Hizmette 'adap ve Ölçü' Nasıl Olmalı?
Hizmet eden kişinin gönlü, münbit bir toprak gibi olmalıdır. Toprağın üzerinde gezen canlılar, onu çiğner ve cürûfunu da oraya dökerler. Fakat toprak, bu cürûfun hepsini temizler ve birbirinden güzel nebatlar bitirerek üzerinde dolaşan bütün mahlûkâtı besler.
Güneş için ısıtmamak nasıl imkânsız ise, yüksek ruhlar için de insanlara acımamak, hizmetten kaçınmak, ıztırap ve çileler karşısında duygusuz kalmak ve etrafına güzellik tevzî etmemek öyle imkânsızdır.
İslâm ahlâkının mühim bir bölümünü teşkil eden hizmet, nefsin hodgâmlığından kurtularak diğergâm bir ruhla mahlûkâta yönelmek sûretiyle Allâh’ın rızâsını aramaktır. Dünyevî menfaat elde etme düşüncesinden uzak, sırf Allah rızâsı için îfâ edilen her samimî hizmet, hakîkatte Rabbe vuslat arayış ve iştiyâkının davranışlara aksetmiş bir ifâdesidir. Yani bir müslüman için hizmet, son derece mühim ve fazîletli bir vazifedir. Lâkin hizmetlerin belli âdâb ve ölçüler dâhilinde yapılması zarûrîdir. Zira âdâbına riâyet etmeden yapılan bir hizmetten hayır umulamaz.
Dolayısıyla bütün hizmetler, mâhiyet ve keyfiyet itibârıyla en mükemmel bir sûrette îfâ edilmelidir. Yani gerek maddî, gerekse mânevî hizmetlerin îfâsında gösterilen gayret ehemmiyetli olduğu gibi, onların hangi kalbî keyfiyet ve seviye ile yapıldığı da pek mühimdir. Zira hizmetin bereketli ve Hak katında makbûl olabilmesi, ancak buna bağlıdır. Onun içindir ki büyükler:
HİZMETTE ADAP VE ÖLÇÜ
“Hizmet mühimdir; lâkin hizmette edep daha mühimdir.” buyurmuşlardır. Böylece hizmetin, samimî bir yürekle ve belli âdâb ve usûllere uyularak îfâ edilmesinin lüzûmunu beyân etmişlerdir. Yani hizmette bulunanlar, tıpkı mayınlı bir arazide yürüyormuş gibi büyük bir hassâsiyetle, muâmelelerinde nezâkete dikkat etmek mecbûriyetindedirler.
Cenâb-ı Hak, yaptığımız amellerin sâlih olmasını arzu buyurduğu kadar, onları ne derecede takvâ ölçülerine riâyetle yaptığımıza da nazar eder. Bu bakımdan maddî olarak fakir, fakat gönlü zengin bir kimse, yarım hurma ile dahî cenneti kazanabilirken; maddî olarak zengin, fakat kalbi fakir, yani gâfil olan da, bütün servetini sarf etse bile yine de hüsrâna düşebilmektedir. Bu demektir ki, yapılan ibadetlerin Hak katında kabûlü, gönüldeki ihlâs ve iştiyâkın coşkunluğuna bağlıdır. Zâhiren muazzam görünen nice amel-i sâlihler, cüce bir gönlün içinde yok kadar küçülürken; zâhiren basit ve küçük sanılan nice amel-i sâlihler ise, yüce bir gönlün ihlâs ve takvâ iklîminde ecri yerlere ve göklere sığmayan ulvî bir kazanç ve ebedî bir kâra vesîle olmaktadır.
O hâlde en mühim husus; özdür, kalbin duyuşlarıdır. Yani ibadette gönlün riâyet ettiği edep ve ölçülerdir ki, bu hakîkat, hizmette daha da ehemmiyet kazanır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e, ihlâs ve takvâ ile kurulan Kuba Mescidi’nde namaz kılması, buna mukâbil münâfıkların nifak ve fitne temelleri üzerine kurduğu Mescid-i Dırar’ı da yıkması emredilmiştir. Dıştan bakınca bunların her ikisi de mesciddir, ancak içten bakınca aralarında doğu ile batı, cennet ile cehennem kadar fark vardır.
İşte edep ölçüleriyle îfâ edilen hizmetlerle, bu ölçülere riâyet edilmeden yapılan hizmetlerin farkı budur.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hizmet, Erkam Yayınları