Hz. Halîme (r.a.) Kimdir?

Hazret-i Halîme (r.a.) Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in Süveybe Hâtun’dan sonraki süt annesi... Kâinatın Efendisi’nin çocukluk döneminin yanında geçtiği yumuşak huylu, ağırbaşlı, uysal bir hanımefendi...

Hazret-i Halîme -radıyallahu anhâ- adı güzel kendi güzel Hz. Muhammed’i -sallallahu aleyhi vesellem- tam iki sene emziren, onun yetişip büyümesinde emeği geçen, onu tehlikelere karşı koruyan ve nur bedeninin gelişmesi, gürbüzleşmesi ve sağlıklı olması için gayret eden, çırpınan bir anne!.. Sabırlı, şefkatli, merhametli davranışlarıyla ve sevgi dolu bakışlarıyla onu yediren, içiren, uyutan, hizmetini gören, büyük bir aşk ve şevk içerisinde büyütmeye çalışan, emeğini esirgemeyen bir süt anne!..

Halîme (r.anha) Mekke civarında oturan Hevâzîn kabilesinin Benî Sa’d bin Bekir koluna mensuptur. Ümmü Kebşe künyesiyle anılır. Babasının adı Ebî Züeyb es-Sa’dî’dir. Aynı kabîleden Hâris bin Abdüluzza ile evlenmiştir. Bu evlilikten Abdullah, Uneyse ve Şeyma adında üç çocukları dünyaya gelmiştir. Geleceğin Peygamberi Kâinâtın Efendisi Muhammed (sav) de onların süt kardeşi olmuştur.

Benî Sa’d kabîlesi çölde yaşardı. Temiz, havadar, suyu bol yaylaları vardı. Arablar arasında dili en düzgün, pürüzsüz, konuşan bir kabileydi. Cömertlikleri ile de meşhurdu. Kureyş halkı da fesâhat ve belâgata çok önem verirdi. Yeni doğan çocuklarını süt anneye verirken bu özelliği de göz önünde bulundururlardı. O devirde çölde yaşayan bedevî hanımlar bir gelir kaynağı olarak süt annelik hizmeti verirlerdi. Mekke’ye gelir yeni doğan çocuklardan alıp götürürlerdi. Bilhassa zengin ailelerin çocuklarını tercih ederlerdi. Bunu her sene iki defa Mekke’ye gelerek yaparlardı.

HZ. PEYGAMBER’İN  BEREKETİ

Bir kıtlık senesi idi. Halîme Hâtun da kucağında oğlu, yanında kocası Hâris ile birlikte diğer hanımlarla yurtlarından çıkıp Mekke’ye geldiler. Çaresizlik içerisinde dolaşırlarken karşılarına Kureyş’in büyüklerinden Abdülmuttalib çıktı.

Allah Teâla bir yetimi vesîle kılarak onları ilâhî ikramlara nâil kılacaktı. Geleceğin Peygamberine hizmet etme şerefini onlara verecekti. Nur Muhammed’e (sav) süt anne olmak bahtiyarlığını nasîb edecekti. Onlar da yetimliğine bakmadan elleri boş dönmemek için nur topu yavrucağı bağırlarına basıp yurtlarına götüreceklerdi. Daha yolda iken hayır ve bereketlere nâil olduklarını göreceklerdi. O nur parçası yavrucağı yanlarına alınca; hayatlarında büyük değişiklikler gördüler. Ailecek bereket ve ilâhî ikramlara nâil oldular.

HZ. MUHAMMED’İN (S.A.V.) KALBİ NASIL TEMİZLENDİ?

Geleceğin peygamberi Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz dört yaşlarına kadar Halîme annemizin yanında büyüdü. Süt kardeşleriyle birlikte yediler, içtiler ve oynadılar. Süt kardeşleri onu çok severlerdi. Ondan hiç ayrılmazlar ve beraberce tatlı tatlı oynarlardı. Bir gün evlerinin arkalarında kuzuları otlatırken üzerlerinde ak elbise bulunan iki adam içi kar dolu, altından bir leğen ile geldi ve Nur Muhammed’in (sav) karnını yarıp kalbini açtılar. Oradan kan pıhtısına benzer bir şeyi çıkarıp attılar. Süt kardeşi Abdullah bu durumu görünce çok korktu. Derhal anne-babasına koşarak heyecanla geldi. Kureyşli kardeşim öldürüldü!.. diye feryad etti.

Halîme Hâtun ve kocası hemen koşup çocukların yanına geldiler. Nur Muhammed’i (sav) benzi sararmış, korkmuş bir vaziyette buldular. Ne oldu yavrucuğum! diye sordular. O da dört yaşlarında olmasına rağmen olan biteni tek tek anlattı. “Üzerlerinde ak elbise bulunan iki adam geldi ve beni yatırdılar. Karnımı yardılar ve içimden bilmediğim bir şey çıkarıp attılar. Kalbimi, karnımı o karla iyice yıkayıp temizlediler” dedi.

Bu hâdise üzerine Hâris âilesine: “Ey Halîme! Ben bu çocuğun başına bir felâket gelmesinden korkuyorum! Onu hemen ailesine götürüp teslim edelim” dedi.

Halîme Hâtun süt evlâdı Nur Muhammed’i, (sav) Âmine Hâtun’a teslim etmek üzere Mekke’ye geldi. Çocuk yaşta olmasına rağmen Nur Muhammed (sav) güçlü, kuvvetli ve hareketliydi.

