Hz. Osman’ın (r.a.) Hayatı

Hz. Osman (r.a.) kimdir? Hz. Osman (r.a.) ne zaman ve nerede doğmuştur? Hz. Osman (r.a.) nasıl Müslüman olmuştur? Hz. Osman’ın (r.a.) şahsiyeti nasıldır? Hz. Osman’a (r.a.) neden “Zinnureyn” denmiştir? Hz. Osman (r.a.) nasıl ölmüştür? Hz. Osman’ın (r.a.) hayatı.

İlk Müslümanlardan, Hulefâ-yi Râşidîn’in üçüncüsü, Peygamberimizin (s.a.v.) damadı, sahabilerin önde gelenlerinden Hz. Osman’ın (r.a.) (Osman bin Affan) kısaca hayatı.

HZ. OSMAN’IN (R.A.) KISACA HAYATI

Osman ibn-i Affân (r.a) ashâb-ı kirâmın önde gelenlerinden olup, ilk Müslümanların dördüncüsü ve Hulefâ-yi Râşidîn’in de üçüncüsüdür. Fil Vak’ası’ndan altı sene sonra veya 574 senesinde Mekke’de dünyaya gelmiştir. Soyu Abdi Menâf’ta Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’le birleşir.[1] Kureyş kabilesine mensup olup Emevî soyundandır. Annesi Ervâ bint-i Küreyz, Allah Rasûlü’nün halası Beyzâ’nın kızıdır.

Hz. Osman (r.a), îman ettiğinde pek çok sıkıntı ve çilelere katlandı. Amcası Hakem ibn-i Ebi’l-Âs onu sıkıca bağlayarak hapsetti ve eski dinine dönmezse asla serbest bırakmayacağını söyledi. Osman (r.a) dininden kesinlikle dönmeyeceğini bildirince, kararlılığını gören amcası onu serbest bıraktı.[2]

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) ve yanında bulunan Müslümanlar İslâm’ı açıkladıkları zaman, Mekke’de İslâm’ı duymayan kimse kalmadı. Hz. Ebûbekir, Saîd ibn-i Zeyd ve Hz. Osman (r.a) gibi sahâbîler, insanları İslâm’a gizlice dâvet ve teşvik etmeye koyuldular. Daha sonra Hz. Ömer, Hz. Hamza ve Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a) gibi sahâbîler de açıkça dâvet etmeye başladılar.[3]

Peygamberimize Damat Oluşu

Hz. Osman (r.a) Müslüman olunca, Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz kızı Rukıye’yi onunla evlendirdi. Bu evlilikten ilk çocuğu Abdullah dünyaya geldi. Câhiliye döneminde Ebû Amr künyesiyle çağrılan Osman (r.a) artık bundan sonra Ebû Abdullah künyesini aldı. Sonra kızı Leylâ doğunca da Ebû Leylâ künyesiyle zikredildi.

Üç Hicret Sahibi Müslüman

Hz. Osman (r.a) iki defâ Habeşistan’a, daha sonra da Medine’ye hicret etti.

Hz. Osman (r.a), ikinci defa hicret ettiğinde Habeşistan’da bir müddet kaldı, sonra Mekke’ye geri döndü. Rasûlullah (s.a.v), Medine’ye hicret etmekle emrolunduğunda, Hz. Osman diğer müslümanlarla birlikte Medine’ye hicret etti. O, Medine’ye ulaştığında Allah Rasûlü’nün şâiri Hassân ibn-i Sâbit’in kardeşi Evs’e misâfir olmuştu. Bundan dolayı Hassân, onu çok severdi.[4]

Allah Rasûlü (s.a.v) onu Mekke’de Abdurrahman ibn-i Avf ile kardeş yaptı. Hicretten sonra Medîne-i Münevvere’de gerçekleştirilen kardeşlik akdinde ise Evs ibn-i Sâbit (r.a) ile kardeş îlân edildi.[5]

Hz. Osman (r.a), hanımı Rukıye (r.a) ağır hasta olduğu için, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in izniyle Bedir Gazvesi’ne katılmamıştı. Hz. Rukıye (r.a), ordu Bedir’de bulunduğu esnâda vefat etmiş, zaferin müjdesi Medine’ye ulaştığı gün toprağa verilmişti. Fiili olarak Bedir’de bulunmamış olmakla birlikte Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), Hz. Osman’ı Bedir’e katılanlardan saydı ve ganimetten ona da pay ayırdı.[6]

Hz. Osman (r.a), Bedir hâriç, bütün savaşlara katıldı. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), Zatü’r-Rikâ ve Gatafan seferlerinde onu Medine’de yerine vekil olarak bıraktı.[7]

İki Nur Sahibi

Birinci hanımı Rukıye (r.a) vefat edince, Allah Rasûlü (s.a.v) onu diğer kızı Hz. Ümmü Gülsüm (r.a) ile evlendirdi. İnsanlık tarihi boyunca Hz. Osman’dan başka hiç kimse bir peygamberin iki kızıyla da evlenmemiştir. Bu sebeple Hz. Osman’a, “iki nur sahibi” mânâsına Zinnûreyn lakabı verilmiştir. Hicretin 9. senesinde Ümmü Gülsüm (r.a) da vefat etti.[8]

Mekke devrinde Habeşistan’a hicret eden Osman (r.a), Medine dönemi boyunca sürekli Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’le birlikte olmaya gayret etti.

Hz. Osman (r.a), zengin bir tâcir, mükemmel ve zarîf bir cemiyet adamı idi. Medine’de Müslümanların ihtiyaç içinde bulundukları her durumda onlara yardım eder, bilhassa ordu techîzinde hiç bir fedâkârlıktan sakınmazdı. Bu sebeple onun zenginliği medhedilmiş ve başkalarına örnek gösterilmiştir.

Hz. Osman, iffet ve hayâ yönünden de örnek bir şahsiyettir. Allah Rasûlü (s.a.v), meleklerin bile ondan hayâ ettiğini haber vermiştir.[9]

Hz. Ebûbekir (r.a) halife seçilince Osman (r.a) ona bey’at etti. Hz. Ebûbekir, halifeliği boyunca onunla hep istişarede bulunurdu. Hz. Ebûbekir’in vefatından evvel, Hz. Ömer’i halife tâyin ettiğini bildiren belgeyi Hz. Osman (r.a) kaleme aldı. Ebûbekir (r.a), Hz. Osman’ın yazdıklarını ona tekrar okuttuktan sonra mühürletti. Osman (r.a), yanında Hz. Ömer ve Üseyd bin Saîd olduğu hâlde dışarı çıktı ve oradakilere “Bu kâğıtta adı yazılan kimseye bey’at ediyor musunuz” diye sordu. Onlar da “evet” diyerek bunu kabul ettiler.[10]

Hz. Ömer (r.a), son haccında Allah Rasûlü’nün hanımlarının da hacca gitmelerine izin verdi. Yanla­rında da Hz. Osman ile Abdurrahman ibn-i Avf’ı gönderdi. Osman (r.a) ara sıra:

“Dikkat edin, kimse hanımlara yaklaşmasın ve bakmasın!” diye nidâ ediyordu. Mü’minlerin anneleri ise, develerin üstündeki hevdeclerde idiler.[11]

HZ. OSMAN (R.A.) DÖNEMİ

Hz. Osman (r.a), 23/644 senesinde halife seçildikten sonra, Hz. Ömer’in yolunu izleyerek siyasetini devam ettirdi. Onun zamanında ordudaki asker sayısı daha da arttı ve fethedilen topraklar genişledi. Başta Sâsânî İmparatorluğu’nun son eyaleti Ermeniye olmak üzere, Kuzey Afrika kıyıları ve Anadolu’nun bir bölümü İslâm devletinin hudutları içine dâhil edildi.

Hz. Osman (r.a), hilâfeti devraldığında İslâm fetihleri hızlı bir şekilde devam ediyordu. Osman (r.a), İslâmî tebliğin girmiş olduğu yayılma sürecini aynı hızla devam ettirmeye çalıştı. Ermenistan, Horasan, Kuzey Afrika, Kıbrıs, Trablus ve Taberistan’ı fethetti, İran’daki ayaklanmaları bastırıp merkezî yönetimin nüfûzunu yeniden tesis etti.

İslâm ordularının önündeki mâniler kaldırıldıktan sonra Hz. Osman, komutanlarına hiç vakit kaybetmeden Cebel-i Târık’ı geçerek Endülüs’e girmeleri emrini verdi.

Kıbrıs Seferi

Diğer taraftan Muâviye (r.a), Hz. Osman’dan izin alarak, Sûriye sâhillerinde oluşturduğu donanma ile Akdenize açılmış ve Müslümanlar denizlerde de Bizans’a karşı varlık göstermeye başlamışlardı. Bir müddet sonra Muaviye, donanmasıyla denize açılarak, Kıbrıs Adası’na çıktı. Abdullah ibn-i Sa’d, Mısır’dan onun yardımına gitti. Kıbrıs, yıllık yedi bin dinar cizye ile İslâm hâkimiyetini tanımak zorunda kaldı. (Hicrî 28) Bu miktar onların Bizans İmparatoruna ödediği meblağ idi.[12]

O günlerle ilgili bir hâtırayı Cübeyr ibn-i Nefîr (r.a) şöyle anlatır:

“Kıbrıs fetholununca, ahâlisi dağıtıldı. Halk birbirine ağlıyor, üzüntü duyuyordu. O esnâda Ebü’d-Derdâ Hazretleri’ni, tek başına oturmuş ağlarken gördüm. Ona:

«–Ey Ebü’d-Derdâ! Allah’ın, İslâm’ı ve Müslümanları üstün kıldığı bir günde seni böylesine ağlatan nedir?» diye sordum. Şu cevâbı verdi:

“–Yazıklar olsun sana ey Cübeyr!.. İnsanlar Allâh’ın emrini terkedince, O’nun katında ne kadar da değersizleşiyorlar. Bunlar bir zaman, iktidar ve mal-mülk sahibi, güçlü-kuvvetli kişilerdi. Allâh’ın emirlerini terk ettikleri zaman, işte gördüğün bu duruma düştüler.” (İbnü’l-Esir, el-Kâmil, III, 96-97; Ebû Nuaym, Hilye, I, 216-217)

Ashâb-ı kirâmın, mağlûb ettikleri düşmanları hakkındaki bu müşfikâne duyguları ne kadar ibretlidir. Gözleri, onların malında mülkünde değil, gönüllerinin Allah’a yönelmesinde…

Zâtü’s Sevârî Deniz Zaferi

Hz. Osman devrinde Bizans’a karşı kazanılan en parlak ve kesin zaferlerden birisi hiç şüphesiz Zâtü’s-Sevârî deniz savaşıdır. Abdullah ibn-i Sa’d’ın komutasındaki İslâm donanması, İskenderiye açıklarında Bizans İmparatoru Konstantin komutasındaki büyük donanmayla karşı karşıya geldi. Bizanslıların gemi sayısı hakkında verilen bilgiler, beş yüz ile sekiz yüz arasında değişmektedir. İslâm donanmasının sahip olduğu gemi sayısı ise ikiyüz civarındaydı. Yapılan savaşta Bizanslılar büyük bir mağlûbiyete uğratıldı. Konstantin, Sicilya Adası’na sığınmak zorunda kaldı. Sicilya ahâlîsi İmparator’un zulmünden usanmış olduklarından Kostantin’i öldürdüler.[13]

Hicretin 32. senesinde Muâviye (r.a) gemilerini İstanbul’a kadar gönderdi.

