Huzurlu Yuva Nasıl Olur?
Günümüzde her yuvada saâdeti yakalamak mümkün olmuyor. O hâlde ailede saâdet ve huzura ulaşmak büyük bir nîmet oluyor. Yuvayı daha huzurlu hale getirmek için nelere dikkat edilmeli? Huzurlu yuva nasıl olur?
Böyle huzurlu bir yuva tesis etmek için eş seçmede İslâm’ın koyduğu kâidelere hassâsiyetle riâyet etmek birinci şarttır. Bu kâidelerin özü de şudur: Evlenecek kimseler, eşlerini; güzellik, zenginlik gibi geçici ve nefse hoş gelen sebeplerle tercih etmemeliler. Ancak îman ve ahlâk gibi temel mânevî vasıflara ağırlık vererek bir tercihte bulunmalılar. Bu hususta Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:
“Kadın dört şeyi, yani malı, güzelliği, soy-sopu ve dindeki kemâli için nikâhlanır. Siz dindâr olanını tercih ediniz ki, elleriniz hayır görsün!..” (Buhârî, Nikâh, VI. 123; Müslim, Radâ, 53)
HUZURLU YUVA NASIL OLUR?
Yuvayı yapanın dişi kuş olduğu gerçeğinden hareketle evlenilecek bir hanımda aranması gereken hususu işaret eden bu hadîs-i şerîf, evlenilecek bir erkekte aranması îcap eden hususu da içinde barındırmaktadır. Çünkü her mü’min için takvâdan sonra en kıymetli nasip, evlendiği kimsenin amel-i sâlih / güzel amel sahibi olmasıdır. Sâlih erkek, huzur sarayının sarsılmaz direği; sâliha kadın da, saâdet bahçelerinin en kıymetli tezyînâtıdır. Bu hakîkat hadîs-i şerîfte şöyle ifade buyurulur:
“Kişinin yüceliği dîninde, mürüvvet ve şerefi aklında, soy-sop güzelliği de (nikâhla korunan) ahlâkında gizlidir.”
Bir de âileler arasındaki küfüv, yani denklik mutlaka dikkate alınmalıdır. Bu denklik; zenginlik, görgü ve kültür beraberliği gibi çeşitli unsurlara bakılarak tayin edilmelidir.
Bundan sonrası irade ve olgunluğa bağlıdır. Olgunluk, îman ve amel mükemmelliği; irade ise, İslâmî emir ve yasaklara sarılmakla gerçekleşir.
İçerisinde Allah’ın emir ve yasaklarına riâyet edilen huzurlu bir âile yuvası, dünya saâdetinin temeli ve Rabbimizin en büyük ihsânlarından birisidir. Bu nîmet ve saâdetin devamı, iki tarafın ruhâniyet iklimi içerisinde yaşamasındadır ki, bu da karşılıklı fedâkârlık ve anlayışa bağlıdır.
Günümüzde âilenin erozyona uğramasının en mühim sebeplerinin başında “kadının erkekleşmesi, erkeğin de kadınlaşması” gelir. Allah Teâlâ kadına ayrı, erkeğe ayrı hususiyetler lütfetmiştir. Bunlar her ikisinin toplum içindeki vazifelerinin lâyıkıyla yapmalarına göre şekillenmiştir. Vücut yapısından rûhî özelliklerine kadar bütün yaratılış hususiyetleri, erkek ve kadında Allah’ın onlara yüklediği mes’uliyetlere (sorumluluklara) göre şekillenmiştir. Bu durum, âilenin geçimini teminle vazifeli kılınan erkekte rûhî sağlamlık, dayanıklılık ve bedenî özellikler etrafında ortaya çıkmıştır. Bu da, erkeğin, âilede reis olmasını ve o âile için hayat mücâdelesi vererek geçimini sağlaması yolunda mes’uliyetini gerektirir.
