
Huşûya Eremeyen, Namazı Terk Edebilir mi?
Namazda huşûyu hissedemeyen veya eremeyen namazı terk edebilir mi? Namazı bırakıp tekrar başlama döngüsü nasıl kırılabilir? İbadetler nasıl anlamlı hâle getirilebilir?
Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de -ehemmiyetine binâen- 99 yerde “namaz”dan bahsediyor. Namazı emrederken de sadece “Namaz kıl” buyurmakla yetinmiyor, bir de “Namazı ikāme et.” buyuruyor.
Namazı ikāme etmek ise, onun hakkını vermektir. Yani zâhirî ve bâtınî şartlarına riâyet ederek, kalp ve beden âhengiyle kılmaktır.
NAMAZDA HUŞU NASIL SAĞLANIR?
Bir kimse Bahâüddîn Nakşibend Hazretleri’ne namazda nasıl “huşû” hâline erebileceğini sorar. Hazret de;
“–Dört şeyle.” buyurup şu maddeleri sıralar:
“1. Helâl lokma,
- Abdest sırasında gafletten sakınmak,
- İlk tekbîri alırken kendini huzûr-i ilâhîde bilmek,
- Namaz dışında da Cenâb-ı Hakk’ı unutmamak.”
Demek ki -bir evvelki suâlde olduğu gibi- evvelâ yediğimiz gıdaya dikkat edeceğiz.
Nitekim Hak dostlarından Süfyân-ı Sevrî Hazretleri;
“Kişinin dindarlığı, ekmeğinin helâlliği nisbetindedir.” buyurmuştur. Yine bir gün kendisine:
“–Efendim! Namazı birinci safta kılmanın fazîletinden bahseder misiniz?” diyen bir şahsa;
“–Kardeşim! Sen ekmeğini nereden kazanıyorsun, evvelâ ona bak! Kazancın helâl olduktan sonra, hangi safta dilersen namazını orada kıl; bu hususta sana güçlük yoktur.” cevâbını vermiştir.
İBADETLERİN TADI NASIL ALINIR?
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’nin bir talebesi bir defasında mânevî hâllerinin kaybolduğundan şikâyet eder. Hazret, talebesine;
“–Yediğin lokmaların helâl olup olmadığını iyi araştır!” buyurur. Talebe gidip araştırdığında, yemek pişirdiği ocakta helâl olup olmadığı şüpheli bir parça odun yaktığını anlar ve hemen tevbe eder.
–Yine ibadetlerde huşû için, kul ve mahlûkat hakkından titizlikle sakınılacak. Sadece insanların değil, bütün mahlûkâtın hakkına-hukukuna riâyet edilecek.
–Sâlih ve sâdık insanlarla beraber olup kâfir ve fâsıklardan uzak durulacak.
–Hayırlı mekânlarda bulunmaya gayret edilip şer işlenen yerlerden kaçınılacak.
–Bilhassa göz, kulak, el, dil, velhâsıl bütün uzuvlar haramlardan ve kerahatlerden korunacak ki kalbe gaflet ve kasvet vermesin.
–Namaz, ihsan şuuruyla kılınacak. Biz Allâh’ı göremesek de O’nun her an bizi görmekte olduğu şuuruyla kılınacak… Kimin huzûrunda durduğumuzun farkında olacağız.
–Maddî-mânevî temizliğimize ve kılık kıyafetimize dikkat edeceğiz. Zira âyet-i kerîmede buyruluyor:
“Ey Âdemoğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin!..” (el-A‘râf, 31)
–Tâdil-i erkâna riâyet edeceğiz. Acele ederek namaz hırsızlığı yapmayacağız.
–Namaz için ilk tekbîri alırken dünya işlerini elimizin tersiyle geriye atacağız.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Namaza durduğunda, sanki son namazın gibi kıl!..” buyurmuştur. (İbn-i Mâce, Zühd, 15)
–Yine namazda huşû için; az yiyip oburluktan, az uyuyup tembellikten kaçınmak, az ve öz konuşup boş ve faydasız kelâmdan sakınmak, zikrullah ile meşgul olup gönlü gafletten korumak îcâb eder…
HUŞÛYA EREMEYEN, NAMAZI TERK EDEBİLİR Mİ?
