Huşû İle Kılınan Namazın Depresyona Faydası

Osman Nûri Topbaş Hocaefendi Peygamber (sallâllâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz zamanından beri psikiyatrik bir rahatsızlığın olmadığını ve huşu ile namaz kılan bir toplumda psikiyatrik depresyonların olmayacağını anlatıyor...

HUŞÛ İLE NAMAZ KILAN BİR TOPLUMDA PSİKİYATRİK BİR RAHATSIZLIK OLMAZ

Efendimiz;

“Cenâb-ı Hak beni terbiye etti.” buyuruyor. (Bkz. Süyûtî, I, 12)

Kırk sene, bir İslâm ahlâkı telkin etti. O’na müşrikler bile hayran oldu. O’na “el-Emîn, es-Sâdık” sıfatını verdiler. Bazen ismini söylemez;

“–El-Emîn geldi, en doğru insan geldi.” derlerdi.

Ve bu kırk sene bütün müşrikler hayran oldu. Kırk seneden sonra ilk peygamberlik indirildi.

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” (el-Alak, 1)

İlk tahsil, demek ki bir okumakla başlıyor. Neyi okuyacaksın?

لِيَعْبُدُونِ (“…Bana [Allâhʼa] kulluk etsinler diye.” [ez-Zâriyât, 56])

لِيَعْرِفُونِ (Beni [Allâhʼı] bilsinler diye…)

Allâh’a kul olabilmeyi. Nasıl Cenâb-ı Hakk’a yaklaşabilirim?

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

Allah -celle celâlühû-’nun ilâhî azametini oku. İlâhî kudreti oku, ilâhî nakışları oku. Allâh’ın Rasûlü’nü oku. Nasıl bir insanda tecellî eden bir sanat hârikası. Zerreden küreye, atomdan galaksilere kadar her şeyi oku.

Ve böylelikle bir hamlıktan kurtulma, nâdanlıktan kurtulma. Bu nâdânlıktan kurtulmakla okumaya başlayacaksın ilâhî azameti.

Kulluğunu okuyacaksın. Niçin dünyaya geldin? Kim, seni kim getirdi? Kimin mülkünde yaşıyorsun? Kimin verdiği rızıkla merzuksun? Gidiş nereye? Geliş niye, gidiş niye? Bu akış nereye?

Bunun bir idrâki içinde olabilmek. Bu da, okumak, kalbin sanatı olmuş oluyor. Bu nasıl olacak?

“Lâ ilâhe” ile olacak. Baştan, sana Allâh’a yaklaşmaya mânî olan engelleri kaldırmak…

“İllâllah” kalbin cemâlî sıfatlarla müzeyyen hâle gelebilmesi.

Cenâb-ı Hak ne buyuruyor:

“Mü’minler ancak Allah zikredildiği zaman kalpleri titrer «وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ»…” (el-Enfâl, 2)

Öyle bir yürek istiyor Cenâb-ı Hak. Allah anıldığı zaman kalp bir harekete geçecek. “Aman yâ Rabbi!” diyecek. Verdiği nîmetleri düşünecek. İkramlarını düşünecek. İnsan olarak yaratılması, İslâm olarak gelmesi, en büyük Peygamber’e ümmet olması, en büyük Kitab’a muhatap olması. Cenâb-ı Hak kendisiyle dostluğa davet ediyor.

Demek ki okumak. İşte, “…Allah anıldığı zaman kalpleri titrer...” (el-Enfâl, 2)

“…(Kitap) Allâh’ın âyetleri okunduğu zaman da îmanları artar…” (el-Enfâl, 2)

İnsan âciz. Nereye sığınacak, nerede barınacak?..

“…Tevekkül ve teslim içinde olurlar. Namazlarını ikāme ederler…” (el-Enfâl, 2-3)

Cenâb-ı Hak:

“…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor.

