Hûd Suresi 107. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Hûd Suresi 107. ayeti ne anlatıyor? Hûd Suresi 107. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Hûd Suresi 107. Ayetinin Arapçası:
خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ اِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُ
Hûd Suresi 107. Ayetinin Meali (Anlamı):
Âhiret âlemindeki gökler ve yer ayakta durdukça onlar da ebediyen o ateşin içinde kalacaklardır. Ancak Rabbinin dilemesi hâriç. Çünkü Rabbin ne dilerse onu eksiksiz yapar.
Hûd Suresi 107. Ayetinin Tefsiri:
Kıyamet
gününün farklı yerleri ve merhaleleri vardır. Orada öyle yerler var ki herkesin
nutku tutulur, hiç kimse konuşamaz. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur: “Bugün,
onların tek bir kelime bile edemeyecekleri bir gündür. Kendilerine izin
verilmez ki, özür dileyebilsinler.” (Mürselât 77/35-36) Öyle yerler var ki,
orada ancak Allah Teâlâ’nın izin verdiği kimseler konuşacak, konuştuğunda da
ancak doğruyu söyleyecektir. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur: “O gün
Rahmân’ın izin verdiklerinden başkası konuşamaz. Konuşan da ancak doğru ve
uygun olanı söyler” (Nebe’ 78/38); “İzni olmadan O’nun huzurunda kim
kalkıp da şefaat edebilir?” (Bakara 2/255) Orada öyle devreler olacak ki,
orada herkes kendini savunabilmek için mücadele edecektir: “Mahşer günü
herkes gelip sadece kendisini kurtarmaya çalışacaktır” (Nahl 16/111); “Derken
birbirlerine dönüp, karşılıklı söz düellosuna başlarlar.” (Sâffât 37/27) Bu
devrelerin bazısında da insanların ağızlarına mühür vurulacak; onların elleri
konuşacak ve ayakları şâhitlik edecektir. (bk. Yâsîn 36/65)
Mahşer
halkının bir kısmı bedbaht olacak, bir kısmı da bahtiyar olacaktır. Bedbaht
olanlar cehenneme atılacaktır. Cehennemde duydukları ıstırap ve çektikleri acı
sebebiyle çok fecî bir nefes alış verişleri olacaktır. Solurken göğüs geçirip
hıçkıracaklar; görülmemiş bir şekilde nefes alıp vereceklerdir. Acıdan inleyip
feryat edeceklerdir. Aslında اَلزَّف۪يرُ
(zefir) “nefesi güçlükle ve sıkıntılı bir şekilde vermek”, اَلشَّه۪يقُ (şehîk) ise aynı tarzda geri almak
demektir. Bu iki kelime Arapçada esasen merkeplerin ilk anırma anları ile
anırmalarını bitirirken çıkardıkları sesi anlatmak için kullanılır. Dolayısıyla
maksat bedbahtların bağırmalarını merkep anırmasına benzetmektir. Bunların
cehennemde çıkardıkları sesler, merkeplerin çıkardığı çirkin sesler gibi
olacaktır. Nitekim bu durum dünyada bile özellikle boğulma, asılma, başının
vurulması gibi belâlara maruz kalan kimselerde görülür. Bu esnâda bazı
suçluların sığır böğürtüsü gibi böğürdükleri ve seslerinin çok tuhaflaştığı
müşâhede edilir. Âhiretin ise dünyadan kat be kat daha sıkıntılı olduğu bir
hakikattir.
Gökler
ve yer ayakta durdukça o bedbahtlar cehennemde ebedi duracaklardır. “Göklerle
yerin ayakta durması” sözü, diğer Kur’an âyetlerinin açıkça haber verdiği gibi
(bk. Cin 72/23) ebediliği beyân eder. Çünkü burada bahsedilen “gökler ve yer”,
şu an mevcut olan gökler ve yer değil, “Kıyamet günü yer başka bir yerle,
gökler de başka göklerle değiştirilir” (İbrâhim 14/48) âyetinde
belirtildiği üzere, âhiret âlemine mahsus yaratılacak olan “gökler ve yer”
olacaktır. Âhiret âlemi ebedi olduğu gibi, o âlemin gökleri ve yeri de ebedi
olacaktır. Dolayısıyla bu ifade, hakiki mânada bir ebedilikten bahseder.
Nitekim, cennetliklerle alakalı gelen “kesintisi olmayan bir ihsan” kaydı da
bunu destekler. “Rabbinin dilediği müstesnâ” kaydına gelince, Allah Teâlâ’yı
bağlayan, O’nu bazı şeyleri yapmaya mecbur eden hiçbir güç, hiçbir kanun
yoktur. Her şey O’nun dilemesine bağlıdır. Cehennemin ve cehennemliklerin
durumu da öyledir. Cenâb-ı Hak dilediğini ebedi olarak ateşte bırakır;
dilediğini affedip oradan çıkarabilir. Dilediğini başka azaplara düçar
kılabilir. Ancak Kur’ân-ı Kerîm, Allah Teâlâ’nın cehennemin ebediliğini ve
oraya kâfir olarak girenlerin de orada ebedî kalacağını dilediğini haber
vermektedir. Bununla birlikte günahkâr mü’minler cehennemde ebedi olarak
kalmayacak, oradan çıkarılacaklardır.
Bahtiyarlar
ise cennette olacaklar ve âhiret gökleri ve yerleri ayakta durdukça orada ebedi
kalacaklardır. Manevî derecelerine göre nimetlere nâil olacaklar, ilâhî rızâ ve
cemâlullah lutuflarına erişeceklerdir. Onlar için bitmeyen nimetler, kesintisiz
ihsanlar, sonsuz bir Allah vergisi olarak ikram edilecektir. “Cennetin
yiyecekleri de, gölgesi de devamlıdır.” (Ra‘d 13/35) İlâhî rızâ nimeti de
ebedîdir. Nitekim Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ cennetliklere:
«- Ey cennet
sâkinleri! diye seslenir.» Onlar da:
«- Buyur Rabbimiz!
Emret! Bütün hayır ve iyilikler senin elindedir» derler. Allah Teâlâ:
«- Halinizden
memnun musunuz?» diye sorar. Onlar:
«- Nasıl memnun
olmayalım, Rabbimiz. Sen bize, hiç kimseye vermediğin bunca nimetler ihsan
ettin» derler. Allah Teâlâ:
«- Size bunlardan
daha değerlisini vereyim mi?» buyurur. Cennetlikler:
«- Bunlardan daha
değerlisi ne olabilir, Rabbimiz!»
derler. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak:
«- Üzerinize rızâmı
indiriyorum; bundan sonra size hiç gazap etmeyeceğim» buyurur.” (Buhârî, Rikak 5; Müslim, Cennet 9)
Zaten
pek çok âyette de cennetin ebedî olduğu kaydı açıkça yer almaktadır. (bk. Nisâ
4/122; Beyine 98/8)
O
halde:
Hûd Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Hûd Suresi 107. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...
YORUMLAR