Hz. Eyüp'ün Eşi ve Şeytanın Hilesi
Hz. Eyüp'e (a.s.) vesvese veremeyen şeytan, Hz. Eyüp’ün (a.s.) hanımı Rahîme Hâtun’a hangi vesvese ve hilelerle musallat oldu? Rahîme Hâtun'un (r.a) şeytana karşı duruşu ve örnek hikayesi...
Eyüp -aleyhisselâm-’a vesvese veremeyen şeytan, bu sefer hanımı Rahîme Hâtun’a musallat oldu. İkide bir onun önüne çıkıyor ve aklını çelmeye çalışıyordu. Rahîme Hâtun da, bunları Hazret-i Eyüp’e naklediyordu. Eyüp -aleyhisselâm- ise hanımına:
“−Ey hanım! O senin yoluna çıkan iblîs’tir. Dikkatli ol; seni vesvese ile benden ayırmak istiyor!..” diyerek îkâzda bulunuyordu.
Rahîme Hâtun, Yûsuf -aleyhisselâm-’ın torunlarından idi. Kendisinde ceddi Yûsuf’un güzelliğinden bir akis vardı. Civârında ondan daha güzeli yoktu. Bunun için şeytan, birgün onun karşısına yakışıklı bir kişi sûretinde çıktı:
“−Senden daha güzel birini görmedim.. Ben şu yakın köydenim. Servetimin de hadd ü hesâbı yoktur…” dedi.
Rahîme Hâtun Rabbine sığınarak:
“−Ben hasta olan Eyüp Peygamber’in hanımıyım. O’na hizmet etmekteyim. Ve ben, o şerefli peygamberden başkasına aslâ meyletmem…” dedi ve yürüyüp gitti.
Rahîme Hâtun, Hazret-i Eyüp’ün yanına döndüğünde, olup biteni anlattı. Hazret-i Eyüp bu sözlerden sıkıldı. Hiddetle:
“–Ey Rahîme! Ben sana ondan sakınmanı söylemiştim. Eğer sıhhate kavuşursam, sana yüz sopa vuracağım!” diye yemîn etti.
Eyyûb -aleyhisselâm-’ın hastalığı gün geçtikçe şiddetlendi. Bu durum O’nun peygamberlik vazîfesini yapmasına mânî olmaya başladı. O da yüce dergâha ellerini açtı ve:
أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنْتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
“…Bana gerçekten hastalık isâbet etti. Sen merhametlilerin en merhametlisisin!” (el-Enbiyâ, 83) diyerek, ilâhî merhametin kendisi üzerine tecellî edip şifâ bulması için kalben Cenâb-ı Hakk’a yöneldi.
Eyyûb -aleyhisselâm-’ın bu şekilde duâ etmesinin sebebi husûsunda tefsîrlerde değişik rivâyetler bulunmaktadır:
İmâm Câfer es-Sâdık buyurdu ki: “Musîbet müddeti uzayınca şeytan: «Ey Eyyûb! Hastalıktan kurtulmak istersen, bana secde et!» dedi. Hazret-i Eyyûb’un kalbi gâyet mahzûn oldu ve: «Hastalıktan değil, düşmanın harîs olmasından rahatsızım.» deyip Rabbine: «Bana bu hastalık isâbet etti.» dedi.”
Diğer bir rivâyet: Kendisine îmân etmiş bulunan birkaç kişi: «Eğer bunda hayır olsaydı, bu belâya dûçâr olmazdı!» demişti. Nâdânların bu sözleri de, Hazret-i Eyyûb’u son derece rencide etmişti.
Diğer bir rivâyet: Rahîme Hâtun çâresizlik içinde kalarak yiyecek almak için elbisesini satmıştı. Eyyûb -aleyhisselâm- bunu öğrenince büyük bir üzüntüyle Rabbine ilticâ etti.
Diğer bir rivâyet: Cebrâîl -aleyhisselâm-, Hazret-i Eyyûb’a gelerek: «Hak Teâlâ’nın hazînesinde musîbet imtihânı çoktur. Onlara tâkat getiremezsin. Sen Allâh’tan âfiyet talebinde bulun!» demiş ve şifâyâb olması için Cenâb-ı Hakk’a duâ etmesini söylemişti.
