Hz. Üzeyir'in (a.s.) Hayatı Dinle
Hz. Üzeyir (a.s.) kimdir? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi'nin Kur'an-ı Kerim Işığında Nebiler Silsilesi kitabından Hz. Üzeyir Aleyhisselam'ın hayatını islamveihsan Youtube kanalımızdan sesli kitap olarak dinleyin.
HZ. ÜZEYİR’İN (A.S.) HAYATI
Hazret-i Üzeyir, Hârûn -aleyhisselâm-’ın neslindendir. Tevrât’ı ezberleyen sayılı kimselerdendi. Yahûdîlerce “Ezrâ” olarak bilinir.
Hazret-i Üzeyir’in peygamber olup olmadığı husûsunda Kur’ân-ı Kerîm’de kesin bir bilgi yoktur. Nitekim Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:
“Üzeyir’in peygamber olup olmadığını bilemiyorum.” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 13/4674; Ali el-Müttakî, XII, 81/34087) buyurmuştur.
Kur’ân-ı Kerîm’de, sadece Allâh Teâlâ tarafından öldürülüp yüz sene sonra tekrar diriltildiğinden bahsedilir.
Hazret-i Üzeyir’in yaşadığı devirde de azgınlık ve taşkınlıklarını artıran İsrâîloğulları’na Allâh Teâlâ, belâ olarak Buhtünnasr’ı vermişti. Buhtünnasr, Şam ve Ürdün bölgelerini istilâ etti. Mescid-i Aksâ’yı yıktı. Bağ ve bahçeleri harâb etti. Savunmasız insanları hunharca öldürüp, genç ve işe yarar gördüğü kimseleri esîr olarak yanında götürdü. Hazret-i Üzeyir de bunların arasındaydı.
Rivâyete göre Üzeyir -aleyhisselâm-, elli yaşında iken kaçarak esâretten kurtuldu. Bir merkeple Kudüs’e doğru yola çıktı. Kudüs’e yaklaştığı sırada şehrin yıkık binâlarına, harâb olmuş bağ ve bahçelerine bakarak mahzun oldu. Karnı da iyice acıkmış olduğundan, merkebini bir ağaca bağlayarak orada bir miktar incir toplayıp yedi. Üzüm sıkıp suyunu içti. Sonra bir ağacın altına oturdu. Perişan ve harâb olmuş memlekete, çürümüş tenlere, yığılmış kemiklere ibretle baktı. Hakk’ın kudretini tefekkür ederek, her şeyin yeniden nasıl dirileceğini düşünürken uykuya daldı.
Allâh Teâlâ buyurur:
“Yâhut görmedin mi O kimseyi ki evlerinin duvarları, çatılarının üzerine çökmüş (alt-üst olmuş) bir kasabaya uğradı:
«–Ölümünden sonra Allâh bunları nasıl diriltir acabâ?!» dedi. Bunun üzerine Allâh O’nu öldürüp yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti:
«–Ne kadar kaldın?» dedi. (O da:)
«–Bir gün, yahut daha az!» dedi. Allâh O’na:
«–Hayır, yüz sene kaldın! Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara bir ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra tekrar dirilttik). Şimdi Sen kemiklere bak; onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz.» dedi.
(O etleri çürümüş, kemikleri parça parça olmuş merkep, Allâh’ın emriyle tekrar dirildi.) Durum kendisi tarafından anlaşılınca (Üzeyir):
«–Şimdi iyice biliyorum ki, Allâh her şeye kâdirdir!» dedi.” (el-Bakara, 259)
Üzeyir -aleyhisselâm-, uyuduğu zaman sabah vakti idi, uyandığında ise güneş batmamıştı. Ancak geçen zaman, yüz yıldı. Bu arada Buhtünnasr ölmüş, bütün esirler serbest kalarak Kudüs’e dönmüşlerdi. Mescid-i Aksâ tâmir edilmiş ve bütün şehir tekrar mâmur hâle gelmişti.
