Hz. Ömer’in (r.a.) Hayat Düsturları
Hz. Ömer (r.a.) nasıl biriydi? Hz. Ömer’in (r.a.) Peygamberimizle (s.a.s.) olan arkadaşlık ilişkisi nasıldı? Dört halifenin ikincisi; Hz. Ömer’in (r.a.) hayat düsturları...
İkinci halîfe Hz. Ömer (r.a.) da, Allah Resûlü’nün (s.a.s.) nurlu izinden giden, O’nun yolunu sadâkatle devâm ettiren, hâl ve davranışlarıyla âbideleşen örnek bir İslâm şahsiyetidir.
HZ. ÖMER NASIL BİRİYDİ?
Hz. Ömer (r.a.), îmân ile şereflenmezden evvel, merhamet mahrumu, hak ve hukuk tanımaz câhiliye insanlarının tipik bir misâliydi. Îmanla şereflendiğinde ise, ince, diğergâm, hikmet ehli, adâlet âbidesi bir insan hâline geldi. İslâm’dan evvelki sert ve haşin mizaçlı Ömer eriyip gitti; onun yerine gözü yaşlı, gönlü şefkat ve merhamet dolu, karıncayı dahi incitmekten sakınan, dâimâ ümmetin saâdetini düşünen, yüksek mes’ûliyet şuuruna sahip bir “Hz. Ömer (r.a.)” geldi.
“Fırat’ın kenarında bir kuzu zâyî olsa, bu sebeple Allâh’ın beni hesaba çekmesinden korkarım.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VIII, 153.) diyerek kendisini sürekli bir nefis muhâsebesine tâbî tuttu. Geceleri sırtında erzak çuvalı ile mahalleleri dolaşıp zayıfların, muhtaçların yanıbaşında bulunmaya; yetimlerin, öksüzlerin ve kimsesizlerin kimsesi olmaya başladı. Kırık gönülleri tesellî etmeden, gözyaşlarını silmeden, onlara tebessüm ettirmeden gönlü huzur bulmaz oldu. Öyle bir emânet ve mes’ûliyet şuuruna erdi ki, halîfeliği müddetince ümmetin işleri için gecesini gündüzüne kattı. Buna rağmen, hizmetini aslâ yeterli görmedi. Allâh Resûlü’nü örnek aldığı için, zirve seviyedeki adâlet, dirâyet ve liyâkatine rağmen, vazîfesinin ağırlığı altında ezilen gönlünü hiçbir zaman teskin edemedi.
Uğradığı suikast sebebiyle ağır yaralandığında kendisine:
“–Yerinize birini tâyin etseniz!” denilmişti. O ise, hak ve adâlette kılı kırk yaran titizliğine rağmen şöyle cevap verdi:
“–Sizin mes’ûliyetinizi sağken üstlendiğim gibi (o mes’ûliyeti) vefat ettikten sonra da mı taşıyayım? Ben yaptığım halîfelikten bir mükâfat beklemiyorum. Bu vazîfedeki sevaplarımla vebâlimin birbirini dengelemesini ne kadar isterim! Ne lehime ne de aleyhime! Yeter ki (ilâhî mahkemede) muâheze edilmeyeyim!” (Müslim, İmâret, 11.)
Yerine, oğlu Abdullâh’ı bırakması teklif edildiğinde de:
“–Bir evden bir kurban yeter!” buyurdu.
İşte o mübârek sahâbî, ümmetin mes’ûliyetini yüklendiği, dertleriyle dertlendiği için, kendi dertlerini unutmuştu. Onun en mühim tasası, insanların huzur ve selâmetiydi. Bu yolda yegâne örneği de, Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- idi. O’nun Allah yolunda katlandığı çile ve ıztırapları hiçbir zaman unutmuyor, tıpkı karda yürüyen bir insanın izini takip edercesine, Efendimiz’in mübârek izinde mesâfe alıyordu.
