Hizmet Ehli Öfkesini Yenmelidir!

Îtidâli bozan en mühim âmillerden biri de öfkedir. Öfke bir acizliktir. Aklî dengenin kısmen zaafa uğramasıdır. İnsanın zayıflık ve liyâkatsizliğinin bir ifâdesidir, âdetâ nefse pirim vermektir. Bu itibarla hizmet ehli, öfkesini yutabilmelidir.

Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- birgün ashâb-ı kirâma:

“−Siz aranızda kimi pehlivan addedersiniz?” diye sordu.

Ashâb:

“−Yiğitlerin yenmeye muvaffak olamadığı kimseyi!” deyince, Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“−Hayır! Gerçek pehlivan, öfkelendiği zaman nefsine hâkim olabilen kimsedir.” (Müslim, Birr, 106) buyurdu.

Hakîkaten, sonu pişmanlık olan en yanlış kararlar, umûmiyetle öfke anında verilen kararlardır. Bu gerçeğe binâen Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- diğer bir hadîs-i şerîfte:

“Hiç kimse öfkeliyken iki kişi arasında hüküm vermesin.” (Müslim, Akdıye, 16) buyurmuşlardır. Hattâ kendisinden nasihat taleb eden bir sahâbîsine de üç defâ peş peşe “Gazaplanma!” (Buhârî, Edeb, 76) tavsiyesinde bulunmuşlardır.

ÖFKELİ KİMSE HEMEN KARAR VERMEMELİDİR

İnsanın türlü hâlleri vardır. Bazen öfkeli, bazen neşeli olur. Herhangi bir haksızlığa sebeb olmamak için, öfkeli iken hemen karar vermemelidir. Öfkelenen kimse, Peygamber Efendimiz’in tavsiyesi üzere, ayaktaysa oturmalı, oturuyorsa biraz uzanmalı, yine sâkinleşmezse abdest almalıdır. Kızgınlığı geçip iyice sakinleştikten sonra karar vermelidir. Zîrâ öfke ânında ekseriyetle denge bozulur, muhâkeme zaafa uğrar. Kul hakkına riâyet edilemez. Hizmet ehli, her zaman, muvâzene, nezâket ve zarâfetine dikkat etmelidir.

EĞİTİM HİZMETLERİNDE RÛHÎ YAPININ ÖNEMİ

Eğitim hizmetlerinde insanların içinde bulundukları rûhî yapının çok büyük bir ehemmiyeti vardır. Nasıl ki kendisini psikolojik olarak iyi hissetmeyen bir pilota uçma izni verilmezse, aynı şekilde öfkeli veya morali bozuk olan bir muallimin derse girmesine de müsâade edilmemelidir. Diğer taraftan öfkelenen muallim de, öfkesinin sebebini araştırmalı ve en kısa sürede sâkinleşmeye çalışmalıdır. Tâlim, îkaz ve nasihatlerini sükûnetle yapmalı, muhâtaplarını kırıp rencide edecek aşırılıklardan sakınmalıdır. Bağırıp çağırarak yapılan azarlamalar bir zâfiyet tezâhürüdür ve insana yakışmayan bir tavırdır.

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:

“Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeb sesidir.” (Lokmân, 19) buyurmakla sözün söyleniş üslûbundaki nezâkete dikkat çekmektedir.

Toplum içindeki bir şahsı hoş olmayan bir şeyden men etmek lüzûmu hâsıl olduğunda, onun şahsiyetini rencide etmemek için kusûru, ortaya söylemeli veya kendine izâfe ederek ifâde etmelidir. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- de, muhâtabının hatâsını yüzüne vurmayıp, ince bir sitemle:

“Bana ne oluyor ki sizi böyle görüyorum.” buyurarak bir gönül hassâsiyeti sergilerdi.

ŞEYH EDEBALİ'NİN OSMAN GÂZİ'YE NASİHATİ

İşte böyle bir üstün ahlâk içerisinde yetişen âbide şahsiyetler, târih boyunca halkın en aşağı tabakasından devlet başkanlarına kadar hemen herkese yön vermişlerdir. Bir misâl olması bakımından Şeyh Edebali Hazretleri’nin, Osman Gâzî’ye ve onun şahsında bütün devlet adamlarına ve hattâ en alt kademeden en üst kademedeki her bir idâreciye yaptığı şu tavsiyeleri, ne kadar derin ve mânâlıdır:

“Ey oğul! Beysin! Bundan sonra:

Öfke bize; uysallık sana...

Güceniklik bize; gönül almak sana...

Suçlamak bize; katlanmak sana...

Âcizlik, yanılgı bize; hoş görmek sana...

Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adâlet sana...

Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana...”

Ey oğul!

Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana...

Tembellik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana...”[1]

İşte bütün bunlar, hizmet ehlinin tâkip etmesi gereken birer îtidâl ölçüsüdür.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Vakıf-İnfâk-Hizmet, Erkam Yayınları

Dipnotlar:  [1] Edebali Hazretleri’ne âit bu nasîhatlerin devamı için bkz. sf. 295.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.