Hz. Ebubekir Nasıl Halife Oldu?

Sahabiler

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz vefât ettiğinde, Ensâr ve Muhâcirler, Sakîfe’de Hazret-i Ebû Bekir’e bey’at ettiler. Bir gün sonra umûmî bir bey’at daha oldu. Böylece Peygamber Efendimiz’in en samimî dostu, yâr-ı ğâr’ı (mağara arkadaşı), kayınpederi, veziri, müsteşarı İslam tarihinin ilk halîfesi oldu.

Hazret-i Ebûbekir ile Hazret-i Ömer -radıyallâhu anhumâ-, Peygamber Efendimiz’in gözü ve kulağı mesâbesindeydiler.[1] Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onlar hakkında:

“Benden sonra Ebû Bekir ve Ömer’e tâbî olunuz!” buyurmuşlardı. (Tirmizî, Menâkıb, 16/3662)

Bir kadın, Peygamber Efendimiz’e gelip bir meselesini arz etmişti. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de ona bâzı tavsiyelerde bulunmuş, bunları yaptıktan sonra tekrar kendisine gelmesini söylemişti. Kadın:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü, geldiğimde Siz’i bulamazsam ne yapayım?” diye sordu. Bu sözüyle Efendimiz’in vefâtını kastediyordu.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Beni bulamazsan Ebû Bekir’e git!” buyurdular. (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 5; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 10; Tirmizî, Menâkıb, 16/3676)

İLK HALİFE 

Kâsım bin Muhammed Hazretleri’nin naklettiğine göre, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- son günlerinde Hazret-i Âişe vâlidemize, şiddetli ağrılarından bahsederek şöyle buyurdular:

“Ebû Bekir’e ve oğluna haber gönderip halîfeliği Ebû Bekir’e vasiyet etmeyi düşündüm. Böylece bâzılarının halîfelik hakkındaki dedikodularını ve bu hususta arzusu olanların temennîlerini kesmek istedim. Fakat sonra; «Allah Teâlâ, halîfeliği hak etmeyen birine vermez; mü’minler de halîfeliğe lâyık olmayan birini ondan uzak tutarlar. Veya Allah Teâlâ, lâyık olmayan kişiyi hilâfetten uzaklaştırır, mü’minler de hak etmeyen kişiyi o makâma seçmezler.» diye düşünüp bundan vazgeçtim.” (Buhârî, Merdâ 16, Ahkâm 51; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe 11)

Bütün bunlar, Hazret-i Ebû Bekir’in hilâfeti hususunda tartışmaya mahal bırakmayacak derecede açık hükümler ve kat’î delillerdir.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz vefât ettiğinde, Ensâr ve Muhâcirler, Sakîfe’de Hazret-i Ebû Bekir’e bey’at ettiler. Bir gün sonra umûmî bir bey’at daha oldu ve peygamberlerden sonra insanlığın en hayırlısı olan Hazret-i Sıddîk -radıyallâhu anh- insanlara şöyle hitâb etti:

“Ey insanlar! En sâlihiniz olmadığım hâlde sizin başınıza halîfe seçilmiş bulunuyorum. Şayet vazifemi hakkıyla yaparsam bana yardım ediniz! Yanlış hareket edersem beni îkâz ediniz! Doğruluk, emin bir şahsiyet olmanın göstergesidir. Yalan ise hıyânettir. Zayıf olanınız hakkını alıncaya kadar benim yanımda en güçlünüzdür. Güçlü olanınız da kendisinden hak sahibinin hakkını alıncaya kadar benim nazarımda en zayıfınızdır.

Bir millet Allah yolunda cihâdı terk ederse zillete dûçâr olur. İnsanlar arasında kötülük yayılırsa Allah o millete umûmî bir belâ verir. Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz! Şayet Allâh’a ve Rasûlü’nün emirlerine riâyette kusur gösterirsem bana itaat etmeniz söz konusu olamaz. Haydi, namazımızı kılalım, Allâh’ın rahmeti üzerinize olsun.”[2]

İDARECİLİKTE BENİM İÇİN RAHAT YOKTUR

Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- daha sonraki bir hutbesinde de şöyle buyurdu:

“Vallâhi benim hiçbir gün ve gecede kesinlikle idâreciliğe arzu ve rağbetim olmadı! Allah Teâlâ’dan ne gizlice ne de açıktan böyle bir şey istemedim! Lâkin insanların başıboş kaldığı o ortamda fitne çıkmasından korktum. (Mes’ûliyet endişesiyle vazifeyi kabûl ettim.) Yoksa idârecilikte benim için rahat yoktur. Boynuma öyle büyük bir iş yüklendi ki, Allah Teâlâ’nın yardımı olmadan onu yapacak ne gücüm var ne de imkânım! Şu anda benim yerimde, idârecilik hususunda insanların en kuvvetlisinin bulunmasını ne kadar isterdim!