ZÜHD VE İSTİĞNÂ
Hz. Ömer (r.a.), Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in mübârek vücûdunda, yattığı hasırın izlerini görmüş ve içli içli gözyaşları dökmüştü. Fahr-i Kâinât Efendimiz ona niçin ağladığını sorunca da:
“–Yâ Rasûlallah! Kisrâ ile Kayser’in ne şekilde yaşadığı mâlûm! Hâlbuki sen, Allâh’ın Rasûlü’sün!” karşılığını vermişti. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- da:
“–Dünyanın onların, âhiretin de bizim olmasını arzu etmez misin, yâ Ömer?” buyurmuştu. (Müslim, Talâk, 31)
Hz. Ömer (r.a.)’ın halîfeliği zamanında, Sûriye, Irak, Filistin, Mısır gibi beldeler fethedilmiş, İran toprakları baştanbaşa İslâm devletinin sınırlarına dâhil olmuştu. Bizans ve İran’ın zengin hazîneleri Medîne-i Münevvere’ye akmaya başlamıştı. Toplumun refah seviyesi yükselmiş, fakat mü’minlerin halîfesi Hz. Ömer (r.a.), bütün bu zenginlik ve bolluktan müstağnî kalmıştı. Devletin ihtişâmına, beytü’l-mâlin zenginliğine rağmen, o yine yamalı elbisesiyle hutbe okuyordu. Makâmının şöhretinden nefsini korumak için çok mütevâzı bir hayat yaşıyordu. Kölesiyle Şam’a girerken:
“–Sıra sana geldi, haydi deveme sen bin!” demişti. Kölesi ise:
“–Yâ halîfe! Beni halîfe zannederler.” diyerek itiraz etmek istediyse de, köleyi deveye bindirdi, kendisi yaya olarak Şam’a girdi. Böylece İslâm kardeşliğinin ne olduğuna dâir, hâtırası asırları aşan, müşahhas bir misâl bıraktı.
Halîfe Hz. Ömer (r.a.), bâzen borçlanıyor, sıkıntı içinde hayâtını idâme ettiriyordu. Hazîneden ancak kifâyet miktarı bir tahsisat almayı kabul etmişti ve bununla da zor geçiniyordu. Onun bu mütevâzı hâli sebebiyle, kendisini tanımayan kimseler, onun, Müslümanların halîfesi olduğunun farkına varamazlardı.
Ashâbın ileri gelenleri, halîfenin bu hâline dayanamadılar. Maaşını artırmak istediler. Fakat bunu kendisine söylemekten çekindikleri için, Peygamber Efendimiz’in zevcesi ve aynı zamanda Hz. Ömer (r.a.)’in kızı olan Hafsa vâlidemize başvurdular. Babasına bu teklifi arz etmesini istediler. Hazret-i Hafsa, ashâbın bu teklifini babasına açtı. Peygamber Efendimiz’in gün boyu açlıktan kıvranıp karnını doyuracak bir tek hurma bile bulamadığı günlerine şâhid olmuş bulunan (Bkz. Müslim, Zühd, 36.) Hz. Ömer (r.a.), kızı Hafsa’ya:
“–Kızım! Resûlullâh’ın yeme-içme ve giyimde hâli nasıldı?” diye sordu.
“–Kifâyet miktarı (ancak yetecek derecede) idi.” cevâbını alınca da sözlerine şöyle devâm etti:
“–İki dost (Hz. Peygamber’le Ebûbekir) ve ben, aynı yolda giden üç yolcuya benzeriz. Birincimiz (Hazret-i Peygamber) makâmına vardı. Diğeri (Ebûbekir) aynı yoldan giderek birinciye kavuştu. Üçüncü olarak ben de arkadaşlarıma ulaşmak isterim. Eğer fazla yükle gidersem, onlara yetişemem! Yoksa sen, bu yolun üçüncüsü olmamı istemez misin?” dedi. (Şehbenderzâde Ahmed Hilmi, Târih-i İslâm, c. I, s. 367.)
Hz. Ömer’in (r.a.) tek gâyesi, Allâh’ın rızâsı idi. Bu hedefe öyle büyük bir azimle yönelmişti ki, ona ulaşma yolundaki bütün iptilâ ve musîbetler nazarında bir hiç hâline gelmişti. Bu uğurda her türlü çile ve ıztırabı büyük bir sabır, rızâ ve teslîmiyetle karşılıyordu. Allah Resûlü birçok defa kendisini cennetle müjdelemesine rağmen, bütün hayatını sıkı bir riyâzat hâlinde yaşıyordu.