Rivâyete göre, bir kimse Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mescidine girdi ve Eyyûb -aleyhisselâm- ile alâkalı bazı suâller sordu. Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ağladılar ve şöyle buyurdular:
“Allâh Teâlâ’ya yemîn ederim ki, Eyyûb belâdan inlemedi, sızlanmadı. Lâkin yedi sene, yedi ay, yedi gün, yedi gece o belâda kaldı. Ayakta namaz kılmak istedi; duramadı, düştü. Hak yolundaki hizmetinde kusur görünce: «Bana gerçekten hastalık isâbet etti» dedi.”[1]
Hazret-i Eyyûb’un ifâdeleri görünüşte sızlanma gibi ise de, gerçekte bir duâ idi. Çünkü sızlanma, insanlara yapılan şikâyete denir. Allâh Teâlâ’ya yöneliş, bir sızlanma değildir. Nitekim Ya’kûb -aleyhisselâm- da, oğlu Yûsuf -aleyhisselâm-’ın ayrılık ıztırâbı ve hasreti ile büyük bir elem içindeydi ve âyet-i kerîmede buyrulduğu gibi:
“Dedi ki: Ben bütün kederimi ve hüznümü ancak Allâh’a arz ediyorum. Ve ben, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri de Allâh tarafından (vahiy ile) biliyorum.” (Yûsuf, 86)
HASTALIKTAN KURTULUŞ
Rahîme Hâtun, yiyecek aramaya çıkmıştı. Bu arada Cebrâîl -aleyhisselâm- gelerek Cenâb-ı Hak’tan:
“–Ey Eyyûb! Belâ verdim, sabrettin.. Şimdi de tekrar sıhhat ve nîmet vereceğim!” haberi ile şu emri getirdi:
“Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su!” (Sâd, 42)
Eyyûb -aleyhisselâm-, ilâhî emir mûcibince ayağını yere vurdu. Hemen bir pınar fışkırdı. O da bu su ile yıkandı ve böylece mûcize olarak iç ve dış hastalıklarının hepsinden kurtuldu.
Bir başka rivâyete göre, Eyyûb -aleyhisselâm- ayağını yere vurduğunda biri sıcak, diğeri soğuk iki kaynak çıkmış, O da, sıcak olan suyla yıkanmış, soğuk olandan da içmiştir.
Âyet-i kerîmede “Ayağını yere vur!” diye emredilerek, mûcizede bile kulun gayret, emek ve teşebbüsünün bulunmasının taleb edilmesi dikkat çekicidir. Demek ki kulun, sebeplere sarılmakta kusur etmemesi, oturup sâdece duâ ile yetinmemesi gerekir. Ayrıca duânın îcâb ve şartlarını da yerine getirmek lâzımdır. Bu emir, Meryem kıssasındaki “Hurmanın dalını kendine doğru silkele!..” (Meryem, 25) emrine benzer. Ayrıca:
“…O’na ancak güzel sözler yükselir. Onu da (Allâh’a) sâlih amel yükseltir!..” (Fâtır, 10) ifâdesini hatırlatır.