Muhâcirler Hazret-i Ebû Bekir’in bu samimî sözlerini gönülden kabûllendiler. Hazret-i Ali ile Zübeyr -radıyallâhu anhumâ- da yeni halîfeyi takdir ederek şöyle buyurdular:

“…Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den sonra bu işe insanların en fazla hak sahibi olanıdır. Zira o, Efendimiz’in hicret esnâsında gizlendiği mağaradaki yegâne arkadaşıdır. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de kendisinden «ikinin ikincisi» diye bahsetmiştir. Biz onun şerefini, büyüklüğünü biliyoruz. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hayattayken ona, imamlığa geçip insanlara namaz kıldırmasını emretmiştir.”[3]

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in vefâtından bir ay sonraki bir hutbesinde ise Ebû Bekir -radıyallâhu anh- şöyle buyurdu:

“Arzu etmediğim hâlde hilâfet vazifesine getirildim. Vallâhi, benim yerime bir başkasının bu vazifeyi üzerine almasını ne kadar isterdim! Dikkat edin! Benden, size Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gibi davranmamı beklerseniz, buna gücüm yetmez! Zira O, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine vahiy ikram ettiği ve yanlışlardan mâsum kıldığı bir zât idi. Ben ise sizin gibi bir insanım, herhangi birinizden daha hayırlı da değilim. Beni murâkabe/kontrol edin, istikâmet üzere olursam bana tâbî olun, ayağım kayarsa beni düzeltin!..”[4]

Bu ifâdeler, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in güzel ahlâkının Hazret-i Ebû Bekir’deki akisleridir. Onun ne kadar mütevâzı ve Sünnet-i Seniyye’ye bağlı bir Allah ve Rasûlullah dostu olduğunun en bâriz göstergesidir.

İSLAM DEVLETİNİN DAĞILMASINI ENGELLEDİ

Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- halîfe olunca, ashâb-ı kirâmdan kendisine yardımcı olmalarını taleb etti. Ebû Ubeyde -radıyallâhu anh- Beytülmâl işlerine yardımcı oldu, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- kadılık vazifesini üstlendi. Ashâb-ı kirâm, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in terbiyesiyle insanlığın en fazîletli toplumu hâline gelmişti. Bu sebeple, bir sene geçerdi de iki kişi bir dâvâ için mahkemeye gelmezdi. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- da Ebû Bekir Efendimiz’e kâtiplik ve müşâvirlik yaptı.[5] Devamlı Halîfe’nin meclisinde bulunarak ümmet-i Muhammed’in nizam ve âsâyişini teminde ona yardımcı ve müsteşar oldu.[6]

Peygamber Efendimiz’in en samimî dostu, yâr-ı ğâr’ı (mağara arkadaşı), kayınpederi, veziri, müsteşarı ve ilk halîfesi olan Hazret-i Sıddîk -radıyallâhu anh-, hilâfeti döneminde -Allâh’ın lûtfuyla- çok büyük gâilelerin üstesinden geldi. Bilhassa, Peygamber Efendimiz’in vefâtından sonra baş gösteren “ridde/dinden dönme” isyanlarını fevkalâde bir dirâyetle bastırdı. Böylece İslâm devletinin dağılmasını engellediği gibi, fetihlerin artarak devâmını da sağlamış oldu.

Hazret-i Sıddîk, dînin hükümlerinden hiçbir şekilde tâviz vermedi, İslâm’ın sebatkâr bir müdâfii oldu. Yine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in vefâtından sonra ortaya çıkan “zekât mükellefiyetini reddetme” hareketlerine karşı da büyük bir kararlılıkla mukāvemet gösterdi ve:

“–Şayet zekât mallarından küçücük bir ip parçasını bile benden saklayıp onu vermezlerse onlara savaş açarım!..” dedi. Böylece fitnenin büyümesine mânî oldu ve dîni tahrîfe sebep olacak bütün kapıları kapattı. Onun bu kararlı ve cesur tavrına, adâlet ve celâdet âbidesi Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- bile gıpta etmiş ve hayran kalmıştır.[7]

Kur’ân-ı Kerîm de Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-’ın hilâfeti döneminde; daha önce yazılı olduğu hurma yapraklarından, yassı taşlardan, ince levhalardan ve hâfızların ezberlerinden büyük bir titizlikle toplanarak aynen Allah Rasûlü’ne nâzil olduğu şekliyle bir mushaf hâlinde bir araya getirildi. Böylece dînî hususlarda çıkması muhtemel pek çok fitnenin önü alınmış oldu.

Velhâsıl Ebû Bekir -radıyallâhu anh-, ümmet-i Muhammed’in Kur’ân ve Sünnet istikâmetinde ilerlemesi, birlik ve beraberlik içinde yükselmesi için fevkalâde gayret göstererek pek mühim hizmetlere imza attı. Onun sadece 2 sene 3 ay süren hilâfeti, bütün bir İslâm tarihi için, vakti kısa, fakat gölgesi uzun ikindi zamanı gibi feyizli ve bereketli bir dönem oldu.


[1] Tirmizî, Menâkıb, 16/3671.

[2] İbn-i Sa‘d, III, 182-183; Süyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 69, 71-72; Hamîdullah, İslâm Peygamberi, II, 1181.

[3] Hâkim, III, 70/4422; Beyhakî, Kübrâ, VIII, 152.

[4] İbn-i Sa‘d, III, 212; Ahmed, I, 13; Süyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 71.

[5] Bkz. Taberî, Târîh, Beyrut 1387, III, 426; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, Beyrut 1417, II, 263.

[6] Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, İstanbul 1976, I, 328.

[7] Ali el-Kārî, Mirkāt, X, 381-383/6034.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları