Hüdâyi Hazretleri'nin Kerameti

Hüdâyî’nin mânevi mertebeleri kısa zamanda kat’ederek yükselmesi ve şeyhine halîfe olması ba’zı dervişlerin kıskançlığını mûcib olmuştu. Hüdâyî’nin üç sene gibi kısa bir zamanda bu derece yükselmesini için için çekemeyenler vardı. Durumu sezen Hz. Üftâde, Hüdâyî’nin büyüklüğünü göstermek için şöyle bir plân hazırladı.

Üftâde Hazretleri'nin yaptığı plan doğrultusunda harekete geçildi. Mevsim kıştı. Dışarıda kar yağıyor, fırtınalar esiyordu. Hz. Üftâde mürîdânı ile beraber yemek yiyorlardı. Sofraya pilâv konulduğu zaman Hz. Üftâde:

“-Şimdi bağdan taze kopmuş üzüm olsa bu yemekle ne güzel olurdu.” deyince dervişler birbirlerinin yüzüne bakmaya başladılar. Çünkü söyleyen sözde gayr-i tabiîlik vardı; zirâ her taraf karla kaplı idi ve üzüm mevsimi çoktan geçmişti. Fakat Hüdâyî, şeyhinin teklifindeki işâreti keşfederek:

“-Müsâade buyurulursa maksadınızı yerine getireyim.” dedi. Hz. Üftâde:

“-Memnûn olurum.” cevabını verdi. Mürîdân hayretler içinde birbirlerine bakışarak neticeyi beklemeye koyuldular.

Hüdâyî gitti, bağ karlarla örtülmüştü. Fakat ma’neviyyâtın şiddetli ateşi önünde bunun ne önemi vardı. Kütükler derhâl yeşillendi, yeşil yapraklar arasında olgunlaşmış üzümler görünüyordu. Hüdâyî, bu üzümlerden bir iki sepet doldurdu. Sevincinden yolda vecde geldi. Rûhu taştı, meczûb dervişler gibi sallana sallana ilâhi, evrâd, kasîde okuyarak dönüyordu. Fakat kazara ayağı kaydı ve yanındaki bataklığa düştü. Kurtulayım diye uğraşıyor, fakat bir türlü muvaffak olamıyordu. Bu hâlin kendisini son derece mahzûn ettiği esnâda ansızın bir zat zuhûr ederek yanına geldi ve ona:

“-Evlâdım elini uzat seni kurtarayım.” dedi. Hüdâyî ona kim olduğunu sordu; fakat cevap alamadı. Yalnız:

“-Efendi, bu el senden başkasına uzatılmaz!” deyince Hüdâyî elini ona uzattı ve oradan kurtuldu. Meğer bu zat, Hızır imiş.

Hüdâyî, nihayet üzümü şeyhinin huzuruna götürmeğe muvaffak oldu. Bu zâten onun için bir imtihândı.

Hüdâyî, olanları şeyhine anlattı. Bütün mürîdân hayretten donakalmıştı. O’nun hakkında sû-i kanâatlarından utandılar. Şeyh Üftâde onlara:

“-Gördünüz ya Hüdâyî’nin kemâlini. O bu hilâfete çoktan hak kazandı” buyurdu.

Kaynak: Aziz Mahmud Hüdâyi Hayatı ve Menkıbeleri, Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdâyi Vakfı Yayınları, 2004

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.