Hz. Ümame (r.a.) Kimdir?

Ümâme Binti Ebi’l-Âs (r.a.) kimdir? Peygamber Efendimiz’in torunu Ümâme Binti Ebi’l-Âs’ın (r.a.) hayatı.

Ümâme, Mekke’de dünyaya geldi. Annesi, nübüvvet bahçesinin ilk gülü Hz. Zeynep, babası Hz. Hatice’nin kız kardeşi Hâle’nin oğlu Ebu’l-Âs bin Rebî’dir. Hz. Fatıma’nın (r.a.) vefat etmeden evvel eşi Hz. Ali’ye kendisiyle evlenmesini vasiyet ettiği Peygamber torunudur.

Ümâme, İslâm’ın ilk yıllarında yaşadığı çocukluk hayatında çok çileler çekmiş, annesi ve Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in kızı Hz. Zeynep ile Mekke’de inançları uğruna nice mücadelelerde bulunmuştur.

HİCRET

Zeynep, kocası Ebu’l-Âs’ın İslâm’a girmemesi yüzünden Medîne’ye hicret edemediği için Ümâme de Mekke’de kalmıştır. Bedir Savaşı’nda müşriklerin safında yer alan Ebu’l-Âs, Müslümanlara esir düşünce Peygamber (s.a.s.) Efendimiz kendisinden kızı Zeynep’i bırakmasını ve Medîne’ye hicret etmesine engel olmamasını istemişti. Bunun üzerine Ümâme, annesiyle birlikte Medîne’ye hicret etmiştir.

Hz. Zeynep ile Ümâme’nin hicreti de çok çileli olmuştu. Ümâme’nin babası Ebu’l-Âs, sözünün eri, mert bir adamdı. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’e eşi ve kızının hicreti konusunda verdiği sözü yerine getirmeye kararlıydı. Bu sebeple Mekke’ye döndüğünde çok sevdiği hanımı Zeynep ile kızı Ümâme’yi, onları götürmeye gelen kafileye Mekke dışında teslim etmek üzere evinden uğurladı. Kendisi ayrılıklarına dayamayacağı için kardeşi Kinâne İbni Rebi‘ ile onları Mekke dışına gönderiyordu.

Ümâme ve annesi, Mekke dışına çıkarken gözü dönmüş müşriklerin saldırılarına maruz kaldılar. Bu mütevâzi kafilenin herkesin göreceği şekilde gündüz yola çıkmasını kabul edemediler. Onları durdurmakla kalmayıp kılıçlarıyla üzerlerine saldırdılar ve devenin üzerindeki hevdeci aşağıya düşürdüler. Hevdeçte bulunan Hz. Zeynep ve kızı Ümâme yere yığıldılar. Hz. Zeynep (r.a.) hamile olduğu için yüksekten düşürülünce kan revan içinde kaldı. Ümâme ise henüz küçücük bir çocuktu. Elinden fazla bir şey gelmiyordu. Annesinin Mekke’ye getirilip birkaç gün tedavisinden sonra ancak Medîne’ye gidebilmişlerdi.

Medîne’ye geldiklerinde bir nebze olsun rahatlasalar da Hz. Zeynep’in kalbi, kocasının da hidâyetle şereflenebilmesi iştiyâkıyla çarpıyordu. Gece-gündüz onun hakkındaki duâlarına devam etti. Nihayet Ebu’l-Âs da bir sene sonra müslüman olarak Medîne’ye geldi ve ailesine kavuştu.

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, ilk kız torunu olan Ümâme’yi çok sever, onu kucağına alıp ashâbının yanına gittiği olurdu. Bir defasında onu omuzuna alarak mescide gitmiş, Ümâme omzunda iken namaza başlamış, rükû ve secdeye varacağı zaman onu yere bırakmak sûretiyle namaz kıldırmış, her rekâtta bu durumu tekrar etmişti.

Bir gün, âlemlere rahmet olarak gönderilen Fahr-i Kâinat (s.a.s.) Efendimiz’e hediye olarak birkaç parça altın gelmişti. Onların içinde güzel bir gerdanlık da vardı. Onu alıp birbirinden kıymetli zevcelerinin yanına gitti ve:

“-Bunu bana en sevimli olanınıza vereceğim!” buyurdu.

Annelerimiz, kendi aralarında:

“-O gerdanlığı Ebûbekir’in kızına verir.” dediler.

Fakat Resûl-i Ekrem (s.a.s.) Efendimiz, annelerimizin tahmin ettiği gibi Hz. Âişe Vâlidemiz’e değil, sevgili torunu Ümâme’ye hediye edeceğini söyledi ve torunu Ümâme’yi çağırarak kolyeyi onun boynuna taktı.