ALLAH RESÛLÜ’NE MUHABBETİ
Birgün Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, umre için kendisinden izin isteyen Hz. Ömer (r.a.)’e muhabbetle:
“–Bizi de duânda unutma kardeşim!” (Tirmizî, Deavât, 109; Ebû Dâvud, Vitr, 23.) buyurmuştu. Bu iltifat karşısında son derece duygulanan Hz. Ömer (r.a.):
“–O kadar sevindim ki sanki dünyâlar benim oldu.” demişti. Zîrâ Allâh’ın Resûlü’nden gelen küçük bir iltifat, dünyalara bedeldi. Hz. Ömer (r.a.)’in Peygamber muhabbetini sergileyen şu misal de câlib-i dikkattir:
Peygamber Efendimiz’i çok seven, Firâs adlı bir sahâbî vardı. Efendimiz’e olan muhabbetinden dolayı teberrüken O’nun bir eşyâsına sahip olmak istiyordu. Bir gün Efendimiz’in, önündeki bir tabaktan yemek yediğini gördü ve tabağın kendisine hediye edilmesini istedi. Kimsenin isteğini geri çevirmeyen Allah Resûlü de tabağı ona hediye etti.
Hz. Ömer (r.a.) zaman zaman Firâs’ın evine gider:
“–Hele şu mübârek tabağı bir getir.” derdi. Allah Resûlü’nün mübârek ellerinin değdiği bu tabağı zemzemle doldurup kana kana içer; artan suları yüzüne gözüne serperdi. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, III, 202)
HZ. ÖMER’İN “FARUK” SIFATI
Hz. Ömer (r.a.)’in bir sıfatı da “Fârûk” idi. Yüce Rabbimiz:
“Ey îmân edenler! Eğer Allah’tan korkarsanız, O size furkân (iyi ile kötüyü ayırt edecek bir anlayış) verir…” (el-Enfâl, 29) buyurmuştur. Allah korkusunda da zirve bir şahsiyet olan Hz. Ömer (r.a.), karşılaştığı meselelerde, hakkı hak bilip ona uymak, bâtılı da bâtıl bilip ondan sakınmak husûsunda, Allâh’ın lutfuyla büyük bir isâbetle hüküm veriyordu. Nitekim Ömer’in (r.a.) pek çok husustaki re’yinin daha sonra gelen âyetlere muvâfık düştüğü de meşhurdur. Onun bu fazîleti, bir hadîs-i şerîfte şöyle ifâde buyrulmuştur:
“Allah Teâlâ, hakkı Ömer’in diline ve kalbine koymuştur.” (Tirmizî, Menâkıb, 17/3682)
Diğer bir hadîs-i şerîfte de Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- şöyle buyurmuştur:
“Sizden önce yaşamış ümmetler içinde kendilerine ilham olunan kimseler vardı. Şayet ümmetim içinde de onlardan biri varsa, şüphesiz ki o Ömer’dir.” (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 6)
Hz. Ömer (r.a.)’ın bu dirâyetinin pek çok tezâhürleri görülmüştür. Ancak bunlar içinde son derece câlib-i dikkat bir hâdise vardır ki, onun apaçık bir kerâmetidir:
Hz. Ömer (r.a.) minberde halka hutbe verirken:
“–Yâ Sâriye! Dağa, dağa!” diye seslenmişti. Hz. Ömer (r.a.), hutbedeki mevzû ile alâkası olmayan bu sözü söylediği sırada, kumandan Sâriye, Medîne’ye bir aylık mesâfede Allah düşmanlarıyla harbetmekteydi. Fakat Allah -celle celâlühû-, Hz. Ömer (r.a.)’ın sesini Sâriye’ye duyurmuştu. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, II, 3)
Allâh’ın lutfuyla daha nice mânevî tecellîlere mazhar olan Hz. Ömer (r.a.), öyle bir doğruluk, adâlet ve hakkâniyet âbidesi hâline gelmişti ki, onun olduğu yerde insanları günah ve kötülüklere sevk eden iblis barınamaz, dolayısıyla da haksızlık ve zulüm hayat bulamazdı. Bundan dolayıdır ki Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, Hz. Ömer (r.a.)’e:
“Nefsim kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, şeytan sana yolda rastlamış olsa, mutlaka yolunu değiştirir.” buyurmuştu. (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 22)
ÂYÎNESİ İŞTİR KİŞİNİN
Hz. Ömer (r.a.)’ın firâset ve incelik dolu şu ifâdeleri, ne muhteşem bir nasihattir:
“Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız. Konuştuğunda doğru söylüyor mu, kendisine bir şey emânet edildiğinde emânete riâyet ediyor mu, dünya ile meşgul olurken helâl-haram gözetiyor mu, ona bakınız.” (Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, VI, 288; Şuab, IV, 230, 326)
Zîrâ gerçek mânâda ve lâyıkıyla kılınan namazların ve tutulan oruçların kulu her türlü kötülüklerden alıkoyacağı, ilâhî bir hakîkat ve müjdedir. Lâkin nefsini ıslâha çalışmayan, ahlâkını ve davranışlarını güzelleştirmeyen bir mü’minin yaptığı ibâdetlerde feyz ve rûhâniyet olmayacağı için, onu kötülüklerden ve yanlışlıklardan koruyamaz.
