Hizmette Muvaffak Olabilmenin Yolu
Hizmet, Cenâb-ı Hakk’ın kullarından taleb ettiği ictimâî bir kulluk vazifesidir. Müminin hayatı, mahlûkâta hizmetle bereketlenir; derinlik ve mânâ kazanır.
HİZMET, ALLAH'I VE RIZASINI ARAMAKTIR
İslâm ahlâkının mühim bir bölümünü teşkîl eden hizmet, nefsin hodgâmlığından kurtularak diğergâm bir rûhla mahlûkâta yönelmek sûretiyle Allâh’ı ve rızâsını aramaktır. Nefsânî menfaat elde etme düşüncesinden uzak, sırf Allâh rızâsı için îfâ edilen her samîmî hizmet, hakîkatte Rabb’e vuslat arayış ve iştiyâkının davranışlara aksetmiş bir ifâdesidir.
Dolayısıyla bütün hizmetler, mâhiyet ve keyfiyet itibâriyle en mükemmel bir sûrette îfâ edilmelidir. Bu da, birtakım edeb ve ölçülere riâyet etmekten geçer. Yâni gerek maddî, gerekse mânevî hizmetlerin îfâsında gösterilen gayret ehemmiyetli olduğu gibi, onların hangi kalbî keyfiyet ve seviye ile yapıldığı da pek mühimdir. Zîrâ hizmetin bereketli ve Hak katında makbul olabilmesi, ancak buna bağlıdır. Onun içindir ki büyükler:
HİZMETTE EDEB, DAHA MÜHİM!
“Hizmet mühimdir; lâkin hizmette edeb daha mühimdir.” buyurarak hizmetin, feyiz dolu samîmî bir yürekle ve belli âdâb ve usûllere uyularak îfâ edilmesinin lüzûmunu beyân etmişlerdir.
Zîrâ Cenâb-ı Hak, yaptığımız amellerin sâlih olmasını arzu eylediği kadar onları ne derecede takvâ ölçülerine riâyet ederek yaptığımıza da nazar eyler. Yâni davranış ve ibâdetlerimizi usûl ve erkân açısından nasıl îfâ ettiğimizle birlikte onları nasıl bir kalbî keyfiyet içinde icrâ ettiğimize de bakar. Bu bakımdan maddî olarak fakir, fakat gönlü zengin bir kimse yarım hurma ile dahî cenneti kazanırken, maddî olarak zengin, fakat kalbi fakir, yâni hasta ve gâfil olan da, bütün servetini sarfetse bile yine de hüsrâna düşebilmektedir.
“Âşıkların hizmetleri de, hizmetlerinin mukâbili olarak aldıkları da Hak Teâlâ’dır, yâni O’nun rızâsı, lutfu ve ihsânıdır…”
Hz. Mevlânâ
GÖNÜLDEKİ İHLÂS VE AŞK
Bu demektir ki, yapılan ibâdetlerin Hak nazarında kabûlü, gönüldeki ihlâs ve aşkın coşkunluğuna bağlıdır. Zâhiren muazzam görünen nice amel-i sâlihler, cüce bir gönlün içinde yok kadar küçülürken, zâhiren basit ve küçük sanılan amel-i sâlihler de, yüce bir gönlün iklîminde ecri yerlere ve göklere sığmayan ulvî bir kazanç ve ebedî bir kâra vesîle olmaktadır.
O hâlde en mühim husus; özdür, kalbin duyuşlarıdır. Yâni ibâdette gönlün riâyet ettiği edeb ve ölçülerdir ki, bu hakîkat, hizmette daha bir ehemmiyet kazanır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e, ihlâs ve takvâ ile kurulan Kuba Mescidi’nde namaz kılması, ancak münâfıkların nifak ve fitne temelleri üzerine kurduğu Mescid-i Dırar’ı da yıkması emredilmiştir. Dıştan bakınca bunların her ikisi de mesciddir, ancak içten bakınca aralarında doğu ile batı, cennet ile cehennem kadar fark vardır.
İşte edeb ölçüleriyle îfâ edilen hizmetler ile bu ölçülere riâyet edilmeden yapılan hizmetlerin durumu!..
HİZMETTE MUVAFFAK OLABİLMENİN YOLU
O hâlde hizmette muvaffak olabilmek için ilim, irfân, liyâkat, vakar, sağlam bir karakter ve şahsiyet sâhibi olmak zarûrîdir. Bunun zıddına, samîmiyetsiz ve gâfilâne yapılan hizmetlerden de hayırlı ve bereketli bir netice beklemek beyhûdedir.
Bu itibarla hizmet insanı, kendinde üstünlük vehmeden bir kâbus olmamalıdır. Bilâkis rûhların selâmeti yolunda yalnız kibrini, servetini, şöhretini değil, bütün varını harcamaya hazır, fedâkâr bir mümin olmalıdır. Gerçek bir hizmet insanı, her sefâlet ve mâtemin civârında, yalnızların başucunda bulunmayı şiâr edinmiştir. Her sahada vazifelerini muhabbetle yapmasını bilen, ümid ve îmân kaynağı bir gönül insanıdır.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Vakıf-İnfâk-Hizmet, Erkam Yayınları