Hz. Hatice’den Sonra İslam’ı Kabul Eden İlk Kadın Sahabi

Hz. Hatice validemizden sonra İslam dinini kabul eden ilk kadın sahabi; Ümmü Fadl (r.a.) kimdir?

Asıl adı “Lübâbe” olan Ümmü Fadl’ın babası Hâris ibni Hazen; annesi ise, Hind (Havle) binti Avf’dır. Mekke’de Kinâne kabilesine mensup olan Lübâbe, Peygamber Efendimiz’in amcası Hazret-i Abbas’ın hanımı olup, ilk çocuğu Fadl’a nisbetle “Ümmü Fadl” künyesini almıştır.

HZ. HATİCE’DEN SONRA İSLAM’I KABUL EDEN İLK KADIN SAHABİ

Ümmü Fadl -radıyallâhu anhâ-, Hazret-i Hatice Vâlidemiz’den sonra, İslâm’ı Mekke’de ilk kabul eden hanım sahâbî olmuştur. Kocası Hazret-i Abbas’ın müslüman olması Ümmü Fadl Hanım’dan çok daha sonradır. Hazret-i Abbas, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Mekke’deyken îmânını gizlemiş ve sıkıntılı zamanlarda akrabalık gayretini öne sürerek müşriklere karşı Peygamber Efendimiz’i himaye etmiştir.

Hazret-i Abbas, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medîne’ye hicret ettikten sonra da Mekke’de olup bitenler hakkında Peygamber Efendimiz’e bilgi ve istihbarat göndermiştir. Müslümanların Mekke Fethi’ne yakın Hazret-i Abbas ve Ümmü Fadl, Medîne’ye hicret etmişler, yolda fethe giden ordu ile karşılaşmışlardır.

* * *

Hazret-i Abbas’ın Ebû Râfî adında Mısırlı bir kölesi vardı. O da İslâm’la şereflenmişti. Fakat müşriklerin şerrinden çekindiği için bu durumu henüz îlan etmemişti. Bu zât, zemzem kuyusunun yanında ağaçtan su tasları oymacılığı yapardı. Ümmü Fadl Hanım’ın odası da bu kuyuya yakındı.

Bedir Harbi’nin olduğu günlerdi. Peygamber Efendimiz’in diğer amcası olan Ebû Leheb, hastalığı sebebiyle harbe katılamamış, müşrik ordusuna elinden geldiği kadar maddî destekte bulunmuştu. Bir taraftan da yerinde duramıyor, savaşta olup bitenleri Mekke’den takip ediyordu. Müslümanların Bedir’de müşrikleri yendiği haberini alınca ne yapacağını bilemez hâle gelmiş, kibir ve öfkesinden âdeta deliye dönmüştü. Bu durumu bir türlü içine sindiremiyordu.

Ebû Süfyan’ın Mekke’ye mağlup bir şekilde döndüğünü gören Ebû Leheb, nasıl böyle bir yenilgiye uğradıklarını sordu. Ebû Süfyan da:

“-Hiç sorma! Sanki onların karşısında elimiz kolumuz bağlandı. Savaş esnasında öyle kimselerle karşılaştık ki, yer ile gök arasında yağız atlara binmiş, beyazlara bürünmüş adamlar bize hücum etti. Ben bu yüzden bizden kimseyi kınamıyorum.” dedi.

Bu konuşmaya kulak misafiri olan Ebû Râfî, yaşadığı sevincin de tesiriyle kendini tutamayarak:

“-Vallâhi onlar meleklerdir.” dedi.

Bu sözü işiten Ebû Leheb daha da çıldırdı ve öfkesini bu köleden çıkarmaya başladı. Olup bitenlere şâhit olan Ümmü Fadl, bu esnada eline geçirdiği bir çadır direği ile Ebû Leheb’e vurdu.

“-Efendisi ve kimsesi yok diye onu güçsüz gördün değil mi?” diye bağıran Ümmü Fadl, gözü kara bir şekilde vurduğu bu darbeyle müşriklerin ileri gelenlerinden olan Ebû Leheb’i başından yaralamış, Ebû Râfî’yi bu azgın müşriğin elinden çekip kurtarmıştı. Ebû Leheb, bu yaranın da tesiriyle çok geçmeden ölüp gitti.