Felâha eren kullarının huşû ile namaz kıldığını bildiriyor. Dolayısıyla namazı huşû ile edâ eden bir toplumda rûhî bir hastalık olmaz, psikiyatrik bir rahatsızlık olmaz. İşte ashâb-ı kirâm. Asr-ı saâdette psikiyatrik bir rahatsızlık görmüyoruz kimsede. Çünkü secde ediyor. Cenâb-ı Hakk’a sığınıyor. Büyük tevekkül ve teslimiyet içinde.

Zekât, sadaka, infak…

“…Allâh’ın verdiği nîmetleri infak ederler.” (el-Enfâl, 3) buyruluyor.

HUŞÛ İLE KILINAN NAMAZIN FAYDASI

Asr-ı saâdette, toplumda bir rahatsızlık görmüyoruz. Fakir de var, zengin de var, hasta da var, sıhhatli de var, her şey hayatın îcâbı, kendini istikâmetlendiriyor, huzurlu.

Yani bugün en çok insanların dûçâr olduğu, psikiyatrik rahatsızlıklar. Boşluklar, doyumsuzluklar. Devamlı bir sosyal patlamalar, taşkınlıklar dünyada… Fakat asr-ı saâdette yok bu. İbadetler huşû ile olacak. Ashâb-ı kirâm huşû ile namaz kılmaya, huşû ile oruç tutmaya…

Efendimiz; “Benim kıldığım gibi kılın.” buyuruyordu. (Bkz. Buhârî, Ezân, 18)

Huşû ne oluyor; tevekkül ve teslîmiyeti artıyor.

Cenâb-ı Hak huşû sahibi mü’minlere sığınak, barınak, hattâ liman oluyor sığınılacak. Ve kul, Yüce Kudret’e sığınmakla ebedî huzur ikliminin içine girmiş oluyor.

Velhâsıl Cenâb-ı Hak bu ibadetleri bize niye verdi? Nasıl bir gönül âlemimizi tekâmül ettireceğiz?

Ramazân-ı Şerîf’ten çıktık, güzel bir mevsimdi, bir takvâ mevsimiydi. Bu takvâ mevsimi de Ramazan’dan sonra da yaşatabilmek, bu şekilde hayatımızın bir Ramazan hâline gelmesi, son nefesimizin bir bayram sabahı olabilmesi.

Yine Cenâb-ı Hak bizi bir tefekküre davet ediyor. Günlük hayatımızla tefekküre davet ediyor:

“Göklerin ve yerin yaratılışında, (bir fütur var mı?) gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, (bir aksama var mı?) akl-ı selîm sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.” buyruluyor. (Âl-i İmrân, 190)

Demek ki kulda bir derinlik olacak bir mü’minde. Bu derinlik, hayatın her safhasını kaplayacak.

Ne buyuruyor Cenâb-ı Hak:

“Onlar ayakta dururlarken, otururken, yanları üzerindeyken, (her vakit) Cenâb-ı Hakk’ı zikrederler…” (Âl-i İmrân, 191) Unutmazlar. Dâimâ yaratılanda Yaratan’ı müşâhede ederler.

“…Onlar, göklerin, yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler ve şöyle derler: «Yâ Rabbi bu (gökleri, yeri, arasındakileri) boşuna yaratmadın, Sen’i tesbih ederiz, bizi Cehennem azâbından koru!» derler.” (Âl-i İmrân, 191)

Cenâb-ı Hak bizden böyle bir gönül istiyor. Cenâb-ı Hak Rahman ve Rahîm. Çok merhamet sahibi. Efendimiz de “raûf ve rahîm”. Kur’ân-ı Kerîm’de yalnız Efendimiz’e “raûf ve rahîm”… Peygamberlerin, raûf, merhamette zirvesi.

“…Ben, İsrâfil Sûr’u üfürünceye kadar «ümmetî ümmetî» diyeceğim.” buyuruyor. (Bkz. Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, XIV, 414)

Demek ki bizim de ne kadar bu sevgiye muhatap olmamız zarûrî.

