Hz. Eyüp'ün (a.s.) Sabrı
Sabrı ile bilinen peygamber; Eyüp Peygamber'in sabrını anlatan kıssa.
Hakk’ın rızâsına kavuşmak, O’nun takdîrine râzı olmayı ve yalnızca varlıkta değil, darlıkta da şükretmeyi gerektirir. Yani şükür, hayâtın şartları değişse de mü’minin değişmez ve sarsılmaz bir kalbî hasletidir.
Eyüp aleyhisselâm’ın hâli, bu hususta çok ibretli bir misaldir:
Hanımı Rahîme Hâtun Hazret-i Eyüp’e:
“–Sen bir peygambersin. Duân makbûldür. Çok muzdarip bir hâldesin. Duâ et de şifâya nâil ol.” dedi.
Eyüp aleyhisselâm ise şu mânidar cevâbı verdi:
“–Rabbim bana seksen sene sıhhat verdi. Hastalığım ise henüz seksen sene olmadı. Ancak birkaç senedir muzdaribim. Hâl böyleyken Cenâb-ı Hak’tan sıhhat istemeye teeddüb ederim.”
Eyyûb aleyhisselâm sıhhat içinde geçirdiği ömrünün şükrünü ödeyememiş olmanın mahcûbiyeti içinde Rabbinden şifâ istemeye teeddüb etmişti. O’nun şükür ve sabrına mukâbil, “Şekûr” olan Cenâb-ı Hak, yani ecir ve mükâfâtı kat kat fazlasıyla lûtfeden Rabbimiz, ona eskisinden çok daha yüksek derecede bir sıhhat, bolluk ve bereket ihsân eyledi.
Şükrün o has kullardaki yüksek tezâhürünü, şu misal de ne güzel ifâde eder:
Hazret-i Râbia’ya sordular:
“–Allah, kulundan ne zaman râzı olur?”
Şöyle dedi:
“–Iztırap ve mihnet içindeyken bile, nîmet içindeymiş gibi şükrettiğinde...”
İşte kâmil mü’minler, şükrün sadece rahatlık zamanlarına has bir ibadet olmadığını yakînen bilirler. Başlarına ne kadar ağır iptilâlar gelse de, Hakk’a şükretmek, onlarda bir tabiat-ı asliye hâline gelmiştir. Bu yüzden onlar, ilâhî imtihan muktezâsı olarak karşılarına çıkan sıkıntılardan şikâyet etmek yerine, bunların daha ağırından kendilerini koruduğu için Rab’lerine şükretme fazîletini sergilerler.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından 2, Erkam Yayınları