Osman (r.a) zamanında topraklar çok genişlemiş ve zenginlik iyice artmıştı. Maddî imkânların genişlemesiyle bazı ictimâî değişmeler de başladı.

Hz. Osman’ın hilâfeti 12 sene sürdü. Hilâfeti esnâsında yaptığı mühim hizmetlerden biri de, Ebûbekir (r.a) zamanında toplanıp Mushaf haline getirilmiş olan Kur’ân-ı Kerîm’i tekrar kontrol ettirerek çoğaltıp çeşitli merkezlere dağıtması oldu.

Önceki halifeler gibi Osman (r.a) da çok hadis rivayet etmemiştir. Onun Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den rivayet ettiği hadis sayısı 146’dır.

HZ. OSMAN (R.A.) NASIL VEFAT ETTİ?

Hz. Osman (r.a), âsîler tarafından 22 gün muhâsara edildikten sonra 35 yılında (17 Haziran 656 Cuma günü) Medine’de şehit edildi. Şehîd edilirken Hz. Hasan[14] ve Kelb kabilesinden olan zevcesi Nâile bint-i Ferâfisa yaralandı. Hz. Osman’ın na‘şı, geceleyin hanımı ve birkaç samimi dostu tarafından, gizlice defnedildi.

Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle başlayan dönem, İslâm tarihinde bir dönüm noktası teşkil etmiş, bu tarihten sonra iç karışıklıklar ve fitneler birbirini takip etmiştir.

HZ. OSMAN’IN (R.A.) ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

Hz. Osman’ın (r.a.) Şemâili

Hz. Osman Zinnûreyn (r.a) orta boylu, iri kemikli, güzel yüzlü, uzun sakallı ve esmer renkli idi. Âlim, fâzıl, çokça ibâdet eden, sâlih, cömert, kerem sahibi, halim selim, son derece nâzik ve mahcûb bir zât idi. İnsanlar tarafından son derece sevilip sayılan ve hürmet duyulan bir şahıstı. Son derece takvâ ve verâ sahibiydi. Bütün yılını oruçlu geçirir ve her sene haccederdi. Hz. Âişe (r.a) vâlidemiz onun hakkında:

“Vallahi o, akrabasını en çok gözeten ve Allah’tan en fazla korkan bir kişiydi” demiştir. (İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 223)

Güzel hâlleri ve fazîletleri çok, sıfatları mükemmel, kerâmet sahibi, tatlı dilli ve güzel konuşan şânı yüce bir zât idi.

Osman (r.a), eli açık, iffetli, yumuşak huylu, herkesle anlaşan, hilim ve şecaat sahibi, müsâmahalı ve cömert idi.

Zâhid, âbid, gözü yaşlı, her şeye ibret nazarıyla bakan, sabr-ı cemîl sahibi, çok şükreden, mütevâzı ve hayâ ehli idi. İnfak ve cömertlikle temâyüz etmiş, fukaraya bol bol ihsanlarıyla tanınmıştı. Evde olan her şeyi infak eder, sirke ile zeytinyağı yerdi. Yemeğin azını, amellerin ise büyük ve çoğunu severdi.

Kur’ân kıraati hususunda Allah Rasûlü’nden ilim alanların en üstünüdür. Kendi başına kıldığı namazlarda Kur’ân-ı Kerîm’i bir rekâtta hatmettiği olurdu. Cemaate namaz kıldırırken de uzun sûreler okurdu. Fürâfisa bin Umeyr (r.a) şöyle der:

“Ben Yûsuf Sûresi’ni, Osman ibn-i Affân’ın sabah namazlarındaki kırâatinden öğrendim. Çünkü o, bu sûreyi çok sık okurdu.” (Muvatta’, Salât, 35)

Hz. Osman’ın (r.a.) Fazîletleri

Osman (r.a), Allah Rasûlü’ne iki defa damat olmuş ve Cennet’le müjdelenmiştir.

