Hüsn-i Hâtime Ne Demek?
İslam üzere doğup, İslam üzere yaşamak ve İslam üzere imanlı bir şekilde (hüsn-i hâtime) ölmek her müslümanın isteyeceği büyük bir kazanç ve nimettir. Peki bizler de son nefeste kazananlardan olmak için neler yapmalıyız?
Gerçekten bir kul günahkâr bile, olsa, bu hâl, Cenâb-ı Hakk’ın onu terk etmiş olduğu mânâsına gelmez. Bu sebeple bir şahsın, kimin duâsı hürmetine murâdına nâil olacağını, yalnız Allâh Teâlâ bilir. Bu sebeple, kim olursa olsun, Allâh’ın kullarından birinin kalbî duâlarını alabilmekteki değeri idrâk etmelidir.
MÂRUF-I KERHÎ HAZRETLERİ İLE SAKA
Birgün Mâruf-ı Kerhî Hazretleri, çarşıda bir sakaya rastlar. Saka:
“–Allâh rızâsı için benim suyumdan içiniz.” diye seslenir.
Mâruf-ı Kerhî Hazretleri, “Allâh rızâsı için” diyen sakanın bu duâsını almak niyetiyle nâfile oruçlu olduğu hâlde o sudan alır ve içer.
Mâruf-i Kerhî vefât ettikten sonra evliyâdan bir zât, onu rüyâsında güzel bir mevkîde görür:
“–Cenâb-ı Hak hangi amelin sebebiyle sana bu ikramda bulundu?” diye sorar. O da:
“–Sakanın Allâh rızâsını taleb ederek ettiği duâ ile.” der.
Mazlum ve gönlü kırık mü’minlerin duâsını almak kadar, onların beddualarından sakınmak da aynı derecede mühim bir meseledir.
SULTAN ALAADDİN KEYKUBAD VE BAHÂEDDİN VELED HAZRETLERİ
Nitekim Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad, şehrin kalesini tamamladığında, Hazret-i Mevlânâ’nın babası Bahâeddin Veled’den teberrüken kaleyi görmesini ve kale hakkındaki fikrini beyân etmesini ricâ eder. Bahâeddin Veled Hazretleri, gidip yapılanları görür ve şöyle der:
“Kaleniz, sel felâketlerini, düşman akınlarını önlemek için fevkalâde güzel ve kuvvetli görünüyor. Lâkin sen, idâren altındaki mazlumların, ezilen insanların bedduâ oklarına karşı hangi tedbiri aldın? Çünkü onların bedduâ okları, yalnız senin kalen gibi bir kaleyi değil, yüzbinlerce kale burcunu deler geçer ve dünyayı harâbeye çevirir.
En iyisi sen, adâlet ve iyilikten kale burçları yap ve sâlihlerden, hayırlı duâ askerleri teşkîl etmeye gayret et. Böylesi senin için surlardan daha emindir. Zîrâ halkın ve dünyanın güven ve huzuru o duâ askerleriyle sağlanır.”
Hakîkaten, mü’minlerin her türlü nâiliyet, muvaffakıyet ve zaferleri, gösterilen gayret ve çabaların yanısıra, ihlâslı duâların da bir berekâtıdır.
Yaşayıp hissedebildiğimiz nisbette bizler için ebedî saâdet rehberi olan Kur’ân-ı Kerîm, duânın en büyük tâlimlerini ihtivâ eder. Yüce Rabbimiz duâ husûsundaki âyetlerden birkaçında şöyle buyurur:
“De ki: Ne dersiniz; size Allâh’ın azâbı gelse veya o kıyâmet gelip çatıverse, Allâh’tan başkasına mı yalvarırsınız? Doğru sözlü iseniz (söyleyin bakalım)! Bilakis yalnız Allâh’a yalvarırsınız. O da (kaldırılması için) kendisine yalvardığınız belâyı dilerse kaldırır ve siz ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz.” (el-En’am, 40-41)
“Rabbinize yalvara yakara ve gizlice duâ edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez.” (el-A’raf, 55)
Âhiretimizi kurtarabilmenin yegâne sermâyesi olan şu fânî dünya hayâtında hatırdan çıkarmamamız gereken en mühim duâlardan biri de hüsn-i hâtime ile ölebilmeyi dilemektir. Âyet-i kerîmede Rabbimiz:
“Ey îmân edenler! Allâh’tan, O’na lâyık bir takvâ ile korkun ve ancak müslüman olarak can verin!” (Âl-i İmrân, 102) buyurmaktadır.
Her mü’minin, bir ömür boyunca gösterdiği gayretler, son nefesi güzelce verebilme saâdetine kavuşmak içindir. Zîrâ, peygamberlerin dışında kimse teminat altında değildir. Evliyâullâh bile dâimâ son nefes endişesi taşımışlardır.
Her ne kadar kimin ne hâl üzere öleceği meçhûl ise de, umûmiyetle her insanın yaşadığı hâl üzere öldüğü bir gerçektir. Bu sebeple son nefesimizi îmân ile verebilmek için sırât-ı müstakîm üzere bulunup dâimâ Cenâb-ı Hakk’a duâ ve istiğfâr hâlinde yaşamamız îcâb eder. Âyet-i kerîmede bildirildiği üzere Yûsuf - aleyhisselâm- şöyle duâ ederdi:
“…(Allâh’ım!) Canımı müslüman olarak al ve beni sâlih kullarının arasına ilhâk eyle!..” (Yûsuf, 101)
Allâh Teâlâ’nın akl-ı selîm sâhipleri diye övdüğü sâlih kullarının duâsı ise yine Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bildirilmektedir:
“…Ey Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla! Kötülüklerimizi ört! Rûhumuzu sâlihlerle birlikte al!” (Âl-i İmrân, 193)
Mûsâ -aleyhisselâm-’ın mûcizesi karşısında henüz yeni îmâna ermiş sihirbazların Firavun’un işkence ile öldürme tehditlerine aldırış etmeyip, Cenâb-ı Hakk’a o canhıraş niyazlarında, zulümden kurtulmayı değil de, bir îmân zaafına uğramadan müslüman olarak canlarını teslîm edebilmeyi dilemeleri, bizler için ne büyük bir îkaz ve ibrettir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Gönül Bahçesinden Son Nefes, Erkam Yayınları
YORUMLAR