* * *

Ümmü Fadl Hanım, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in baldızıdır. Mü’minlerin annelerinden Meymûne binti Hâris, Ümmü Fadl Hanım’ın kız kardeşidir.

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, dokuz kız kardeş olan Ümmü Fadl ve kız kardeşlerine:

“-Mü’mine kız kardeşler!..” diyerek hitap ederdi.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- amcası Abbas’ın evine sık sık gider, kendilerini ziyaret edip hâl ve hatırlarını sorar hem de öğle vakti istirahatini orada yapardı.

Evlerine ziyarete geldiği sırada Ümmü Fadl Hanım, Peygamber Efendimiz’e sıkıntılı bir rüya gördüğünü söylemiş ve devamla:

“-Yâ Rasûlâllah! Sizin vücudunuzdan bir parçanın kesilip evime konulduğunu gördüm.” diyerek rüyasını anlatmıştı.

İki Cihan Güneşi Efendimiz, Ümmü Fadl’ın bu rüyasının hayırlı bir rüya olduğunu söyleyerek şöyle buyurmuştu:

“-Kızım Fâtıma’nın bir oğlu dünyaya gelecek, sen onu Kusem ile beraber emzireceksin.”

Bu rüyanın üzerinden çok geçmeden Hazret-i Hüseyin Efendimiz dünyaya gelmiş, Ümmü Fadl Hanım da onu evine götürerek kendisine süt annelik yapmış ve yetişmesiyle bizzat meşgul olmuştu.

Bir gün kucağında Hazret-i Hüseyin Efendimiz ile Peygamber Efendimiz’in yanına gelmişlerdi. Rasûlullah Efendimiz torununu kucağına aldı ve dizine oturttu. Onun başını okşayıp, kendisini sevdi ve yanaklarından öptü. Bu nur topu yavrucak, o esnada Allah Rasûlü Efendimizin kucağını ıslattı.

Ümmü Fadl Hanım da buna çok üzüldü. Biraz da kızarak çocuğu çekip Efendimiz’in kucağından aldı. Çocuk ağlamaya başlayınca, rahmet peygamberi Efendimiz torununun ağlamasına üzüldü ve:

“-Ey Ümmü Fadl! Allah iyiliğini versin. (Sen onu ağlatmakla beni üzdün.)” buyurdu. (İbn-i Mâce, Tâbir, 10)

Bu sözüyle Ümmü Fadl Hanım’a serzenişte bulunan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir taraftan da ümmetinin hanımlarına çocuklara yumuşak davranmalarını telkin ve tavsiye etmiştir.

* * *

Nafile ibadetlere çok düşkün olan Ümmü Fadl, Pazartesi ve Perşembe günlerini genellikle oruçlu geçirirdi. Vedâ Haccı’na da katılan Ümmü Fadl, güzel ahlâk, cesaret ve şecaat sahibi idi.

Hazret-i Abbas ile evliliğinden altı çocuk dünyaya getirmiştir. Her biri yüksek şahsiyet sahibi olan bu evlâtlar (Fadl, Abdullah, Ubeydullah, Ma’bed, Kusem ve Abdurrahman) arasında Abdullah, ashâb-ı kirâmın içinde tefsir ilmi ve fıkıh noktasında çok seçkin bir mevkide yer almaktadır.

Hazret-i Osman’ın halifeliği zamanında âhirete irtihal eyleyen Ümmü Fadl Hanım’ın şefaatlerine nâil olmayı diler, makâmının âlî olmasını Rabbimiz’den niyaz ederiz. Aziz ruhları için bir Fâtiha-i Şerîfe, üç İhlâs-ı Şerîf okuyalım.

İstifade Edilen Kaynaklar: Mehmed Emre, Hanım Sahâbeler, İstanbul 2019, 175-176; Mustafa Eriş, Hanım Sahâbîler -1, İstanbul 2020, 67-75.

Kaynak: Merve Güleç, Altınoluk Dergisi, Sayı: 454

İslam ve İhsan

ÜMMÜ FADL (RA) KİMDİR?

Ümmü Fadl (ra) Kimdir?

İLK MÜSLÜMANLAR

İlk Müslümanlar

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.