Hocam Cemal Cebeci Bey’in Ardından
Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Altınoluk Dergisi’nin 378. sayısında Kayseri’de bir neslin öncüsü olan hocası merhum Cemal Cebeci Bey’in ardından anılarını kaleme aldı.
Hocam Cemal Cebeci Bey’in ardından (1919-2017)
19 Haziran 2017 Pazartesi günü iftarının yaklaştığı saatlerde Kayseri İmam-Hatip Okulu ve İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nden devre arkadaşım ve dostum Muhteşem Ağır bey Nevşehir’den aradı. Hal-hatır sorduktan sonra “Cemal Cebeci Hoca vefat etmiş haberin oldu mu?” dedi. “İnna lillah ve inna ileyhi râciun, haberim olmadı” dedim. “Bugün sabah vefat etmiş, cenazesi yarın (20.6.2017) öğle namazından sonra Hacı Bayram Cami’inden kaldırılacakmış” dedi.
Bu haber üzerine hayat şeridim geriye sarmaya başladı. 1959 yılı Ekim ayında hocanın önce ismi ve imzası ile sonra da kendisi ile tanışma bahtiyarlığına kavuşmuştum. Yatılı okuma imkanı olduğu için Kayseri İmam-Hatip Okulu’na dilekçe ile başvurmuştum. Bir hafta on gün kadar sonra yarım sayfalık antetli bir kağıda yazılmış cevap geldi. “Müracaatınız uygun bulunmuştur, ... tarihte gelip kaydınızı yaptırın” diyordu. Aslında büyük bir heyecanla beklediğim ve adıma hitaben yazılmış ilk resmi yazıydı bu. Altında yatay konumda düzgün kıvrımlarıyla insanı cezbeden güzel bir imza ve İmam Hatip Okulu Müdürü Cemal Cebeci ismi yer alıyordu.
İtiraf etmeliyim ki, o günki halet-i ruhiyemle, o yazının gelişine sevindiğim kadar hayatımda çok az şeye sevinmişimdir. Yazıyı emeklilik yıllarıma kadar sakladım. Keşke elimde olsaydı da buracıkta fotokopisini sunabilseydim.
Cemal Cebeci Bey üç sene bize hocalık ve müdürlük yaptı. Hoca, Kayseri’nin Develi ilçesinden Kara Müftü diye meşhur Numan hoca efendinin oğlu, çok saygıdeğer, muhterem bir insan idi. Edebiyat hocamızdı. Ben el yazımı, kendisi gibi mükemmel olan onun güzel yazısına baka baka güzelleştirdim.
“SAYGI BEKLENMEZ, KAZANILIR”
Hoca, okul bahçesindeki müdür lojmanında oturmakta idi. Gece-gündüz vakit namazlarını talebeyle birlikte okulun mescidinde edâ ederdi. Daima talebenin içindeydi. Bağırdığını hiç görmediğim ilk idareciydi. Büyük bir ağırlığı ve saygınlığı vardı. Biz öğrenciler gibi, Okul ile ilişkisi olan herkes kendisini sever ve sayardı. Hocanın ciddiyet ve vakarı daimi idi. Herkes de kendisine onun mütevazi ve sakin görünüşü içindeki heybetine yakışır biçimde saygı gösterirdi. Esasen “saygı beklenmez, kazanılır”dı.
Talebenin toplu bulunduğu herhangi bir yere geldiğini, öksürmek suretiyle haber verme uygulamasını bendeniz hocamız ve müdürümüz Cemal Cebeci beyde gördüm. Bizler yatılı öğrenci idik. Müdür bey, yatakhane, yemekhane, mescid ve dershaneye girerken kapının birkaç metre önünde, içerdekilerden kapıya yakın olanların duyacağı bir ses tonuyla öksürürdü. Bu öksürüğün zoraki, daha doğrusu, geldiğini haber verme amaçlı olduğunu herkes bilirdi. Duyanların ikazı ile orada bulunanların her biri sesini keser, kendisine çeki düzen verirdi.
Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.) dedi ki:
“‘Ya Resûlallah!.. (Kendi evlerinizden başka evlere, izin alıp halkına selâm vermeden girmeyin) âyeti hakkında ne buyurursunuz? Selâm vermeyi anladık, ama şu (istînâs) nedir?’ diye sordum.
“Şöyle buyurdu:
“‘Kişinin tespih, tekbir getirerek ve tahmit ederek veya öksürmek suretiyle oda sakinlerine, içeri girmek için geldiğini bildirmesidir.’”1
Meğer müdürümüz Cemal Cebeci bey, âyet-i kerimedeki “istînâs = içeri girmek için geldiğini bildirmek” diye belirlenen yollardan en sonuncusunu yani öksürmeyi uyguluyormuş.
Böyle bir uygulamanın, hem aile reisleri hem de okul ve kurum yöneticileri ve eğitimciler için oldukça uygun bir davranış olduğu açıktır.
9,5 SENE VE...
Bu yazıyı bitirmek üzereyken İmam-Hatip Okulu’nda ara-sıra tuttuğum notlarımı karıştırmak aklıma geldi. “9,5 Sene Ve..” başlığı altında hocanın Kayseri’den ayrılışıyla ilgili olarak şunları yazmışım:
8. XI. 1962 Perşembe sabahı..Bir kırmızı kamyon ve talebeler etrafında halkalanmış. Bu sabaha birkaç gün evvelinden hazırlanılmıştı. 6 Salı akşamı bir veda ziyafeti, 7 Çarşamba akşamı ikinci bir kokteyl parti. Ve bu sabah.