Üzerinde tahakkuk eden bu büyük tecellîlerin ardından Üzeyir -aleyhisselâm- merkebine binerek Kudüs şehrine girdiğinde, herşeyi değişmiş olarak buldu. İnsanlar tanıdığı insanlar, binâlar da bildiği binâlar değildi. Tahmînî olarak mahallesini aradı. Bir evin önünde durdu. Kapısında rastladığı kör ve kötürüm bir kadına:
“–Üzeyir’in evi neresidir?” diye sordu. Kadın hüzünle:
“–Üzeyir’in evi burasıdır, ama kendisi yüz yıl önce kayboldu. Ben de onun câriyesiyim!” dedi. Hazret-i Üzeyir:
“–Ben Üzeyir’im!” diyerek kendisini tanıttı ve başından geçenleri nakletti. Câriyesi çok sevindi ve eski hâline dönmesi için ondan duâ etmesini taleb etti. Üzeyir -aleyhisselâm- da, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine verdiği nîmetlere şükrederek duâ etti. Kadın, önceki sıhhatine ve eski hâline kavuştu.
Hazret-i Üzeyir, uyuyup vefât ettiği sırada 18 yaşında bir oğlu vardı. Şimdi o, 118 yaşında ak sakallı bir ihtiyardı. Bu ihtiyarın babası olan Üzeyir -aleyhisselâm- ise 50 yaşında bir kimseydi. Oğlu babasını tanıyamadı:
“–Benim babamın sırtında hilâl şeklinde siyâh bir ben vardı!” dedi. Üzeyir -aleyhisselâm-’ın sırtını açıp baktıklarında bu hilâl şeklindeki siyâh beni gördüler. Artık kimsenin Hazret-i Üzeyir hakkında şüphesi kalmadı.
Buhtünnasr, Kudüs’ü işgâl edip yağmaladığı zaman, bütün Tevrât nüshalarını da yaktırmıştı. Bunun için Üzeyir -aleyhisselâm-, dîni yeniden ihyâ etti.
İbn-i Abbâs’tan gelen rivâyete göre, Allâh Teâlâ İsrâîloğulları’nın Tevrât’ı bırakıp hevâlarına uyduklarını görünce, Tevrât’ın içinde bulunduğu sandığı onlardan aldı, Tevrât’ı da onlara unutturdu. İsrâîloğulları buna çok üzüldüler. Bilhassa Üzeyir -aleyhisselâm- Allâh’a çok ibâdet etti; O’na yalvarıp yakardı. Allâh’tan inen bir nûr, onun kalbine girdi. Unutmuş olduğu Tevrât’ı hatırladı. Ondan sonra Tevrât’ı yeniden İsrâîloğulları’na öğretti. Daha sonra Tevrât’ın içinde saklandığı sandık bulundu. İsrâîloğulları, Üzeyir -aleyhisselâm-’ın öğrettiği Tevrât’ın aslına uygun olduğunu gördüler ve Üzeyir -aleyhisselâm-’a olan sevgileri daha da ziyâdeleşti.
Bu büyük tecellîler karşısında Benî İsrâîl kavmi, daha sonraları bâtıl bir akîdeye kayarak Üzeyir -aleyhisselâm-’a “Allâh’ın oğlu” diyecek kadar ileri gittiler. (Taberî, Câmiu’l-Beyân, X, 143)
Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Yahûdîler: «Üzeyir, Allâh’ın oğludur!» dediler. Hristiyanlar da: «Mesîh (Îsâ) Allâh’ın oğludur!» dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Onlar, sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allâh onları kahretsin! Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar.” (et-Tevbe, 30)
“(Yahûdîler) Allâh’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını; hristiyanlar) da râhiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i (Îsâ’yı) rabler edindiler. Hâlbuki onlara, ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O’ndan başka ilâh yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.” (et-Tevbe, 31)
Her ne kadar bugünkü Yahûdîler Hazret-i Üzeyir’e “Allâh’ın oğlu” yakıştırmasını kabûl etmeseler de, o zamanki bir grup Yahûdî, Üzeyir -aleyhisselâm-’a karşı tâzîmde çok aşırıya gitmişler ve içlerinden bazıları O’na bu isnadda bulunmuştur.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 3, Erkam Yayınları
YORUMLAR