Hud Suresinin 112. Ayeti Ne Anlatıyor?

KUR’ÂNIMIZ

Hud suresinin 112. ayetinde ne anlatılmak isteniyor? İhtiyarlatan âyet; Hud suresinin 112. ayetinin meali ve tefsirini yazımızda okuyabilirsiniz...

Kur’an’da şöyle buyrulur:

فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْاۜ اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

Senin yanında hak yola dönenlerle birlikte, sana buyurulduğu gibi dosdoğru ol! Siz de azıp sapmayın. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görmektedir. (Hûd, 11/112)

İHTİYARLATAN AYET

Bilgi:

İslam, doğruluk dinidir. İslam ile bize öğretilen hakikatler, istikâmet sahibi olmamızı ve değer kazanmamızı sağlarken İslam’dan uzak kalmak insanlığı sefalet ve felakete sürükler. Ayette geçen “dosdoğru ol” emri dinimizin özünü teşkil eden büyük emirlerdendir. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu ayet sebebiyle “Beni Hud Sûresi ihtiyarlattı.” buyurarak “dosdoğru ol” emrinin bizlere ne kadar ağır bir sorumluluk yüklediğini hissettirmiştir. Ayette ayrıca müminin üç vasfına dikkat çekilmiştir ki bunlar: “hakka yönelmek”, “dosdoğru olmak” ve “doğruluktan ayrılmamak”tır.

Mesaj:

  1. Sahip olmamız gereken en önemli değerlerden biri, doğruluktur.
  2. Hak yolda olanlardan ayrılmamalıyız.

Kelime Dağarcığı:

İstikâmet: Doğruluk, dürüstlük.

Basîr: Her şeyi bütün özellikleriyle gören.

Kaynak: Diyanet, Kur'an-ı Kerim'den Serlevha Ayetler

TEFSİR

  1. Öyleyse sana emredildiği gibi dosdoğru ol. Daha önce gittikleri yanlış yolları bırakarak Allah’a yönelen ve senin maiyetine girenler de dosdoğru olsunlar! İstikâmeti terk edip doğru yoldan dışa taşmayın. Hiç şüphesiz Allah, ne yapıyorsanız hepsini hakkıyla görmektedir.

İstikâmet, sağa ve sola sapmaksızın tek bir yön üzere devam etmektir. Esas mânası, Allah Teâlâ’nın emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçmak üzere dosdoğru yürümektir. Tuğyân ise haddi aşmaktır. Âyetin emri hem Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’e, hem de ona iman eden, kıyâmete kadar da iman edecek olan mü’minleredir.

 Süfyan b. Abdullah es-Sakafî, Allah Resûlü (s.a.s.)’e gelerek:

“- Ey Allah’ın Rasûlü! İslâm’a dair bana öyle bir söz söyle ki, onun hakkında senden sonra hiç kimseye soru sormayayım” dedi. Efendimiz (s.a.s.):

“- Allah’a iman ettim, de, sonra da istikamet üzre  ol!” buyurdu. (Müslim, İman 62)

İbn Abbâs (r.a.), huzuruna gelip nasihat isteyen Osman b. Hâdır el-Ezdî’ye şöyle der:

“Allah’a karşı takvâ sahibi olmaya ve dâimâ istikâmet üzere bulunmaya dikkat et. Kur’an ve sünnete uy, bid’atçi olma!” (Dârimî, Mukaddime 19)

Diyarbakırlı Saîd Paşa şu öğütte bulunur:

“Sen usandırma eli, el de usandırmaz seni

Hîlekârlık eyleme, kimse dolandırmaz seni.

Dest-i a’dâdan soğuk su içme kandırmaz seni,

Müstekîm ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni.”[1]

Hakiki bir mü’min şahsiyeti kazanıp Allah’ın rızâ ve muhabbetine erebilmek için istikametten başka yol yoktur. Bu bakımdan her hususta istikamet kadar yüksek bir makam ve onun kadar zor başarılacak hiçbir emir yoktur. Hangi iş veya hedef olursa olsun ona ulaşmanın en kısa yolu doğruluktur. Fakat bu noktada doğru olanı tespit edip o istikamette yürümenin iç içe zorlukları vardır. Şöyle ki:

Her şeyden önce bir işte doğrunun hangi çizgide olduğunu tayin ve tespit etmek çok zordur.

Dosdoğru olan o çizgi üzerinde sarsılmadan yürüyebilmek daha zordur.

İstenilen hedefe ulaştıktan sonra aynı şekilde o doğruluk üzere, hiç eğilmeden devam ve sebat edebilmek büsbütün zordur.

Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri istikâmetin zorluğu ile alakalı şu açıklamayı yapar: “İstikamet ancak şeriat, tarikat, mârifet ve hakikat mertebelerinin hakkını tam olarak vermekle mümkün olur. Hükümlerde âdil olmak şeriatın hakkına riâyete dâhildir. Tabîat mertebesinde istikâmet, şeriata riâyet iledir. Nefis mertebesinde istikâmet, tarikata riâyet iledir. Rûh mertebesinde istikâmet, mârifete riâyet iledir. Sır mertebesinde istikâmet ise mârifet ve hakikate riâyet ederek mümkün olur. Bütün bunlara riâyet edebilmek, son derece zordur.” (Bursevî, Rûhu’l-Beyân, IV, 254-255)

Bu sebeple Efendimiz (s.a.s.):

“Hûd sûresi ve kardeşleri olan Vâkıa, Hâkka, Mürselât, Nebe’ ve Tekvîr gibi sûreler beni ihtiyarlattı” (Tirmizî, Tefsir 57/3297) buyurmuştur.

İnsanın kemale ermesi, harikulade şeyler göstererek değil, bu mertebeleri kemale erdirmek sure­tiyledir. Nitekim Şeyh Ebû Saîd’e: “Falanca su üze­rinde yürüyor” denince, “Balıklarla kurbağalar da öyle” der. “Falanca havada uçuyor” denince, “Kuşlar da öyle” der. “Falanca bir anda doğuya ve batıya ulaşıyor” denince “İblîs de öyle” der. “Peki öyleyse sana göre kemale ermenin ölçüsü nedir?” dediklerinde ise Ebû Saîd: “Zâhirî olarak yaratılanlarla, bâtınî olarak da Hak ile birlikte olabilmektir” diye cevap verir. (Bursevî, Rûhu’l-Beyân, IV, 255)

Dipnot:

[1] Dest-i a’dâ: Düşman eli. Müstekîm ol: Her işinde doğru ve dürüst ol.

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri, kuranvemeali.com