Hz. Hatice Annemizin Fazîleti
Peygamber Efendimizin “Bu zamanın en hayırlı kadını” buyurduğu, ilk eşi Hz. Hatice Validemizin faziletleri...
Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kendisine üç şeyin Cenâb-ı Hak tarafından sevdirildiğini ve bunlardan birinin de “sâliha hanım” olduğunu ifade buyurmuşlardır. (Bkz. Nesâî, Işretü’n-Nisâ, 10; Ahmed, III, 128, 199)
PEYGAMBERİMİZE EN BÜYÜK DESTEĞİ VEREN KİŞİ
Hatice Vâlidemiz ise, “sâliha hanım” olma hususunda örnek ve zirve bir misaldir. Nitekim Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz tebliğine başladığında kendisine ilk ve en büyük desteği veren, Hazret-i Hatice Vâlidemiz olmuştur.
Cebrâil -aleyhisselâm- ilâhî vahyi ilk getirdiğinde Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çok endişelenmişti. Hirâ’dan telâş içinde dönüp:
“–Yâ Hatice! Bana kim inanır?” dediği zaman, o mübârek zevce, Varlık Nûru Efendisi’ne:
“‒Aslâ korkma! Vallâhi Allah Teâlâ Sen’i hiçbir zaman utandırmaz. Zira Sen, sıla-i rahimde bulunursun, doğru söylersin, işini görmekten âciz kimselerin elinden tutarsın, fakire ihsanda bulunursun. Misafire ikram edersin. Haksızlığa uğrayan kimseleri korursun.”[1] demiş ve hayatı boyunca Efendimiz’in İslâm dâvâsında sâdık bir müşâviri, destekçisi, tesellî ve huzur kaynağı olmuştur.
Hazret-i Hatice Vâlidemiz, Peygamber Efendimiz’deki fevkalâdeliği ve üstün fazileti, nübüvvetten 15 sene evvel görebilen bir firâsete sahipti.
Nitekim, maddî imkânı bulunmadığı için evlenmeye teşebbüs edemeyen Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sergilediği şahsiyete hayran olmuş ve O’na evlilik teklifini kendisi iletmişti. Hâlbuki o vakitte, servet sahibi bir hanım olan Hazret-i Hatice’ye tâlip olan niceleri vardı. Fakat Vâlidemiz, şahsiyet ve fazîletine hayran olduğu Peygamber Efendimiz’le evlenmeyi tercih etmiş, kendisine talip olanları ise reddetmişti.
Dul kalmak, hiçbir insan için bir ayıp ve kusur değildir. Peygamber Efendimiz bilâkis, nübüvvetten sonra da dul kalan bazı mü’mine hanımlara sahip çıkmış ve onları himâye etme maksadıyla evlilikler gerçekleştirmiştir. Yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- son nefeslerinde de, namaza çok dikkat etmekle beraber, dul ve yetimlere sahip çıkmalarını da ümmetine vasiyet etmiştir.
İstikbâlin peygamberindeki üstün ahlâkı teşhis edebilen Hatice Vâlidemiz, nübüvvetten sonra da O’nun en mühim desteği oldu. Efendimiz’i en iyi tanıyan hanımı oldu. Hatice Vâlidemiz, Rasûlullah Efendimiz’in gönlünde çok müstesnâ bir yer edindi.
Peygamber Efendimiz’in en büyük dert ortağı olan bu muhtereme Vâlidemiz, O’na ilk îmân eden şahsiyet olma şeref ve bahtiyarlığına da nâil olmuştur. Rasûlullah Efendimiz Hira Mağarası’nda inzivâya çekildiği zamanlarda, gönderebileceği hizmetçileri olduğu hâlde Rasûlullah Efendimiz’e bizzat azık götürmüştür. Eşsiz sadâkatiyle; İslâm’ın en garip ve zayıf zamanındaki boykot yıllarında, bütün servetini, Allah ve Rasûl’ü için cömertçe harcayarak muhteşem bir fedakârlık ve îman cesareti sergilemiştir.
Öyle ki, Hatice annemizin fedakârlığına Cebrâil -aleyhisselâm- bile hayran olmuştur. Nitekim vahiy meleği bir gün Rasûl-i Ekrem Efendimiz ile sohbet ederken, Hazret-i Hatice’nin elinde bir kap yemekle gelmekte olduğunu haber vermiş, sonra da şunları söylemiştir:
“–Hatice yanına geldiği zaman, ona Rabbinden ve benden selâm söyle! Onu, Cennet’te inciden yapılmış bir sarayla müjdele! Orada ne gürültü vardır ne de yorgunluk.” (Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 20)
Allah Teâlâ Hazretleri’nin Cebrâil -aleyhisselâm- ile gönderilen hususî selâmına mazhar olmak, bir kul için şereflerin en yücesidir. Hatice Vâlidemiz’in Allâh’ın hususî selâmına mazhar olmakla ulaştığı şeref, yaratılıştan beri acaba kaç kula nasîb oluştur? Hazret-i Hatice -radıyallâhu anhâ- ise bu ilâhî selâma şöyle mukâbele etmiştir:
“‒O (şanı yüce Allah Teâlâ) Selâm’ın kendisidir, selâm O’ndandır. Cebrâil’e de selâm olsun. Ey Allâh’ın Rasûlü! Allâh’ın selâmı, rahmeti ve bereketi Sen’in de üzerine olsun!” (İbn-i Hişâm, I, 259-260; İbn-i Asâkir, Târîhu Dımeşk, c. 70, s. 118)
Onun vefatı, Peygamber Efendimiz’e;
“Şu ümmet üzerine gelen iki büyük musibetten hangisine daha çok yanacağımı bilemiyorum.” (Taberî, Târih, II, 229) dedirtecek kadar ağır gelmiş ve o yıla “Hüzün Senesi” adı verilmiştir.[2]
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, o mübârek annemizin rûhî derinlik, incelik ve zarâfetini hiçbir zaman unutmamıştır. Hazret-i Hatice’nin vefatından sonra, bir kurban kesilecek olsa, dâimâ bir kısmını onun akrabalarına göndermiştir.