Evet okul müdürümüz Cemal Cebeci bey, tayin olduğu Ankara’daki yeni vazifesine müteveccihen bizden ayrılıyordu. Tanıdıklarının ve biz talebelerinin göz yaşları arasında göz yaşlarıyla ayrılıp gitti.
Bir gün evvelki bize yapmış olduğu konuşmasında şöyle demişti:
“...Üzerinizdeki emeklerim, bu mesleğe hizmet ettiğiniz müddetçe helâl olsun...”
9,5 senelik çalışmaları okula kalmışsa bu sözü de bana kalmış, gönlümü almıştır... (11.XI. 1962)
SONRAKİ TEMASLARIM
Haseki’de kursiyer olarak bulunduğum yıllarda (1976-1977) hoca bir gün kursa geldi. Beni görünce; “İsmail, tam yerini bulmuşsun. Başarılar dilerim” diye beni ilim yolculuğuna teşvik etti.
Daha sonraki yıllarda da hoca ile bir kaç kez görüştük. Birlik Vakfı’nda sunumlu bir konferans verdiğim akşam hocam karşımda idi. Oldukça heyecanlanmış ve durumu “hocamın huzurunda olmakla” izleyenlere açıklamıştım. Programın bitiminde, “konferans metninden bir nüsha isterim” diye iltifat etmiş, beni böylesi kültürel faaliyetlerde bulunmaya yüreklendirmişti.
Bir kaç yıl önce (iki bin onlu yıllar), N. Mehmet Solmaz Bey ile birlikte yazdığımız Kur’an-ı Kerime Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi isimli eserimizi Solmaz bey hocaya takdim etmiş, o da çıktığı tatilde okumuş. Uzunca bir telefon görüşmesinde, tatlı iltifatlarıyla kitabı beğendiğini, şimdiye kadar haberinin olmadığına da üzüldüğünü bildirmişti.
Kendisinin kaleme aldığı (İmam-Hatip Nesli) alt başlığını taşıyan Doksanüç Yılın Ardından Hatıralarım3 adlı kitabını da gönderme lutfunda bulunmuştu. Cemal Cebeci bey hocamın, İmam-Hatip okulları, Yüksek İslam Enstitüleri ile ilgili değerlendirmelerini, idari, kültürel ve siyasi hayatta gerçekleştirdiği faaliyetlerini kendi kaleminden anılan kitabından detaylı şekilde takip etmek mümkündür.
Doksan sekiz yaşında (1919-2017) vefat etmiş olan muhterem hocam Cemal Cebeci beye Allah’tan ğani ğani rahmet, yakınlarına, sevenlerine, öğrencilerine baş sağlığı diliyor, bu yazıyı okuyanların hocamın ruhuna bir fatiha ikramında bulunmalarını arzu ediyorum.
İnna lillah ve innâ ileyhi râciun.
HOCANIN İKİ UYARISI
Bir gün okul dışında kendisiyle karşılaştık. Ben hocanın ellerine sarılıp öpmek istedim. O, her zamanki sakin haliyle,
“Dur İsmail, bak usül şudur. Böylesi hallerde küçükler büyükleri bekler. Eğer o elini uzatırsa, onlar da musafaha veya öpmek için hareket ederler. Aksi halde erken davranıp büyükleri elini uzatmaya mecbur etmek doğru olmaz” demişti.
Bir başka gün de arkadaşıma postaya atması için bir mektup verdiğimi görmüştü. Hemen oracıkta; “Bakın böylesi durumlarda yapılması uygun olan hareket şudur. Mektubu veren, zarfı ağzı açık olarak verir. Alan da hemen orada zarfın ağzını kapatır. Böyle yapmaları her ikisinin de karşılıklı olarak birbirlerinin güvenine layık olduklarını gösterir.”
Rahmetli edebiyat öğretmenimiz muhterem Sabit Hashalıcı ve Arapça öğretmenimiz Mehmet Çorakçı beyler ile birlikte hocanın kaleme aldıkları Hazreti Ömer’in Adaleti adlı üç perdelik piyes, okul öğrencileri bizler tarafından 1960’lı yıllarda memleketimizin dört bir yanında temsil edilmiş, İmam-Hatip Okullarının halkımıza tanıtımında büyük katkı sağlamıştır
HOCANIN BİR TESPİTİ
1970 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı merkezinde gazete ve dergi bürosunda görev aldığım günlerde idi. O yıllarda hoca Devlet Planlama teşkilatında çalışıyordu. O gün Yayın müdürü olan Mehmet Kervancı beyin delalet ve refakatiyle hocayı ziyarete gitmiştim. Milli Eğitimden Diyanet’e geçtiğimi öğrenince Hoca şöyle demişti:
“- Hayırlı olsun. Ancak şunu hiç unutma; başıma bir iş gelirse müessesem beni korur diye bir düşünce ve ümidin olmasın. Kendi başının çaresine kendin bakacaksın. Çünkü devlet müesseseleri içinde sadece Diyanet, personelini korumaz, koruyamaz. Çünkü henüz müessese olamamıştır.”2
Dipnotlar: 1) İbn Mâce, Edeb, 17; Taberânî, el-Mu’cemu’l-kebîr, Topkapı Sarayı Müzesi Ktp., A. 4654, cüz II, 278a. 2) Çakan, I. Din Şurası, Tebliğ ve müzakereler II, “Din Hizmetleri Din Eğitimi ve Din Bilimleri Araştırmalarının koordinesi”, s. 50, Ankara, 1995 3) Ankara 2013
Kaynak: İsmail Lütfi Çakan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 378, Ağustos 2017
YORUMLAR