Demek ki kul dâimâ takvâda merhale alacak, şunu düşünecek:

Dünyada birçok sevgiler var. Meşrû sevgiler var; evlât sevgisi, mal sevgisi vs. birçok sevdiği şeyler var, sevdikleri var. Fakat bunlara son nefeste hepsine vedâ etmiş olacak.

Peki yolculuğa neyle gidecek? Cenâb-ı Hak sevgisi ve Rasûlullah sevgisiyle o sonsuzluğa gidecek.

Demek ki bu sevgiye kavuşabilmek. Bu da ancak takvâ neticesinde olmuş oluyor.

Takvâ nasıl olacak?

مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ

“Allah Rasûlü’ne itaat ederse kim, Allâh’a itaat etmiş olur…” (en-Nisâ, 80)

İşte sahâbî, Efendimiz’i yakından tanıdı. Ondan sonra O’nu taklit eden evliyâ, velîler, yakından tanıdı. Bunlar Hak dostu oldu. Bu Hak dostlarına Cenâb-ı Hak, kendisine dost olanlara:

لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

“…Onlar korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir.” (Yûnus, 62) buyuruyor.

Demek ki çok zor geçitler geçeceğiz. Bir son nefes geçidi var.

Fakat Efendimiz:

“Nasıl yaşarsanız öyle vefât edersiniz, öyle haşrolunursunuz.” buyuruyor. (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 663)

Bir kabir hayatı var. Ya Cennet’ten bir bahçe, yahut Cehennem’den bir çukur.

Tekrar diriliş var, kıyâmet var. Yevmü’l-hulûd, bir ebediyet günü başlayacak. Orada:

“Kitabını oku! Bugün (hesap sorucu olarak sana) nefsin kâfîdir.” (el-İsrâ, 14) Bütün hayatımız, ömrümüz, ekranda önümüze gelecek. Yabancı şahide ihtiyaç yok, kendi kendinin şahidi olacak, gözler konuşacak. Bu gözleri Allah niye yarattı, neler seyrettin? Kulaklar konuşacak, Allah bu kulağı niye yarattı, sen neler işittin? Hangi sadâlara temâyül ettin?

Deriler konuşacak. Allâh’ın verdiği bu gücü-kuvveti nerede harcadı?

Bu nereye kadar? Zerrelere kadar. Zerre hayırlar, zerre şerler ortaya gelecek.

İşte sahâbî, bu 23 sene bir tahsil gördü. 23 senede Kur’ân tahsilini tamamladı, ikmâl etti. Ve bu tahsil neticesinde Allah Rasûlü’nü yakından tanıdı. Ve nasıl bir yaşanacağını Efendimiz’den öğrendi. Huzurlu, rûhâniyetli bir hayat yaşadı.

Onların sevgisi, muhabbetleri, bütün muhabbetleri aştı. Mal, mülk vs. hepsini Cenâb-ı Hakk’a yaklaşmaya vesîle, vâsıta olarak kullandılar.

Öyle bir duruma geldiler ki:

“–Yâ Rasûlâllah! Emret dediler, emret; canım, malım, her şeyim Sana fedâ olsun.” dediler.

Yani bütün dünyevî lezzetler gözlerinde ufaldı, bitti. Yeter ki Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kalbinde ashâb-ı kirâmın bir yeri olsun. Bütün telâşesi oydu. Ashâb-ı kirâm diyor ki:

“Bizi en çok sevindiren hadîs-i şerîf, (yüz binlerce hadîs-i şerîf içinde);

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

«Kişi sevdiğiyle beraberdir.»” (Bkz. Müslim, Birr, 163/2639; Buhârî, Fadâilu’s-Sahâbe, Menâkıbu Ömer Bâbı)

Dünyada ashâb-ı kirâm bu lezzeti tattı. Sevginin ne olduğunu anladı, muhabbetin ne olduğunu anladı. Allâh’ın lûtfu karşısında bir şükran içinde yaşadı. İptilâlar karşısında bir sabır hâlinde yaşadı. İbadette sabır, iptilâlara sabır, kullukta sabır… Ve sabrın lezzetini buldu. Sabırda lezzet buldu…

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.