Kadın, âilenin geçiminden mes’ul tutulmamıştır. Tutulsaydı, bu, onun hakkında bir eziyet ve meşakkat olurdu. Çünkü yaratılışı, rûhî ve bedenî olarak hayat mücâdelesine göre değildir. Ona öncelikle, bu beraberlikten hâsıl olacak çocukların doğumu ve doğumundan itibaren âcizlik devrelerinde bakılıp korunmaları gibi hissîliği gerektiren ilâhî bir vazife yüklenmiştir. Ancak imkân ve şartlar elveriyorsa, yaratılışına uygun, meşrû ve kadınlığa ait bir hizmet mesleğinde çalışabilir. Kız Kur’ân kursu hocahanımlığı ve emsâlleri gibi…
Bütün bu ilâhî tayin eseri olan yaratılış özellikleri, kadın ve erkeğe ayrı ve birbirini tamamlayan bir hüviyet kazandırır ki, eşler bu özelliklerin dışına taştığı zaman âile saâdeti zaafa uğrar.
AİLEDEKİ ERKEK OTORİTESİ NASIL OLMALI?
Bir de şu hususu söylemek lâzım: Âiledeki erkek otoritesi, “tahakküm” (kaba kuvvetle hüküm sürme) ve kadının itaati de “esaret” şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu roller, İslâm’ın hassas bir şekilde tayin ettiği ölçüler içinde gerçekleşirse âilede “zâlim” de olmaz, “mazlum” da…
Kadının iffet ve itaat dâiresinden çıkarak kocasına zulmetmesi, buna mukâbil kocanın ise otoritesini nefsânî arzuları uğruna kullanması, âile yuvasını tahrip eder. Ancak dış dünyada hayat mücâdelesine memur olan erkek, zaman zaman birtakım gerginliklere mâruz kalabilir. Böyle anlarda onun, evinde hanımından kendisini teskin edici şefkatli ve muhabbetli bir itaat görmesi, hem hakkı ve hem de bir ihtiyacıdır. Aynı şekilde akşama kadar evinde kocasını bekleyen bir kadının da, kocasından gerekli ilgi ve alâkayı görmesi, en tabiî hakkı ve ihtiyacıdır. Bundan dolayıdır ki, âilede herkes, Allah’ın tayin etmiş olduğu hak ve mes’uliyetlerini bilmelidir. Âile içinde erkek merhametli, hakşinâs; kadın ise itaatkâr ve saygılı olmalıdır.
Hâsılı bir yuvayı huzur ve saâdet içinde devam ettiren yegâne kâide, karşılıklı sevgi ve saygıdır. Ama unutmamalıdır ki, ecdâdımız: “Yuvayı dişi kuş yapar” demişlerdir. Bu bakımdan yuvaya sahip çıkmak hususunda kadın, daha tesirli bir rol üstlenmiştir.
Dolayısıyla kadının bu noktada göstereceği firâset (seziş ve kavrayış), gayret ve fedâkârlık, erkeğinkinden daha fazla bir ehemmiyet arzeder. Çünkü Cenâb-ı Hak, anneye bu yönde erkekten daha üstün bir liyâkat ve hissiyat bahşetmiştir. Bu itibarla İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri, Târık Sûresi’nin 7. âyetinde geçen «et-terâib» kelimesini açıklarken şunları söyler:
“Bir yavru sele düşse, ne kadar tehlikeli olursa olsun anne de kendisini selin içine atar ve yavrusunu kurtarmak için canını ortaya koyarak çırpınır. Ancak baba böyle bir davranış sergileyemez. O yavrudan ümit kesilmişse, üzüntü ile sadece sel kenarında ağlar.”
Tabiî ki, böyle bir kıvam, yaratılışındaki yüce kâbiliyetleri kaybetmemiş anneler içindir. Yoksa cami ve mezarlık kenarına yavrularını terk eden vicdansız, ruhsuz ve gaddar anneler de mevcuttur. Lâkin bunlar, yaratılışlarındaki üstün meziyetleri yok etmiş, öldürmüş, harâbe ruhlardır.
