin yüceliğine bak ki, kendine aman diyen bir fakiri boş çevirmemek için, kendini köle gibi sattırıp parasını ona vermeye râzı oldu. Onu me’yûs etmedi. Bu vesile ile aklımıza şu mısra geldi:
Nabz-gîr-î kalb-i mahzun ol ki Lokmanlık budur.
“Mahzun bir insanın kederli nabzından elini hiç ayırma ki, hakikî Lokman Hakîmlik işte budur.” Yani muzdarip insanların dertlerine çare bulmak, onlarla hemhâl olmak gerek. Gerçek Lokmanlık budur, mânâsına gelmektedir.
Muhtaç bir zavallı senden bir sadaka istese; derhâl ver! Ayrıca Cenâb-ı Hak -azze ve celle-’nin; hac, zekât gibi farzlarını vüs‘atin nisbetinde yerine getir. Bu veçhile her iki âlemde hayır bulasın.
Rasûl-i Kibriyâ’nın şu mübârek hadîs-i şerîfini can kulağı ile dinle:
“Cömertlik, dalları dünyâya uzanan cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Kim onun dallarından birine tutunursa, bu onu cennete götürür.” (Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, VII, 435)
Cenâb-ı Hak, cümlemizi cömert olan kulları zümresine ilhâk eylesin.
Âtıfet bekleme kimseden sakın,
Maksûdun rızâ-i ilâhî olsun!
Riyâ ve süm‘adan şiddetle kaçın,
Matlûbun rızâ-i ilâhî olsun! Gülzâr-ı İrfan)
Kaynak: İrfan Öztürk, Yüzakı Dergisi 156. Sayı – ŞUBAT 2018
YORUMLAR