Şehre girerken kalabalıklar arasında kayboldu. Dedesi Abdülmuttalib ve Kureyş kabilesi atlıları seferber oldu. Mekke’nin her tarafı arandı bulunamadı. Sonra Kâbe’ye gelip tavaf ettikten sonra dede Abdülmuttalib Yüce Allah’a şöyle niyazda bulundu. “Ya Rab! Kavmi’min hepsi toplandı ise de sevgili torunum bulunamadı. Senden  medet!” diye yardım diledi. O anda görünmeyen bir yerden ses geldi ve: “Muhammed’in (sav) Rabbı vardır. Onu yardımsız bırakmaz ve zâyî etmez” dedi. Abdülmuttalib tekrar niyaz etti ve onun nerede olduğunu göstermesi için Allah’a yalvardı. Yine gizli bir ses: “O Tihâme vadisinde bir ağacın altında!” dedi. Süvarileriyle birlikte o tarafa doğru giden Abdülmuttalib Nur Muhammed’i (sav) bir ağacın dallarını çekip yaprağı ile oynuyor olarak gördü. Dede Abdülmuttalib uzaktan: “Ey çocuk sen kimsin?” diye sordu. O da: “Ben Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib’im” cevabını verdi. Dedesi yaklaştı ve: “Canım sana feda olsun yavrum. Ben senin deden Abdülmuttalib’im” dedi ve sevgili torunu Nur Muhammed’i (sav) kucaklayıp öptü. Bağrına bastı ve hemen hayvanının önüne bindirip Mekke’ye getirdi. Kâbe’yi yedi defa tavaf ettirip onu her türlü tehlikelerden ve kötülüklerden koruması için Allah’a duâ etti. Sonra anneciği Âmine Hâtun’un yanına götürdü.

DUHÂ SÛRESİ’NİN TEFSÎRİ

Kur’an-ı Kerimde Duhâ Sûresi’nin yedinci âyetinin bu hâdiseye işaret ettiği rivayet edilir. Meâlen:“Seni (çocukluğunda) kaybolmuş bulup da yolunu doğrultmadı mı?” buyurulmuştur.

Halîme Hâtun emanet aldığı süt evlâdı Nur Muhammed’i (sav) sağ sâlim olarak anneciği Âmine Hâtun’a teslim etmenin huzuru içerisinde idi. Aslında o yanında kalması için ilk getirdiğinde ısrar etmişti. Bu sebebten Âmine Hâtun: “Onu ne diye getirdin süt annesi?” diye sordu. Halîme Hâtun da: “Allah oğlumu büyüttü. Doğrusu başına birşeyler gelmesinden endişe ettim. Onu bir an evvel teslim edeyim istedim” dedi. Âmine Hâtun tekrar: “Yoksa sen ona şeytan musallat olur diye mi korktun?” dedi. O da: “Evet!..” deyince Âmine Hâtun şöyle dedi:

“Hayır! Vallahi şeytan için ona yol yoktur. Ona musallat olamaz. Asla ona sataşamaz. Oğlum için büyük bir hal ve şan vardır. Ben sana onun haberini bildireyim” dedi ve devamla: “Ben ona hamile iken çok hârikulâde hâdiseler yaşadım. Şam topraklarında Busra’nın köşkleri aydınlatılıp bana gösterildi. O dünyaya geldiği zaman secdeye kapanıp kalmıştır. Onun doğumu diğer çocuklarınkine benzememiştir. Sen şimdi onu bana bırakıp yurduna dönebilirsin.” diyerek süt annesinin merakını gidermiş onu teselli etmiştir.

Aradan seneler geçmişti. Nur Muhammed’in (sav) annesi Âmine Hâtun ve dedesi Abdülmuttalib vefat etmişti. Kendisi de Mekke’nin en asil ve zengin hanımı Hz. Hatice ile evlenmişti. İlk vahye mazhar olmuş ve Nur  Muhammed sallallahu aleyhi vesellem son peygamber olarak gönderilmişti. Allah Teâlâ onu kendine elçi seçmişti. Cebrâil’i vasıtasıyla onu destekliyecekti. İslâm’ın ilk günleriydi. Halîme Hâtun Mekke’ye gelmişti. İki Cihan Güneşi efendimiz Hz. Halîme’yi görünce: “Anneciğim, anneciğim!” diyerek derin sevgi gösterir candan hürmet ve hizmet ederdi. Omuz atkısını veya üzerinde bulunan hırka türü şeyi çıkarır yere serer ve süt anneciğini oturturdu. Bir dileği varsa hemen yerine getirirdi. Bir gelişinde eve götürüp misâfir ettiler. Süt anneyi güzelce ağırladılar. Hal hatırını sorup hizmetini gördüler. Kıtlıktan ve hayvanlarının telef olduğundan bahsedince Hz. Hatice annemiz Efendimizin süt annesine 40 koyun, bir de deve hediye etti. Bir çok ikramlarla devesine bindirip uğurladılar.

Sonraki yıllarda müslüman olma şerefine eren Hz. Halime (r.anhâ) Medine-i Münevvere’de vefat eyledi. Cennet-i Bakî’a kabristanlığına defnedildi. Cenâb-ı Hak’tan sık sık kabrini ziyaret edip;“Esselâm ü aleyke Yâ Halîme-i Sa’diyye! Ya marzâten-Nebî!” diye selâm verebilmeyi ve şefaatlerine erebilmeyi niyaz ederiz. Amin.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 207

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • gerçekten çok faydalı bir bilgilendirme .

    çok teşekkürler

    • ben hiç birşey anlamadım halime hazreti peygamberimizin kızımı

    Çok teşekkür ederim

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.