Huzura Kavuşturan Amel

Peygamber Efendimiz, borç alarak infâk edecek kadar cömertti!

Tâbiînin büyüklerinden Abdullâh el-Herevî, Allâh Resûlü’nün cömertlik vasfını biliyordu. Ancak daha yakından öğrenmek istiyordu. Bir gün Halep’te, Peygamber Efendimiz’in müezzini Bilâl-i Habeşî’ye rastladı. Eline bulunmaz bir fırsat geçmişti. Hemen Peygamber Efendimiz’i sormaya başladı:

“–Ey Bilâl! Allâh Resûlü’nün infâkı nasıldı, bana anlat!”

Hazret-i Bilâl şöyle anlattı:

“–Allâh tarafından Peygamber olarak gönderildiği günden vefâtına kadar Resûlullâh’ın pek çok işine, O’nun nâmına ben baktım. Meselâ kendisine bir müslüman geldiğinde, onun fakir olduğunu görürse bana emir verirdi, gider borç alır o kimseye giyecek ve yiyecek alırdım. Bir gün bir müşrik karşıma çıktı ve:

«–Ey Bilâl! Ben zengin bir adamım, imkânım var. Bundan böyle başkalarından borç isteme, gel benden borç al!» dedi. Ben de öyle yaptım. Bir gün abdest almış ezan okumaya hazırlanıyordum ki, baktım o müşrik, bir grup tâcirle karşıdan geliyor. Beni görünce; «Ey Habeşî!» diye seslendi. «Ne var?» dedim. Adam bana surat ekşitti, sert sert baktı, bâzı ağır lâflar söyledi ve:

«–Ay başına ne kadar var?» diye sordu. Ben de «Yakın.» dedim. O:

«–Sâdece dört gece var. O gün gelince sendeki alacaklarımı tahsil edeceğim. Ben o paraları senin ve adamının hatırı için vermedim. Benim kölem olasın diye verdim. Eskiden olduğu gibi yine koyunlarımı otlatacaksın!» dedi.

Bu lâfları duyunca tabiî olarak çok üzüldüm. Gittim ezan okudum. Yatsı namazını kılınca Allâh Resûlü âilesinin yanına döndü. Ben, Allâh Resûlü ile görüşmek için izin istedim. İzin verdi. İçeri girdim ve:

«–Yâ Resûlallâh! Anam, babam Sana kurban olsun. Kendisinden borç alageldiğim o müşrik var ya, o şöyle şöyle dedi. Ne Sen’in ne de benim ödeme imkânımız var. Beni rezil edecek. Bana izin ver de İslâm’a yeni giren şu kabîlelerden birine sığınayım. Allâh Teâlâ, Peygamberi’ne rızık vererek benim yerime borçlarımı ödeyinceye kadar onların yanında kalayım.» dedim.

Resûlullâh’ın müsâadesi üzerine çıktım, evime geldim. Kılıcımı, süngümü, mızrağımı ve ayakkabılarımı başımın altına koydum. Yüzümü ufka doğru çevirerek uzandım. Huzursuzdum, ikide bir uyanıyordum. Gece iyice bastırınca ancak uyuyabildim. Sabah erkenden uyandım. Hareket etmek üzere hazırlanırken dışarıdan birinin:

«–Bilâl! Resûlullâh seni çağırıyor!» diye seslendiğini duydum. Yürüdüm. Allâh’ın elçisinin kapısına vardığımda bir de baktım ki, sırtlarında yükleriyle dört deve! İzin isteyip içeri girdim. Efendimiz:

«–Bilâl müjde! Allâh Teâlâ borcunu ödemen için bana mal gönderdi.» buyurdu. Ben Allâh’a hamd ettim. Resûl-i Ekrem:

«–Kapının önündeki dört deveyi görmedin mi?» diye sordu. «Gördüm.» dedim.

«–Onlar, üzerlerindeki yüklerle birlikte senin. Fedek Beyi göndermiş. Al, götür borçlarını öde.» buyurdu. Allâh Resûlü’nün dediklerini yaptım. Yükleri indirdim, develere yem verdim ve sabah ezanını okumaya gittim. Resûlullâh namazı kıldırınca Bakî Kabristanı’na çıktım, parmaklarımı kulaklarıma koydum ve:

«–Kimin Resûlullâh’tan alacağı varsa gelsin!» diye bağırdım. Eşyâları satmak, nakit paraya çevirmek, borç yerine saymak gibi yollarla Peygamber Efendimiz’in tüm borçlarını ödedim. Öyle ki, Allâh Resûlü’nün yeryüzünde kimseye borcu kalmamıştı. Bir miktar da para arttı. Akşama doğru mescide gittim. Baktım ki Habîb-i Ekrem Efendimiz mescidde tek başına oturuyor. Selâm verdim. Bana:

«–Ne oldu, ne yaptın?» diye sordu.

«–Allâh Teâlâ, Peygamberi’nin bütün borçlarını ödedi, hiç borcu kalmadı.» dedim.

«–Peki bir şey arttı mı?» diye sordu.

«–Evet, iki dinar arttı.» dedim.

«–Haydi beni o iki dinardan da kurtar. Onları da infâk et, zîrâ o iki dinarı elden çıkararak beni rahata kavuşturmadıkça âilemin yanına gitmeyeceğim!» buyurdu.

Fakat o iki dinarı verebileceğim hiç kimse gelmediğinden, Efendimiz uzun müddet mescidde bekledi. Nihâyet akşama doğru iki süvâri geldi. Onları alıp pazara götürdüm. O iki dinarla kendilerine giyecek ve yiyecek aldım. Efendimiz yatsıyı kıldırınca beni çağırdı ve:

«–Yanındakiler ne oldu?» diye sordu.

«–Allâh Sen’i huzûra kavuşturdu.» dedim.

Bu cevâbım üzerine Resûlullâh tekbir getirdi. O iki dinar uhdesindeyken ölme korkusundan kurtulduğu için Allâh’a hamd etti. Sonra kalktı. Ben de peşinden gittim. Bütün âile efrâdına tek tek uğrayıp selâm verdi. Müteâkıben, gece kalacağı odasına girdi.

Ey Abdullâh, işte sorunun cevâbı!” (Ebû Dâvûd, Harâc, 33-35/3055; İbn-i Hibbân, Sahîh, XIV, 262-264)

Peygamber Efendimiz, borç alarak infâk edecek kadar cömertti! Acabâ ümmeti olarak bizler, O’nun bu cömertliğine ne kadar yaklaşabiliyoruz?

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları

KALP HUZURU NEREDEDİR?

https://www.islamveihsan.com/kalp-huzuru-nerededir.html

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.