Hz. Bilal Habeşi ve Ezanı Muhammediye

Hikâyeler

Medine-i Münevvere’de yaşanan hadise, sahabelerin “Yoksa Peygamber Efendimiz (s.a.v.) dünyaya tekrar mı teşrif ettiler” düşüncesiyle sokaklara dökülmesine yol açtı.

Sahabelerin Medine sokaklarına dökülmelerine yol açan hadisenin içyüzü ise bambaşka çıktı: Rasûlullâh’ın baş müezzini, Peygamber mescidinin bülbülü Hazret-i Bilâl, Allâh Rasûlü dünyâyı terk edince sanki dilini yuttu, ağzını bıçaklar açmaz oldu. Koca Medîne kendisine dar geldi. Halîfe Hazret-i Ebû Bekir (r.a.), Bilâl’e ezan okuması için defâlarca yalvardı. O peygamber âşığı, dertli Bilâl, şu cevâbı verdi: “Yâ Ebâ Bekir! Benim arzumu sorarsan, Rasûlullâh’tan sonra ezan okumaya tâkatim kalmadı. Beni zorlama. Ne olursun, beni kendi hâlime bırak!..” Hazret-i Ebû Bekir (r.a.) ise Rasûlullâh hasretiyle Bilâl’den o güzel demlerin ezânını ısrarla istiyor: “Ümmet, Rasûlullâh’tan sonra, bir de O’nun müezzininden de mi mahrûm olsun?” diyordu. Sonunda ısrarlara dayanamayan Bilâl, nihâyet sabah ezânı için boynu bükük, gözü yaşlı minâreye çıktıysa da boğazına tıkanan hıçkırıklardan, ezanı okuyamadan geri indi. Ebû Bekir (r.a.) daha fazla ısrâr etmedi.

Bütün halk sokaklara dökülmüştü. “Ne oldu, Rasûlullâh dünyaya yeniden mi teşrîf etti.” diye birbirine soranlar, ağlayanlar, hıçkıranlar…

Hz. Bilâl (r.a.), Allâh Rasûlü’nün aziz hâtıralarıyla dolu Medîne’de daha fazla duramadı, o sabah namazından sonra derhal yola çıktı. Şam’a gitti. Bir an evvel Rasûlullâh’a kavuşmak hasretiyle, serhad boylarında şehâdet peşinde muhârebelere iştirâk ediyor ancak takdîr-i ilâhî gereği, her defâsında gâzî oluyordu. Bu minvâlde seneler geçti. Bir gece, rüyasında Hazret-i Peygamber’i (s.a.v.) gördü. Rasûl-i Ekrem şöyle buyuruyordu: “Yâ Bilâl! Bu cefâ nedir? Beni ziyâret edecek vakit hâlâ gelmedi mi?” Hazret-i Bilâl telaşla uyandı. Derhal devesine atlayıp engin çöllere daldı. Yalnız başına günlerce yol aldıktan sonra, nihâyet nûrlu Medîne’ye geldi. Hiç kimseye görünmeden derhal Rasûlullâh’ın kabrine koştu. Mezârın üzerine kapandı. Yüzünü gözünü mezarın toprağına sürerek, gözyaşları içinde: “Geldim Yâ Rasûlallâh, geldim işte!” dedi.

Tam bu esnâda, Rasûl-i Ekrem’in torunları Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin çıkageldi. Onları gören Bilâl, mezarın üzerinden kalkarak: “Aah! Rasûlün nûr-i dîdeleri!” dedi ve hasretle onları kucakladı. Hazret-i Hasan (r.a.): “Yâ Bilâl! Senden bir şey ricâ etmek istiyorum, yapar mısın?” dedi. Hazret-i Bilâl (r.a.): “Söyle cânımın cânı, söyle!” deyince, Hasan (r.a.): “Rasûlullâh’a Mescid-i Şerîf’te okuduğun ezâna hasretiz. Onu işitmek istiyoruz. Okur musun?” dedi. Bilâl (r.a.) da: “Sizin için okurum.” dedi.

Öğle vakti Hazret-i Bilâl, Mescid-i Nebevî’de eskiden ezan okuduğu yere çıktı. Dertli ve yanık bağrından öyle bir “Allâhü Ekber, Allâhü Ekber!” dedi ki, koca Medîne Allâh Rasûlü’nün tedâisinden zangır zangır titredi. Dağlar taşlar bu yanık sadâ ile inledi. “Eşhedü en lâ ilâhe illâllâh”a gelince Medîne çalkalandı. “Eşhedü enne Muhammeden Rasûlullâh!” da ise artık bütün halk sokaklara dökülmüştü. “Ne oldu, Rasûlullâh dünyayı yeniden mi teşrîf etti.” diye birbirine soranlar, ağlayanlar, hıçkıranlar… Hazret-i Bilâl ise boğazına saplanan hıçkırıkları zaptetmeye ve ezân-ı Muhammedî’yi tamamlamaya çalışıyordu. Fakat ne mümkün… Neredeyse hıçkırıktan boğulacak. Kendisini tutamadı, bitkin ve gözü yaşlı bir hâlde, olduğu yere bir külçe gibi yığıldı kaldı.

Cennet hanımlarının efendisi Fâtımâ annemiz, mübârek babaları Rahmet Peygamberi’nin fânî ayrılığından o kadar mahzûn oldular ki: “Fahr-i kâinâtın ukbâ âlemini teşrîfleri ile benim üzerime öyle bir musîbet geldi ki, karanlığın üstüne gelse, karanlığın rengi değişirdi.” buyurdular.

Kaynak: www.tarihgastesi.com