Nitekim Eyyûb -aleyhisselâm-’ın büyük bir edeb ve tâzîm içinde Cenâb-ı Hakk’a yönelişi netîcesinde duâsı kabûl olmuş ve kendisine şifâ, rahmet ve lutuf kapıları açılmıştı. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Bunun üzerine Biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hâtırâ olmak üzere O’nun duâsını kabûl ettik. Kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve O’na âile efrâdını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik.” (el-Enbiyâ, 84)
Hazret-i Cebrâîl, sıhhati iâde edilen Eyyûb -aleyhisselâm-’ın başına Allâh’ın emri ile bir tâc koydu. Güzel elbiseler giydirdi. Lutuf bulutu geldi ve üstüne altın parçacıkları serpildi.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular ki:
“Eyyûb, mûcizeli suda yıkandığı sırada, önüne bir sürü altın çekirge düşmüştü. Eyyûb, bunları hemen toplayıp elbisesine doldurmaya başladı. Bunun üzerine Allâh Teâlâ:
«–Ey Eyyûb! Görüyorsun, Ben malını sana iâde etmek sûretiyle seni zengin kılmadım mı?» buyurdu. Hazret-i Eyyûb:
«–Evet yâ Rabbî! Beni o sûretle zengin kıldın. Fakat Sen’in hayır ve bereket hazînelerinden müstağnî kalamam. Bu sebeple ind-i ilâhîden her ne buyrulursa kabûlümdür. Çünkü veren Sen’sin, Sen’in verdiğin şeyi nasıl reddederim?!» dedi.” (Buhârî, Gusl, 20; Enbiyâ, 20; Nesâî, Gusl, 7)
Bu sırada Rahîme Hâtun şehirden döndü. Hazret-i Eyyûb’u tanıyamadı. O’nun kaybolduğunu zannederek sahrâya koştu. Feryâd edip ağladı. Eyyûb -aleyhisselâm- seslendi:
“–Ey hanım! Kimi arıyorsun?”
“–Bir hastam vardı, hayat arkadaşım idi. Bu kadar sıkıntı çekmiş iken, şimdi o hazîneyi yitirdim...”
“–O nasıl bir kimse idi.”
“–O sabırlı Eyyûb’du. Sağlıklı iken sana benzerdi.”
“–Ey Rahîme! İşte o benim. Allâh Teâlâ, bana sıhhat verdi.”
Her ikisi de sevinçle ağlaşarak Cenâb-ı Hakk’a şükürde bulundular.
Eyyûb -aleyhisselâm-, artık eski gençlik ve dinçliğine kavuşmuştu. Buna ilâveten Allâh Teâlâ, O’na evvelkinden daha fazla mal ve evlâd ihsân etti:
“Biz’den bir rahmet ve akl-ı selîm sâhipleri için de bir ibret olmak üzere, O’na hem âilesini, hem de onlarla beraber bir mislini bağışladık.” (Sâd, 43)
Nihâyet Eyyûb -aleyhisselâm- ve âilesi, darmadağın bir hâlde iken tekrar bir araya toplandı. Eskisinden daha büyük lutuflara nâil kılındı.
Hazret-i Eyyûb -aleyhisselâm-, hastalıktan âfiyete kavuşmuş olarak geçirdiği ilk gecenin sabahında derinden bir «ââh!» çekti. Sebebini sordular. Dedi ki:
“–Her gece seher vaktinde: «Ey bizim hastamız, nasılsın?» diye bir ses duyardım. Şimdi yine o vakit geldi, fakat: «Ey bizim sıhhatli kulumuz, nasılsın?» sesini duymadım. Bunun için ağlıyorum.”
RAHÎME HÂTUN’UN HİZMETİNİN MÜKÂFÂTI
Rivâyete göre Eyyûb -aleyhisselâm-, hanımının bir hatâsından dolayı sıhhate kavuştuğunda ona yüz değnek vurmaya yemîn etmişti. Ancak zevcesinin O’na karşı hizmet ve fedâkârlığı büyüktü. Bu sebeple Allâh Teâlâ, yüz tâne ekin sapından oluşan bir demetle bir kere vurulmasını kâfî görerek onlara merhamet buyurdu ve şöyle emretti:
“Eline bir demet sap al da onunla vur; yemînini böyle yerine getir. Gerçekten biz Eyyûb’u sabırlı (bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi bir kuldu! Dâimâ Allâh’a yönelirdi.” (Sâd, 44)
Âyet-i kerîmedeki ruhsat, şer’î cezâ ve yeminlerde “Eyyûb ruhsatı” adıyla bâkî kalmıştır. Âyette bu demetin, ne demeti olduğu açıkça belirtilmediği için daha başka mânâlara da hamledilmiştir. Yâni bu emir, yalnız o ruhsatı göstermekle kalmamış, aynı zamanda eli altında bir cemâat kurulması gerektiğine de işâret etmiştir. (Bkz. Kurtubî, Tefsîr, XI, 323, 327.)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-3, Erkam Yayınları