Hz. Ali’nin (r.a.) Savaşta Yüzüne Tüküren Kâfiri Öldürmemesinin Sebebi

Hz. Ali’nin (r.a.) savaşta öldüreceği sırada yüzüne tüküren kâfiri öldürmemesinin/öldürmekten vazgeçmesinin sebebi neydi?

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’ın ihlâstaki derinlik ve hassâsiyetini sergileyen şu hâdise ne muhteşemdir:

HZ. ALİ’NİN (R.A.) SAVAŞA YÜZÜNE TÜKÜREN KÂFİRİ ÖLDÜRMEMESİNİN SEBEBİ

Bir gazâda Hazret-i Ali, bir düşman neferini altına almış, onu öldürmek üzereydi. Bu esnâda adam, iğrenç bir davranışa meylederek ansızın Hazret-i Ali’nin nurlu ve mübârek yüzüne tükürdü.

Ehl-i Beyt’in bahâdır bir ferdi ve “Allâh’ın Arslanı” olan Hazret-i Ali için savaş meydanında alt ettiği o kâfirin kafasını bir hamlede uçuruvermek, işten bile değildi. Fakat o, sırf Allâh için olan gazâ niyetine, o anda nefsinin müdâhalesinden endişe ederek birdenbire durdu ve elindeki Peygamber armağanı olan Zülfikâr isimli kılıcını yavaşça yere indirip düşmanını öldürmekten vazgeçti.

Yerde perişan vaziyette ölümü bekleyen adam, bu hâle pek şaşırdı. Zîrâ o, tükürmek sûretiyle yaptığı çirkin hareket neticesinde, Hazret-i Ali’nin, öncekinden daha şiddetli bir mukâbele göstererek daha büyük bir hiddet ve öfkeyle kendisini öldüreceğini düşünmüştü. Fakat düşündüğü gibi olmadı; hayâl edemeyeceği bir hakîkatle karşılaştı. İslâm ve gönül kahramanı olan Hazret-i Ali’nin bu davranışına akıl erdiremeyen o düşman, hayret ve merakla sordu:

“–Yâ Ali! Beni tam öldürecekken niye durdun? Beni öldürmekten niçin vazgeçtin? Ne oldu ki şiddetli bir hiddetten târifsiz bir sükûna geçtin!.. Bir şimşek gibi çakmakta iken bir anda fırtınasız, sâkin bir hava gibi duruluverdin...”

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- şöyle dedi:

“–Ben Hazret-i Peygamber’in bana armağan ettiği bu Zülfikâr’ı, ancak Allâh yolunda kullanırım. Allâh düşmanlarının başını yine O’nun rızâsı için vururum. Buna da aslâ nefsimi karıştırmam… Sen yüzüme tükürmekle beni kızdırmak ve hakâret etmek istedin. Ben o an hiddete kapılsaydım, seni, nefsime tâbî olmak gibi, bir mü’mine aslâ yakışmayan âdî bir sebeple öldürecektim. Hâlbuki ben, gurûrumu tatmin için değil, Allâh için gazâ ederim.”

Neticede o düşmanın gönlü, öldürmeye geldiği bir insanın ulvî ahlâk-ı hamîdesi karşısında âdeta yeniden hayat buldu. Hazret-i Ali’nin îmânı, nefse mukâvemeti ve ihlâsından hisse alarak îmân ile şereflendi.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İHLAS İLE İLGİLİ ÖRNEKLER

İhlas İle İlgili Örnekler

HZ. ALİ (R.A.) KİMDİR?

Hz. Ali (r.a.) Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.