Nitekim çalışıp gayret etmeden işi tembelliğe vuran, sonra da; “Biz tevekkül ehliyiz.” diyen kimselere Hz. Ömer (r.a.):
“Siz Allâh’a değil, başkalarının malına güvenen kimselersiniz. Hakîkî mütevekkil; toprağa tohumu attıktan sonra Allâh’a îtimâd edendir!” diyerek ihtarda bulunmuştur. (İbn-i Receb, Câmiu’l-Ulûm, I, 441)
Yine bir gün, bir kimse Hz. Ömer (r.a.)’in yanında başka birinden övgüyle bahsediyordu. Hz. Ömer (r.a.):
“–Onunla hiç yolculuk, komşuluk veya ticâret yaptın mı?” şeklinde suâller sordu. Adam her seferinde “hayır” cevâbını verince Hz. Ömer (r.a.):
“–Allâh’a yemin ederim ki sen onu tanımıyorsun.” buyurdu. (Gazâlî, İhyâ, III, 312)
İşte insanları tanıyıp değerlendirmede en çok dikkat edilecek husus budur. Yâni ecdâdın:
Âyînesi iştir kişinin lâfa bakılmaz,
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde…
mısrâlarıyla ifâde ettikleri hakîkat, Hz. Ömer (r.a.)’in en çok dikkat ettiği hayat düsturlarından biriydi. Buna göre kişinin sağlam bir karakter sâhibi olup olmadığı ve mânevî seviyesi, onun beşerî münâsebetlerinde, huy ve davranışlarında kendini gösterir. Yine bu meyanda Hz. Ömer (r.a.) şöyle buyurmuştur:
“Görmediğim sürece sizin bana en sevimliniz, ismi en güzel olanınızdır. Gördüğümde bana en sevimliniz, ahlâkı en güzel olanınızdır. İmtihan ettiğimde sizin bana en sevimli olanınız ise, en doğru sözlünüzdür.” (İbnü’l-Cevzî, Menâkıb, s. 219)
KUR’ÂN İLE YÜCELMİŞ BİR ÖMÜR
Hz. Ömer’in (r.a.) Kur’ân-ı Kerîm’e ittibâ hassâsiyeti de çok derindi. Nitekim onun İslâm ile şereflenmesine, kız kardeşi Fâtıma’nın evinde dinlediği Kur’ân-ı Kerîm vesîle olmuştu.
Hz. Ömer (r.a.), Kur’ân-ı Kerîm’in muhtevâsına nüfûz edebilmek ve muktezâsınca yaşamak için çok gayret gösterirdi. Bu hâl kendisine sonsuz bir haz ve lezzet verirdi.
Rivâyete göre Bakara Sûresi’ni on iki senede bizzat yaşayarak ikmâl etmiş ve bitirince de şükür niyetiyle bir deve kurban etmişti. (Kurtubî, el-Câmî, I, 40)
Velhâsıl Hz. Ömer (r.a.), Kur’ân ve Sünnet’e bağlılıktaki sarsılmaz sebâtı, Allah yolunda ihlâs ve gayretteki örnek tavrı, hikmetler ve ibretlerle dolu hayatı ile müstesnâ bir irşad ve irfan menbaıdır. Nitekim Hz. Ömer (r.a.) vefât ettiğinde Abdullah bin Mesut (r.a.) büyük bir teessür içinde; “İlmin onda dokuzu gitti.” demiştir. Bunu duyan sahâbîler kendisine; “Daha içimizde âlimler var!” dediklerinde de cevâben; “Ben mârifet ilminden bahsediyorum.” demiştir.