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in:

“Sizin en hayırlınız, Kur’ân’ı öğrenen ve öğreteninizdir!”[15] hadîs-i şerîfini rivâyet eden Osman (r.a), Kur’ân-ı Kerîm’e büyük hizmetlerde bulunmuştur. Onun Kur’ân’a çok ehemmiyet verip hizmet ettiğini gören halk da bu yolda yürümüş, idârecilerini örnek almışlardır. Nitekim Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (r.a), Hz. Osman’ın hilâfet devrinde kıraat hocalığına başlamış ve uzun müddet bu vazîfesine devam etmişti. Zaman zaman, Kûfe’de imâmet ve Kur’ân muallimliği yaptığı mescidi kastederek şöyle derdi:

“–Beni şu makâmımda oturmaya sevkeden şey, Allâh Rasûlü’nün: «Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğreteninizdir!» hadîs-i şerîfindeki müjdeye nâil olabilme arzusudur.” (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 21; Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 15)

Hz. Osman’ın en mühim hizmetlerinden biri Kur’ân-ı Kerîm’i çoğaltarak belli başlı İslâm merkezlerine göndermesi olmuştur. Yaptığı bu hizmetler sebebiyle “Câmiu’l-Kur’ân: Kur’ân’ı Toplayan” vasfıyla tebcîl edilen Osman (r.a), Kur’ân-ı Kerîm ile çok meşgul olduğu için iki Mushaf eskitmişti. Her sabah kalktıklarında Mushaf-ı Şerîf’i hürmetle öpmeyi âdet hâline getirmişti.[16]

Hz. Osman (r.a), Cuma gecesi Bakara sûresini okumaya başlar, Perşembe gece­si hatmi tamamlardı. Yani haftada bir hatmederdi. Diğer sahabîlerden İbn-i Mes’ûd (r.a) da, Kur’ân-ı Kerîm’i cumadan cumaya bir defa, Ramazan’da da üç günde bir hatmederdi. Muâz (r.a), üç günden daha kısa sürede bitirmeyi hoş görmezdi. Temim ed-Dârî’nin de haftada bir defa hatmettiği rivâyet edilir.

Osman (r.a), hilmi, vakarı ve cömertliği ile meşhûr olmuştu. Hayatı boyunca pek çok infaklarda bulunmuştur. Müslümanların susuzluk çektiği bir devirde Rûme kuyusunu satın alarak vakfetti. Zorlu sefer olan Tebük’e ordu hazırlanırken en büyük maddî yardımı o yaptı…

Osman (r.a), fazîlette önde gelen sahâbilerdendi. İbn-i Ömer (r.a) şöyle der:

“Biz Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) zamanında insanları derecelendirir ve şöyle sıralardık:

«Ümmet-i Muhammed’in, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den sonra en efdali Ebû Bekir, sonra Ömer, sonra Osman’dır.»

Allah Rasûlü (s.a.v) bu sıralamayı işittikleri hâlde itiraz etmezlerdi.”[17]

Hz. Osman’ın fazîletine işâret eden bazı âyet-i kerîmeler nâzil olmuştur:

Meşhur müfessirlerden Dahhâk’ın bildirdiğine göre:

“Allah’a ve Peygamberi’ne îman edenler var ya, işte onlar, Rableri yanında sıddîk (özü sözü doğru olanlar) ve şehitlik mertebesine erenlerdir. Onların mükâfatları ve nurları vardır...”[18] âyet-i kerimesi, herkesten önce müslüman olan sekiz kişi hakkında nâzil olmuştur. Bunlar da Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hamza, Talha, Zübeyr, Sa’d ve Zeyd (r.a) Hazarâtı’dır.[19]

Hz. Ali (r.a) birgün insanlara hitâb ederken:

“Tarafımızdan kendilerine güzel âkıbet takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar Cehennem’den uzak tutulurlar.”[20] âyetini okumuş ve:

“–İşte Osmân, âyette bahsedilen bahtiyarlardandır” demiştir.[21]

Ashâb-ı kirâm arasında Osman (r.a) kadar güzel ve eksiksiz konuşan biri yoktu. Lâkin o, hatâ yapma korkusuyla hadis rivayet etmekten çekinir ve şöyle buyururdu:

“Beni Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den hadis nakletmekten meneden şey, kendisinden çokça hadis ezberleyen ashâbından olmayışım değildir. Lâkin ben O’nun:

«Kim söylemediğim birşeyi benim ağzımdan uydurursa, Ateş’teki yerine hazırlansın!» buyurduklarını işittiğime şâhitlik ederim.” (Heysemî, I, 143)

Osman (r.a) bütün seneyi oruçla geçirirdi. İlk saatlerinde birazcık uyuduktan sonra geceleri de sabaha kadar ibadet ederdi.[22] Allâh Rasûlü’nün Sünnet’ine candan bağlı idi. O’nun izini adım adım tâkip etmek isterdi.

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in ehl-i beytine son derece tâzim ve hürmet gösterirdi. Meselâ binek üzerindeyken Allah Rasûlü’nün amcası Abbâs (r.a) yanından geçecek olsa, hemen yere iner ve yaya olarak yürümeye başlardı.

Münâkaşa ve kavgayı sevmez, zulüm ve haksızlıktan da son derece sakınırdı. Bu yüzden kendisini şehid etmek için gelen kâtillere bile mukâbele etmemiştir.

Abdurrahman ibn-i Mehdî şöyle der:

“Hz. Osman’da iki ahlâk vardı ki bunlar ne Ebûbekir Sıddîk’ta, ne de Hz. Ömer’de mevcuttu. Birincisi mazlum olarak şehit edilinceye kadar sabır göstermesi; ikincisi de tüm Müslümanları bir Mushaf-ı Şerif üzerinde toplamasıdır.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 58)

Dipnotlar:

[1] Nesebi şöyledir: Osman ibn-i Affân ibn-i Ebi’l-As b. Ümeyye b. Abdi Şems b. Abdi Menaf b. Kusayy b. Kilâb b. Mürre b. Kâ’b b. Lüey b. Ğâlib el-Kureşî el-Emevî. [2] Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 150. [3] İbn Sa’d, I, 200, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, I, 123. [4] İbn Sa’d, III, 55-56; İbnül-Esîr, Üsdül-ğâbe, III, 585. [5] İbn Sa’d, III, 56. [6] İbnül-Esîr, Üsdül-ğâbe, III, 586; Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 148. [7] Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 148. [8] Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 153. [9] Ahmed, I, 71; VI, 155. [10] İbn Sa’d, III, 200. [11] Bkz. Buhârî, Cezâu’s-Sayd, 26. [12] İbnü’l-Esir, el-Kâmil, III, 96. [13] İbnü’l-Esir, el-Kâmil, III, 117-119; H.İ. Hasan, I, 266-267; Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, I, 457-458. [14] Hâkim, Müstedrek, III, 114/4567. [15] Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân 21. [16] Kettânî, II, 196-197. [17] Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 4, 7; Ebû Dâvûd, Sünnet, 8/4627, 4628; Tirmizî, Menâkıb, 18/3707. [18] el-Hadîd, 19. [19] İbnu’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, VIII, 170. [20] el-Enbiyâ, 101. [21] İbn Ebî Şeybe, Musannef, VII, 492. [22] Ebû Nuaym, Hilye, I, 56.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Hz. Osman’dan 111 Hayat Ölçüsü, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

DÖRT HALİFE DÖNEMİ

Dört Halife Dönemi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • ÇOK GÜZELDİ HEM HALİFEMİZİN HAYATINI ÖĞRENDİM HEM DE ÖDEVİMİ YAPTIM TEŞEKKÜRLER

    Peygamber Sevgisi yaparsanız başka bir yazıda o da beğenilir

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.