BİR ANNE ASLANLA BİR GEYİK YAVRUSUNUN İBRETLİK DURUMU
Normal şartlarda annelik duygusu, bir evlâda ve yavruya hiçbir şekilde kıyamaz. Bu yüksek duygu, hayvanlarda bile şâhit olunan bir ilâhî gerçektir. Nitekim bir belgesel çekiminde tespit edilen şu ibretli misâl, bu gerçeğin pürüzsüz bir tecellîsidir:
Kenya, Samburu Doğal Park’ta 21 Aralık 2001 ile 1-2 Ocak 2002 tarihleri arasında bir anne arslan ile bir geyik yavrusu hayret verici derecede anne-yavru alâkası içerisinde olurlar. Yavru geyik kameralara ilk yansıdığında göbek bağı bile üzerindedir. Anne arslan ona acımış ve kendisini âdeta evlât edinmiş gibidir. Yavru geyik de anne arslanın sıcak alâkasından dolayı ondan ayrılmaz. Süt ememediği için yaprak yemeye çalışır. Anne arslan, onun geyik yavrusu olduğunun farkındadır, çünkü onu hiç et ile beslemeye kalkmaz. Hattâ bu zaman zarfında zayıflamasına rağmen avlanmaya da çıkmaz. Buna rağmen her ikisi de sıhhatlidir. Yani yavru geyik, anne sütü emmemesine ve anne arslan da avlanmamasına rağmen zayıf düşseler de canlılıkları yerindedir.
Bu sıralarda yavrusunu arayan anne geyik çıkagelir. Yavrusunu arslanın himâyesinde görünce şaşırır. Yaklaşamaz. Fakat oradan da ayrılmaz. Uzaktan sesler çıkararak yavrusu ile anlaşır. Böylece yavru geyikle alâka kurar. Hattâ beraber otlarlar. Ancak bu, anne arslanın kontrol ve denetiminde gerçekleşir. Çünkü o, yavru geyiği tamamen sahiplenmiştir ve alışmıştır. Bunun için onun kendisinden ayrılmasına râzı olmaz, ancak asıl annesi ile dolaşmalarına da fazla uzağa gitmedikleri müddetçe ses çıkarmaz. Fakat yavru geyik fazla açılırsa müdahale eder. Çünkü yavru geyiği çok sevmektedir. Öyle ki, onu diliyle okşamakta, kulağını yalamakta, yanaklarını başına sürerek oynamaktadır. Ama nihayette anne arslanın, yavrucağın annesine ait olduğu hissi içinde ağır basmış olacak ki, sonunda yavru geyikle vedâlaşır. Onu koklar, okşar, derisini derisine sürter ve âdeta mahzun bir şekilde ayrılır. Fakat ilâhî takdir, annesiyle başbaşa kalan geyik yavrusunu çok geçmeden erkek arslan fark eder. Hemen o zayıf ve korumasız yavrucağı avlar. Durumu gören anne arslan, son derece müteessir olmuştur. Geyik yavrusunun öldüğü yerde kanını koklayıp koklayıp başını büker. Âdeta içine doğru gözyaşı döker.
ANNELİK İLAHİ BİR MUCİZE
Kameralara yansıyan bu hâdise ne kadar hayret verici ilâhî bir misâldir. Annelik özelliğinin ne kadar üstün bir derecede sergilenmesidir, hem de yaratılışları birbirine düşman iki hayvan arasında. İşte bu Cenâb-ı Hakk’ın yüce âyetlerinden birisidir. Annelik hususunda tecellî eden ilâhî bir mûcizedir.
Burada bizlere büyük hikmet ve ibretler vardır. Yani anne, bedenî özellikleri itibarıyla değil, rûhen üstün özellikleri ile annedir. Eğer bir kadın bunlara, dolayısıyla kadınlığına, anneliğine vedâ ederse, artık o bir şefkat âbidesi değil duygusuz bir avcı kesilir. Nice yavruları mahveder. Onun için kadınlar, annelik hazinesini hiç kayıp vermeden, diğer mahlûkattan daha üst seviyede muhafaza etmeliler. Çünkü diğer mahlûkat için âhiret âleminde yavrularıyla karşılaşıp hesaba çekilmek yoktur. Ancak insanlar için vardır.
Yani insanlar için evlâtları mahşer gününde ya hayır olarak ya da şer olarak karşısına çıkacaktır. Bu bakımdan yavrulara gösterilecek en şefkatli ve üstün annelik, onları cehennem ateşinden koruyacak şekilde yetiştirmek ve cennete vesîle kılacak bir yaşayış kıvamı kazandırmaktır. Bunun için dînî eğitim, güzel edep, yani ahlâkî terbiye ve kulluk şuuru, verilmesi gerekenlerin en başında gelir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Huzurlu Aile Yuvası, Erkam Yayınları
YORUMLAR