Hz. Musa'nın Allah'ı Görmek İstemesi

Mûsâ -aleyhisselâm- ın Allah'ı görmek istemesi ve yaşanan olaylar...

Mûsâ -aleyhisselâm-, Cenâb-ı Hak’la konuşurken, gözünden perdeler kalkmıştı. Zamansız ve cihetsiz bir şekilde net olarak Arş-ı A’lâ’yı seyrediyordu. Levh-i Mahfûz’u yazan kalemin gıcırtılarını duymaktaydı. Yanında ise Cebrâîl -aleyhisselâm- ve 70 kişi olduğu hâlde, onlar hiçbir şey işitmediler. Zîrâ Mûsâ -aleyhisselâm-, çok üstün bir makam ve mertebeye yükselmişti.

Nihâyet Mûsâ -aleyhisselâm-, bu konuşmadan o kadar lezzet aldı ki, şevki iyice arttı. Kendisinde bambaşka bir hâl meydana geldi ve Cenâb-ı Hakk’ı görmek istedi. Bu arzusunda da ısrar etti.

Allâh Teâlâ ise:

“Sen beni göremezsin!” buyurdu.

Mûsâ -aleyhisselâm- yine talebinde ısrar edince, Cenâb-ı Hak:

“Şu dağa bak! O dağ yerinde durabilirse, Sen de Ben’i görebilirsin!” buyurdu. (Bu dağ, Medyen diyârında Zübeyr denilen büyük bir dağ idi.)

Bir rivâyete göre, Cenâb-ı Hak, Mûsâ -aleyhisselâm-’a yetmiş hicâb arkasından dirhem kadar nûr gösterdi. Nûr, dağa tecellî etti ve dağ infilâk etti. Mûsâ -aleyhisselâm-, bu kudret ve azametin ihtişâmına dayanamadı; korktu ve bayıldı.

Âyet-i kerîmede bu vâkıa şöyle anlatılır:

“Mûsâ tâyîn ettiğimiz vakitte (Tûr’a) gelip de Rabbi O’nunla konuşunca:

«–Rabbim! Bana (kendini) göster; Sen’i göreyim!» dedi.

(Rabbi):

«–Sen Ben’i göremezsin! Fakat şu dağa bak! Eğer o yerinde durabilirse, Sen de Ben’i göreceksin!» buyurdu.

Rabbi, o dağa tecellî edince, onu un ufak etti. Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca dedi ki:

«–Sen’i (bütün) noksan sıfatlardan tenzîh ederim; Sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.»” (el-A’râf, 143)

Tasavvuf erbâbı bu hususta işârî olarak buyurmuşlardır ki:

Mûsâ -aleyhisselâm- beşerî idrâk ile o sonsuz mânâ ummânının hakîkatini müşâhede etmek istedi. Fakat isteğine verilen cevap, arzu ettiği gibi olmadı. Hâlbuki onun idrâki, gönül gözü ile birdi. Gönlü kendi zannına göre yegâne idi. Bu sebeple Rabbini görmek istedi.

Fakat Mûsâ -aleyhisselâm-, tecellî ânında bayılıp düştü. O esnâda kendisine hâl lisânıyla dediler ki:

“–Ey Mûsâ! Bu mazhariyet, Sen’in için değildir. Sen’den sonra gelecek yetîme âittir.”

O da, bu hitâbı tasdîk için:

“–Yâ Rabbî! Sen’i tesbîh ve tenzîh ederim. Sana; ancak Sen’in zâtına has sevgili kıldığın ve kendisine makamların en yükseğini tahsîs eylediğin Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- vâsıl olabilir. Benim için olmayan bir şeyi istemekten Sana tevbe ederim. Ben, müşâhede makamlarının en yükseğinin Hazret-i Muhammed Mustafâ’ya mahsûs olduğuna îmân edenlerin ilkiyim!” dedi.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Allah razı olsun çok güzel bir hisse. Elleriniz dert görmesin.

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.