İşte o mârifet menbaından lâyıkıyla istifâdenin lüzûmu sadedinde Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- vâlidemiz de şöyle buyurmuştur:
“Meclislerinizi Rasûlullah’a salevât getirmek ve Ömer bin Hattâb’dan bahsetmekle süsleyiniz.” (İbnü’l-Cevzî, Menâkıb, s. 276)
İşte Allah Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in güzel ahlâkını, ilim ve irfânını büyük bir firâset ve basîretle tahsîl ederek, o feyizle Allah yolunda hizmet eden Hz. Ömer (r.a.)’in gönül dünyasını yansıtan hikmet dolu sözlerinden bâzıları:
HZ. ÖMER’DEN HİKMETLİ SÖZLER
“Günah işlemekten vazgeçmek, tevbe ile uğraşmaktan daha kolaydır.”
“En çok sevdiğim kimse, bana ayıp ve kusurlarımı haber verendir.” (Süyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 130)
“Çok konuşan, çok yanılır. Çok yanılanın, hayâ duygusu azalır. Hayâ duygusu azalanın, günah ve harama düşme endişesiyle şüphelilerden sakınma titizliği kaybolur. Şüphelilerden sakınma titizliği kaybolanın, kalbi ölür.”
“Gaybı bilme iddiâsı gibi olmasaydı, beş kimsenin cennet ehli olduklarına şâhitlik ederdim:
1) Çok çocuk sahibi (olup şükür ve sabır hâlinde) olan fakir.
2) Kocası kendisinden râzı olan (sâliha) kadın.
3) Mehr-i müsemmâsını (yâni nikâh esnâsında iki tarafın da rızâsıyla tâyin edilen mehrini) kocasına tasadduk eden kadın.
4) Baba ve anası kendisinden râzı olan kişi.
5) Günahından (nefret ederek samîmiyetle) tevbe eden kimse…”
“Bütün dostları gezdim, gördüm; dili muhafaza etmekten daha iyi dost göremedim. Bütün elbiseleri gördüm; iffet ve sakınmaktan daha iyi elbise görmedim. Bütün malları gördüm; kanaatten daha iyi mal görmedim. Bütün iyilikleri gördüm; nasihatten daha iyisini görmedim. Bütün yemekleri görüp tattım; sabırdan lezzetlisini görmedim.”
“İnsanlarla güzel dostluk kurmak, aklın yarısıdır. Yerinde sual sormak, ilmin yarısı; iyi tedbir almak da yaşamanın yarısıdır.”
“Âhiret yanında dünya nedir ki! Ancak tavşanın bir defa sıçraması misâli bir şeydir.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VIII, 152)
“Fazla lâkırdıyı terk eden kimseye hikmet bahşedilir. Fazla (tecessüsle) bakmayı terk edenin kalbine tevâzû bahşedilir. Fazla yemeyi terk edene ibâdet lezzeti bahşedilir. Fazla gülmeyi terk edene heybet bahşedilir. Mizahı terk edene izzet bahşedilir. Dünya sevgisini terk edene, âhiret muhabbeti bahşedilir. Başkasının ayıbı ile meşgul olmayı terk edene, nefsinin ayıplarını ıslah etme hâli bahşedilir. (Müteâl, yâni idrak ötesi olan) Allâh’ın keyfiyetinde araştırma ve tecessüsü terk edene, nifaktan kurtuluş bahşedilir.”
“On şey, on şeysiz düzelmez: Akıl, iffetsiz; fazîlet, ilimsiz; kurtuluş, korkusuz; sultan, adâletsiz; asâlet ve şeref, edepsiz; ferah, emniyetsiz; zenginlik, sehâvetsiz; fakirlik, kanaatsiz; yücelik, tevâzûsuz; cihâd, tevfiksiz iyileşip düzelmez.”