Yine Habeşistan hükümdarı Necâşî’nin kendisine gönderdiği, içinde altın yüzük ve birtakım ziynet eşyalarının bulunduğu hediyeyi kabul eden Peygamber Efendimiz, bu hediyeleri sevgili torunu Ümâme’ye göndermişti.

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in torununa, özellikle de kız torununa böylesine sevgi göstermesi, o günün şartlarında pek de normal değildi. Zira İslâmiyet gelmeden evvel kız çocukları “utanç kaynağı” görülerek diri diri toprağa gömülüyordu. Bu sebepledir ki, Peygamberimiz’in (s.a.s.)  torunu ile bu şekilde ilgilenmesi, çevresindekilere ve kıyamete kadar gelecek olan bütün insanlığa çok önemli mesajlar vermektedir. 

HZ. ÜMAME’NİN EVLİLİKLERİ

Hz. Ümâme, daha sonraki yıllarda iki evlilik yapmıştır. Bunlardan ilki, Hz. Ali (r.a.) iledir.

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in kızı ve teyzesi Hz. Fâtıma (r.a.) vefatından evvel kocası Hz. Ali’ye şöyle bir vasiyette bulunmuştu:

“-Ey Ali! Ben vefat ettikten sonra sen evlenmelisin. Zira senin ve yavrularının perişan olmasını istemem. Ne var ki, yabancı bir üvey annenin eline de yavrularımı bırakmak istemiyorum. Bunun için ablam Zeyneb’in kızı Ümâme’yi kendine nikâhlamanı istiyorum!”

Bu vasiyet neticesinde Hz. Ümâme’nin ilk evliliği, Hz. Ali Efendimiz ile olmuştur. Bu evlilikte Ümâme’nin velîsi Zübeyr bin Avvâm idi. Zira babası Ebu’l-Âs, vefat etmeden önce âilesini Zübeyr’e emanet etmişti. Ümâme ile Hz. Ali’nin evlilikleri, otuz yıl sürmüş ve rivayete göre, bu evlilikten Muhammed Evsat adında bir oğlu olmuştur.

Hz. Ali Efendimiz vefat etmeden önce, Ümâme’ye, Muâviye bin Ebû Süfyân’ın kendisine tâlip olabileceğini söyledi. Evlenmek istediği takdirde onunla değil, Rasûl-i Ekrem’in amcası Hâris’in torunu Mugîre bin Nevfel ile evlenmesini tavsiye etti.

Bir rivayete göre de Hz. Ali, vefatından önce Mugîre bin Nevfel’i çağırarak Muâviye’nin kendisinden sonra Ümâme ile evlenmesinden endişe duyduğunu belirtmiş ve ona Ümâme’yle evlenmesini vasiyet etmiştir.

Nitekim Hz. Ali’nin vefatının ardından Muâviye, Medîne Vâlisi Mervân bin Hakem aracılığıyla Ümâme’ye evlenme teklif etti ve mehir olarak 100 bin dinar vereceğini vaad etti. Ümâme, Mugîre bin Nevfel’e durumu bildirdikten sonra, kabul ettiği takdirde kendisiyle evlenmek istediğini belirtti. Bunun üzerine Mugîre, Ümâme’yi, Hz. Hasan’dan isteyerek onunla evlendi.

Ümâme’nin Mugîre ile evliliğinden Yahyâ adında bir oğlu olmuş ve Mugîre, bu oğluna nisbetle “Ebû Yahyâ” künyesiyle anılmıştır.

Asr-ı saâdette çileli bir hayat süren, Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in göz bebeği torunlarından ve İslâm’ın güzîde hanımlarından Hazret-i Ümâme Vâlidemiz’in şefaatlerini niyaz ederiz. Cenâb-ı Hak, kendisiyle Cennet’te buluştursun. Âmîn.

Müracaat Edilen Kaynaklar:

1) Diyanet İslam Ansiklopedisi 2) Mustafa Eriş, Peygamberimizin Kızları ve Kız Torunları 3-) Nurgül Dere, Hz. Ümâme binti Ebi’l-Âs (r.anhâ), Yenidünya Dergisi Hanımefendi Eki.

Kaynak: Merve Güleç, Şebnem Dergisi, Sayı: 194

İslam ve İhsan

ÜMÂME BİNTİ EBİ'L ÂS (RA) KİMDİR?

Ümâme Binti Ebi'l Âs (ra) Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.