Namazda huşû hâlini yakalamaya gayret edeceğiz. Fakat bunu tam olarak başaramasak bile sabır ve ümitle namaza devam edeceğiz. Buna samimiyetle riâyet edersek, zaman içinde taklitten tahkîke geçerek huşû hâline ermek de nasîb olur -inşâallah-.
Unutmayalım ki bizlere namazı huşû ile kılmamız emredilmişse de; “Huşûyu bulamadığınız zaman, namazı terk edin!” diye bir emir yoktur. Aksine, son nefese kadar ibadetlere devam etmemiz, âyet-i kerîmede şöyle emrediliyor:
“Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine kulluğa devam et.” (el-Hicr, 99)
Mevlânâ Hazretleri Mesnevî’sinde şöyle bir hikâye nakleder:
“Birisi, bir gece Cenâb-ı Hakk’ı zikrederek dilini, dudağını mânen tatlılaştırmak için; «Allah, Allah!» diyordu.
Şeytan ona dedi ki:
«–Senin “Allah, Allah!” deyişine karşılık; “Lebbeyk!” (=Buyur kulum, ne istiyorsun?) sesi nerede? Ey bu sözü çok söyleyen kişi! Ne vakte kadar böyle söylemeye devam edeceksin? Cenâb-ı Hak’tan sana bir cevap gelmiyor, sen bu utanmaz-sıkılmaz yüzünle daha ne zamana kadar “Allah” deyip duracaksın?»
Bunun üzerine adamın neşesi kaçtı, şevki kırıldı. Zikri bırakıp başını yastığa koydu ve uyudu. Rüyasında yemyeşil, çayırlık çimenlik bir yerde Hazret-i Hızır’ı gördü. Hızır -aleyhisselâm- o şaşkına dedi ki:
«–Ne diye zikirden geri kaldın? Allâh’ın ismini anmaktan ne diye pişman oldun?»
Adam;
«–Ettiğim zikir karşılığında bana bir «Lebbeyk» (=Buyur kulum!) diye cevap gelmiyor. Allâh’ın kapısından kovulacağım diye korkuyorum.» dedi.
Hızır -aleyhisselâm- dedi ki:
«–Senin «Allah» deyişin, O’nun “Buyur!” deyişidir. Senin o yalvarışın, yanıp yakılman da, O’nun habercisidir. Çünkü zikretme arzusunu sana O vermiştir.
Senin; “İşim çok, zamanım yok, çok da yorgunum!” demen, hilelere başvurman, “Allâh’ı gereği gibi zikredemiyorum.” diye düşünmen, bahâne aramandır.
Senin korkun, aşkın, ilâhî lûtfun kemendidir. Senin her “Yâ Rabbi!” deyişinin altında “Lebbeyk” (=Buyur) deyişler vardır.
Hak bilgisinden haberi olmayan kişinin canı, bu duâdan uzaktır. Çünkü onun, “Yâ Rabbi!” demesine izin yoktur; ona zikir zevki verilmemiştir. Bir zarara, bir sıkıntıya uğradığı vakit, inleyip de Allâh’a yalvarmaması için, onun ağzına da, gönlüne de mânevî kilitler vurulmuştur.»”
Velhâsıl, namazda huşûyu bulamasak da aslâ ümidimizi kaybetmeyeceğiz, sabırla ona devam edeceğiz. Bu hususta bizi ye’se düşürmek isteyen nefis ve şeytanın tuzaklarına düşmekten sakınacağız. “Huşûyu bulamıyorum, o hâlde kılmayayım!” düşüncesinin, şeytanî bir vesvese olduğunu unutmayacağız.
Öte yandan insan, zaferden değil seferden mes’ûldür. Zafer lûtfedip etmemek, Allâhʼın bileceği bir şeydir.
Bunun gibi bizler de ibadet etmekle mükellefiz, kabul edip etmemek Rabbimiz’in bileceği bir husustur. İbadetlerimizin kabul edilip edilmediğine dâir kendi kendimize hüküm vermeye kalkmamız, haddimizi aşmak olur…
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Rahmet Toplumu Hayırlı Gençlik 2, Erkam Yayınları
YORUMLAR