“Merhamet etmeyene merhamet olunmaz, kusurları bağışlamayan bağışlanmaz, affetmeyen kişi affolunmaz, günahlardan korunmaya çalışmayan kimse de korunup takvâya erdirilmez.” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, s. 415, no: 371)
“Duâ, semâ ile arz arasında durur. Rasûlullâh’a salevât getirilmedikçe, Allâh’a yükselmez.” (Tirmizî, Vitr, 21)
“Bizim çarşımızda dîni(n ticâret kâidelerini) bilen kimseler satıcılık yapsın.” (Tirmizî, Vitr, 21/487)
“Yüze karşı övmek, boğazlamak gibidir.” (İbn-i Kuteybe, el-Mesâil, s. 145)
Hz. Ömer (r.a.), vâlilerine şöyle yazmıştır:
“Benim katımda en mühim işiniz namazdır. Kim onu koruyup vakitlerine dikkat ederse, dînini korumuş olur; kim de onu yerine getirmeyip yitirirse, dînini de kısa zamanda yitirir.” (Muvatta’, Vukûtu’s-Salât, 6)
Kadı Şurayh, Hz. Ömer (r.a.)’e mektup yazarak nasıl hükmedeceğini sordu. Hz. Ömer (r.a.)cevâben şöyle yazdı:
“Allâh’ın kitabında olanlarla hükmet. Eğer onda bulamazsan Allah Rasûlü’nün sünnetiyle hükmet. Allâh’ın kitabı ve Rasûlü’nün sünnetinde de bulamazsan sâlihlerin verdiği hükümlerle hüküm ver. Sâlihlerin verdiği hükümler arasında da yoksa istersen devam et hükmünü ver, istersen geri dur. Geri durup hüküm vermemenin senin için daha hayırlı olduğu kanaatindeyim. Ve’s-selâm.” (Nesâî, Kudât, 11/3)
“Zenginlik de fakirlik de aynı şekilde birer binektir. Hangisine bineceğime aldırmıyorum.”
“En akıllı kimse, insanların hareketlerini en iyi takdîr edendir.”
“Bir kimsenin sorduğu sorudan onun akıl seviyesini anlarım.”
“Bugünün işini yarına bırakma!”
“İş bir kere geri kalırsa artık hiçbir zaman ilerleyemez.”
“Şerri bilmeyen, onun tuzağına düşer.”
“Dünyaya az meylet ki hür yaşayasın. (Nefsin esâretine düşmeyesin.)”
“İnandığınız gibi yaşamıyorsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.”
“İnsanları düzeltebilmeniz için önce kendinizi ıslah etmeniz gerekir.”
“İnsanların en câhili (ve ahmağı), kendi âhiretini başkasının dünyası için satandır.”
“Bir iyiliğin şerefi, geciktirilmeden hemen yapılmasındadır.”
“Kötü bir işin en gizli şâhidi vicdânımızdır.” [Nitekim Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, iyiliğin ne olduğunu sormaya gelen birine; “Kalbine danış! İyilik, kalbinin müsterih olduğu ve yapılmasını tasdik ettiği şeydir. Günah ise içini tırmalayan ve başkaları sana «Yap!» diye fetvâlar verse bile, içinde şüphe ve tereddüt uyandıran şeydir.” buyurmuştur. (İbn-i Hanbel, IV, 227-228)]
“Sırrını gizleyen, kendine hâkim olur.”
“Şiddet göstermeksizin kuvvetli, zayıflık belirtmeksizin yumuşak ol.”
İşte böyle yüce bir kalbî kıvâma ve takvâ hayâtına sâhip olan Hz. Ömer (r.a.) dâimâ:
“Ey Allâh’ım! Beni ansızın yakalamandan, gaflet içerisinde bırakmandan ve gâfillerden kılmandan Sana sığınıyorum.” diye duâ ederdi. (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VII, 82.) Akşamları da, elindeki kamçısıyla ayaklarına vurur ve; “Bugün ne yaptın ey Ömer?” diye kendisini hesâba çekerdi. (İhyâ, c. IV, s. 728.) Bu nefs muhâsebesini her akşam kendine vird edinmişti.
Şüphesiz ki bütün bu hassâsiyetler, ondan bize yâdigâr kalan en güzel irşad numûneleridir. Bizler de o mübârek sahâbînin bu güzel hâllerini ve hatıralarını gönlümüze nakşetmeli ve sık sık; “Bugün Allâh için ne yaptım?” diyerek kendimizi vicdan muhâsebesine çekmeliyiz. Maddî ve mânevî vazîfelerimizde gaflet, ihmâl, atâlet ve tembellik göstermekten titizlikle sakınmalıyız. Rabbimizin huzûrunda hesaba çekilmeden evvel kendimizle hesaplaşmalıyız.
Rabbimiz âhiretteki hesâbımızı kolay getirsin. Îman ve güzel ahlâk iklîminde amel-i sâlihlerle dolu bir dünya hayatı yaşayıp ebedî hayâtın saâdetiyle gönüllerimizi mes’ûd eylesin. Hz. Ömer’in (r.a.) “Fâruk” sıfatından gönüllerimize bir nasip ihsân eylesin!
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hulefâ-i Râşidîn’den Hayat Düsturları 2, Altınoluk Dergisi, 2007 – Mart, Sayı: 253
YORUMLAR