Cenâb-ı Hakk’ın ömrüne yemin ettiği sevgili Habîb’inin, Peygamberlerin zirvesi olan Efendimiz’in gönlünde böylesi bir yer tutabilmek, ne büyük bir izzettir, şereftir, bahtiyarlıktır.
Hatice Vâlidemiz’in Resûlullah Efendimiz’in gönlündeki eşsiz mevkiini gösteren bir hâdiseyi Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz şöyle nakletmektedir:
Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem- benim yanımdayken yaşlı bir kadın geldi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona:
“–Siz kimsiniz?” buyurdu.
“–Ben Cessâme el-Müzeniyye’yim.” dedi. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Hayır, bilâkis sen Hassâne el-Müzeniyye’sin.” buyurdu. (Yani hem onun ismini daha güzeliyle değiştirdi hem de zarif bir iltifatta bulundu.) Ardından:
“–Biz görmeyeli nasılsınız, durumunuz nasıl, şimdiye kadar ne yaptınız ne ettiniz?” diye sordu. O da:
“–Anam-babam Siz’e fedâ olsun yâ Resûlâllah! İyiyiz elhamdülillâh!” dedi. Kadın çıkıp gidince:
“–Yâ Resûlâllah! Bu yaşlı kadına ne kadar da iltifat ve îtibâr ediyorsunuz?!” dedim. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–O kadın, Hatice hayattayken bize gelip giderdi. Vefâkârlık ise îmandandır.” buyurdu. (Hâkim, I, 62/40)
Kur’ân-ı Kerîm’de “mü’minlerin anneleri”[3] olarak ifade buyrulan Vâlidelerimiz’e karşı hürmet ve muhabbette kusur etmemek, onlar hakkında konuşurken sözlerimize dikkat etmek, onların mânevî şahsiyetlerini incitecek hâl ve tavırlardan titizlikle sakınmak, bugün her mü’mine düşen bir îman edebidir. Zira Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyorlar:
“Ashâbım aleyhinde aslâ konuşmayınız! Ashâbım hakkında (menfî bir sûrette) konuşmaktan şiddetle sakınınız! Benden sonra onlara kesinlikle lâf dokundurmayınız! Onları seven, sırf bana olan muhabbeti sebebiyle sever. Onlara düşmanlık eden, bana düşmanlığı sebebiyle bunu yapar. Onlara eziyet eden, bana eziyet etmiş, bana eziyet eden ise Allâh’a eziyet etmiş olur. Allâh’a eziyet edenin ise, çok geçmeden Allah belâsını verir.” (Tirmizî, Menâkıb, 58/3862)
“Seven, sevdiğinin her şeyini sever.” düsturunca, bizler de Efendimiz’in sevdiği her şeyi sevmekle mükellefiz ve ancak böyle huzur bulabiliriz. Zira bu, hakikî bir sevginin de pek tabiî bir neticesidir. Namazlarımızda ve salevât-ı şerîfelerde Efendimiz’in mübarek ailesi için de duâ etmekteyiz.
Resûlullah Efendimiz, yirmi beş sene boyunca hayat arkadaşı olan Hatice Vâlidemiz’i çok sevmiş, her vesîleyle onu hatırlamış ve dâimâ hayırla yâd etmiştir.
EN HAYIRLI KADIN
Nitekim Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hatice Vâlidemiz hakkında şöyle buyurmuştur:
“Zamanının en hayırlı kadını Meryem idi. Bu zamanın en hayırlı kadını da Hatice’dir.” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 20, Enbiyâ, 45; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 69)
Resûlullah Efendimiz’in nesli, Hatice Vâlidemiz vesîlesiyle devam etmiştir. Efendimiz’in evli bulunduğu yılların üçte ikisi, Hatice Vâlidemiz ile geçmiştir. O, Allah Rasûlü’nün her bakımdan muazzez ve unutulmaz bir hâtırasıdır. Bizler için de Hatice Vâlidemiz; hem en muhtereme bir Vâlide, hem de örnek alacağımız fedâkâr, cömert ve müstesnâ bir “sâliha hanım” numûnesidir.
Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mübârek zevcelerini, mü’minlerin anneleri olma hasebiyle kendi öz annelerimizden daha çok sevmeli, ümmetin annelerine kendi annelerimizden daha fazla hürmet göstermeliyiz.
Velhâsıl Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mübârek lisanlarından;
“Ashâbıma sövmeyiniz! Kim ashâbıma söverse, Allâh’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun! Allah onların tevbelerini de kabul etmez, ibadetlerini de!”[4] beyânı sadır olmuşken, fazîletçe ashâb-ı kirâmın en önde gelenlerinden biri olan Hazret-i Hatice Annemiz’e karşı edep ölçülerinin dışına çıkmak, en hafif tâbiriyle haddini bilmezliktir ve bir nifak alâmetidir.
Dipnotlar:
[1] Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 1; Müslim, Îman, 252; İbn-i Sa‘d, I, 195.
[2] Hadiste ifade edilen diğer belâ ise amcası Ebû Tâlib’in vefâtı olmuştur.
[3] Bkz. el-Ahzâb, 6.
[4] Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, X, 21, VI, 260. Krş. İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, XII, 179, nr. 33086.
Kaynak: www.osmannuritopbas.com
YORUMLAR