Hz. Zeynep’in (r.a.) Medine Yolculuğu

Peygamber Efendimiz’in kızı Hz. Zeynep’in (r.a.) Medine’ye getirilmesi nasıl gerçekleşmiştir? Hz. Zeynep (r.a.) ve eşi Ebu’l As ayrılıp tekrar mı evlenmiştir? Hz. Zeynep’in (r.a.) Medine yolculuğu ve Ebu’l As ile evlenmesi...

Bedir’de esir edilen Peygamber Efendimiz’in damadı Ebu’l-Âs, serbest bırakılıp Mekke’ye döndüğünde, zevcesi Zeynep’in (r.a.) Medîne’ye gitmesine izin verdi. Bedir’den bir ay veya buna yakın bir müddet sonra Resûlullâh, Zeyd bin Hârise ile Ensâr’dan bir zâtı göndererek onlara:

“–Zeynep yanınıza gelinceye kadar Ye’cic Vâdisi’nde bulunun. Zeynep’le orada buluştuğunuzda onu bana getirirsiniz.” buyurdu.

Ebu’l-Âs, Zeynep’e (r.a.) babasının yanına gitmesini söyledi. O da hazırlığını yaptı. Ebu’l-Âs’ın kardeşi Kinâne, bineceği deveyi getirdi. Hz. Zeynep devenin hörgücü üzerine konulan ve hevdec denilen hücrenin içine bindi. Kinâne, yayını ve sadağını (ok torbasını) omzuna aldı, gündüz vakti devenin yularını çekerek Mekke’den yola çıktı.

Bu hâdise Kureyş müşrikleri arasında konuşulmaya başlanınca, birtakım kimseler Hz. Zeynep’i geri çevirmek için hemen yola çıktılar. Zîtuvâ mevkiinde ona yetiştiler. Hebbâr bin Esved, hevdecin içinde bulunan Hz. Zeynep’e mızrağıyla vurarak onu bir kayanın üzerine düşürdü. Hz. Zeynep o vakit hâmile idi. Kanlar içinde kalarak çocuğunu orada düşürdü. Hz. Zeynep ıztırap içindeydi. Kinâne yere çöküp sadağından ok çıkardı ve:

“–Hiç kimse yaklaşmasın! Yoksa oka tutarım!” deyince gelenler dönüp tâkipten vazgeçtiler.

Ebû Süfyân, Kureyş müşriklerinden bâzılarıyla oraya geldi. Kinâne’ye:

“–Ey adam! Bize ok atmaktan vazgeç! Seninle konuşacağız!” dedi.

Kinâne ok atmayı bıraktı. Ebû Süfyân, Kinâne’nin yanına gelip:

“–Sen doğru yapmadın! Bir kadını halkın gözü önünde apâşikâr yola çıkardın. Hâlbuki sen çektiğimiz zahmet ve meşakkatlerimizi ve Muhammed sebebiyle başımıza gelenleri biliyorsun! Kızını halkın gözü önünde böyle açıktan açığa aramızdan çıkarıp O’na götürdüğün zaman, insanlar bunu, uğradığımız musîbetten kaynaklanan bir zillet eseri, zaafımızın ve güçsüzlüğümüzün bir netîcesi sanacaktır. Hayâtıma yemîn ederim ki Zeynep’in, babasının yanına gönderilmeyip Mekke’de tutulması, bizim için hiç önemli değildir. Bunda bizim için bir intikam alma da sözkonusu değildir. Sen beni dinle de onu şimdi Mekke’ye geri götür! Sesler kesilip, insanlar onu geri çevirdiğimizi kabûl ettikten sonra gizlice Mekke’den çıkar, babasına götür!” dedi.

Kinâne de öyle yaptı. Birkaç gece Mekke’de kalarak îtiraz seslerinin kesilmesini bekledikten sonra, bir gece Hz. Zeynep’le birlikte yola çıktı. Onu Ye’cic’de bekleyen Zeyd bin Hârise ile arkadaşına teslîm etti. Onlar da Hz. Zeynep’i muhterem babasının yanına getirdiler.

Ebu’l-Âs, hicrî altıncı senede, başında bulunduğu bir Kureyş kervanıyla birlikte tekrar esir edildi. Seher vakti Allâh Resûlü’nün kızı Hz. Zeynep’e haber göndererek; “Babandan, benim için emân al!” dedi. Fahr-i Kâinât Efendimiz, Müslümanlara sabah namazını kıldırdığı sırada, Zeynep başını hücresinin kapısından çıkararak:

“–Ey insanlar! Ben Resûlullâh’ın kızı Zeynep’im! Ebu’l-Âs’ı himâyeme aldım!” diyerek seslendi. Peygamber Efendimiz:

“–Senin himâyeye almış olduğun kişiyi biz de himâyemize aldık!” buyurdu. Allâh Resûlü yanına geldiğinde Zeynep (r.a.):

“–Ebu’l-Âs akrabadır, hem de çocuklarımın babasıdır. Bunun için onu himâyeme aldım!” dedi. Peygamber Efendimiz mücâhidlere:

“–Eğer ona malını geri vermeyi uygun görürseniz, veriniz! Vermek istemezseniz, zâten onlar sizin hakkınızdır!” buyurdu. Mücâhidler:

“–Hayır yâ Resûlallâh! Biz malları ona iâde edeceğiz!” dediler. Ebu’l-Âs, aldığı mallarla Mekke’ye döndü. Herkese mallarını teslîm edip işini bitirdikten sonra:

“–Ey Kureyş cemaati! Malını vermediğim kimse kaldı mı?” diye sordu. “–Hayır! Vallâhi kalmadı!” dediler. Ebu’l-Âs:

“–Size olan ahdimi yerine getirdim mi?” diye sordu.

“–Evet! Vallâhi yerine getirdin! Allâh seni hayırla mükâfâtlandırsın! Biz seni şerefli ve vefâlı bulduk!” dediler. Ebu’l-Âs:

“–Vallâhi, sizin yanınıza gelmeden önce Medîne’de Müslüman olmama mânî olan şey, mallarınızı elde etmek için İslâm’a girdiğimi düşünmenizden korkmamdır. Ben şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka hiçbir ilâh yoktur ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed Allâh’ın kulu ve Resûlü’dür!” dedi ve Medîne’ye, Allâh Resûlü’nün yanına döndü.

Resûlullâh ona Zeynep’i (r.a.), eski nikâhı ile veya yeni bir nikâhla geri verdi. (Vâkıdî, II, 553-554; İbn-i Sa’d, VIII, 32-33)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hazret-i Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR?

Hz. Muhammed (s.a.v.) Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.