Huşu Ne Demektir? Huşu Nasıl Olur?

İbadet Hayatımız

Huşu, kalbin Allâh muhabbeti ve korkusuyla dolu olması, uzuvların da bu duygularla huzur ve sükûn bulmasıdır.

Huşû, aslı kalpte, tezâhürleri bedende olmak üzere iki taraflıdır. Kalbe âit tarafı; Rabbin azamet ve celâli karşısında kendi hiçliğini idrâk ederek, nefsi, Hakk’ın emrine boyun eğdirmek, son derece yüksek bir edeb, tâzîm ve saygı hissi duymaktır. Dış görünüşle alâkalı yönü de, bedenin uzuvlarında bu duygunun tesiriyle bir vakar ve sükûnetin meydana gelmesidir. Meselâ namazda gözlerin etrâfa değil, önüne ve secde mahalline bakması gibi…

Hayâtın ve ibâdetlerin huşû içinde nasıl yaşanacağının en güzel misallerini Peygamber Efendimiz’in ve ashâb-ı kirâmın örnek hayâtında müşâhede etmekteyiz. Hayâtının hiçbir safhasını âhiret gerçeğinden ayrı mütâlaa etmeyen Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ibâdetlerde de son nefesteki hâlet-i rûhiyeye bürünmenin lüzûmuna dikkat çekmiştir.

Nitekim bir sahâbî, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek:

“–Yâ Rasûlallâh! Bana öğüt ver, ancak kısa ve öz olsun!” dedi. Bunun üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Namazını, (hayâta) vedâ eden bir kimsenin namazı gibi kıl! Özür dilemen gereken bir sözü söyleme! İnsanların elindekilere tamah etme!” buyurdular. (İbn-i Mâce, Zühd, 15; Ahmed, V, 412)

SALİH MÜMİNLERİN EN MÜHİM HASLETİ

İbâdetler ancak mânevî teyakkuz, huşû ve tefekkür ile îfâ edildiğinde kıymet kazanır. Ashâb-ı kirâmın ve onları güzelce tâkip eden sâlih mü’minlerin en mühim hasleti de bu kalbî kıvâma sâhip olmalarıdır. Nitekim Abdullâh bin Mes’ûd -radıyallâhu anh-, dostlarına şöyle derdi:

“–Siz, ashâbdan daha çok namaz kılıyor ve daha çok gayret gösteriyorsunuz. Lâkin onlar sizden daha fazîletliydiler.”

“–Ne ile bizden daha fazîletli oldular?” denilince de:

“–Onlar dünyâya karşı sizden daha zâhid, âhirete karşı sizden daha rağbetli idi.” derdi. (İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, Beyrut 1979, I, 420)

NAMAZDA HUŞUNUN EHEMMİYETİ

Namazdaki huşû hâli o derecede mühimdir ki, kulun kurtuluşa giden yolu bu kapıdan geçer. Zîrâ Mü’minûn Sûresi’nde:

“Muhakkak ki (şu) mü’minler felâh bulmuştur: Onlar, namazlarında huşû içindedirler.” (el-Mü’minûn, 1-2) buyrulmaktadır.

Peygamber Efendimiz de, kulun, namaza riâyeti nisbetinde muâmele göreceğini şöyle haber vermektedir:

“Kul namaz kılar fakat namazının ancak onda biri, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri veya yarısı kendisi için yazılır.” (Ebû Dâvûd, Salât, 123-124/796)

Yâni kul için ancak huşû ve huzûr ile kıldığı namazın sevâbı vardır.

Yine Rabbimiz, namazı huşû ile kılmanın nasıl mümkün olabileceğini şöyle îzâh etmektedir:

“Sabır ve namaz ile Allâh’tan yardım isteyin. Şüphesiz ki o, huşû sâhibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir. Huşû sâhipleri kendilerinin hakîkaten Rablerine kavuşacaklarına ve O’na rücû edeceklerine inanırlar.” (el-Bakara, 45-46)

Yâni namazı, bir gün muhakkak Rabbinin huzûruna çıkacağı, eninde sonunda O’na dönüp hesap vereceği şuuruyla kılan bir kimse, gerçek huşû hâline ulaşmış olur.

Namazdaki bu huşû hâli devâm ettikçe, zamanla mü’minin bütün hayâtını kuşatır. Bunun içindir ki, Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, «Onlar, namazlarında dâimdirler.» (el-Meâric, 23) âyet-i kerîmesini işârî olarak:

“Namazdan sonraki hâlin de aynen namazdaki gibi olmasıdır.” şeklinde tefsîr eder.

Bu hâle erebilmek için de, samîmî ve derûnî bir gönül râbıtası ile Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ulvî ahlâkından nasîb alarak O’nunla aynîleşmek zarûreti vardır. Zîrâ Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- şöyle buyurmuştur:

“…Allâh Teâlâ, huşû dolu, hüzünlü, merhametli, insanlara hayrı öğretip Allâh’a itaat etmeye çağıran her kalbi sever. Katı, boş şeylerle meşgul olan, rûhunun tekrar kendisine iâde edilip edilmeyeceğini bilmediği hâlde bütün geceyi uykuyla geçiren ve Allâh’ı çok az zikreden her kalbe de buğzeder.” (Deylemî, I, 158)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları

HUŞU NEDİR?

MÜMİNLER HUŞU İLE NAMAZ KILARLAR