
İbadetlerdeki Kusurlarınız Sebebiyle İstiğfâr Edin!
Müʼminler olarak bizler her gün Rabbimiz’e biraz daha yaklaşmanın gayreti içinde bulunup, farkında olduğumuz ve olmadığımız bütün hatâ, kusur ve noksanlıklarımız sebebiyle, çokça istiğfâr etmeliyiz. Hak dostlarının kulluk edebinde, sâlih amelleri dahî istiğfarla tamamlayıp onlara makbûliyet kazandırma arzusu mevcuttur.
Şeyh Sâdî Hazretleri buyurur:
“Baktım ki bir derviş, başını Kâbe’nin eşiğine koymuş, yüzünü yere sürüyor ve ağlayıp sızlıyordu:
«Ey Gafûr ve Rahîm olan Allâh’ım! Sen bilirsin ki, çok zâlim ve çok câhil olan insan, kulluk vazifesini Sana lâyık-ı vechile yapamaz.
Sana ibadette kusur ettiğim için af dilemeye geldim. İbadetlerime güvenmiyorum.»
Âsîler günahlarından tevbe ederler. Âriflerse ibadetlerinden (Sana lâyık ibadet edemedikleri için) istiğfâr ederler.”
[Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- geçmiş ve gelecek bütün günahları bağışlanmış olduğu hâlde, geceleri ayakları şişinceye kadar gözyaşları içinde namaz kılıp istiğfâr ediyordu. Niçin böyle yaptığı sorulunca da:
“–Allâh’a çok şükreden bir kul olmayayım mı?..” buyuruyordu. (İbn-i Hibbân, II, 386)
Her türlü günahtan titizlikle sakınıp bütün ibadet ve sâlih amelleri en mükemmel kıvamda îfâ etmesine rağmen yine de:
“Allâh’ım! Sen’i lâyık olduğun şekilde medh ü senâdan âcizim! Sen kendini nasıl medh ü senâ etmişsen öylesin!”[1] niyâzında bulunuyordu.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu hâliyle; insanoğlunun Cenâb-ı Hakkʼa lâyıkıyla kullukta bulunmasının mümkün olmadığına, dolayısıyla bütün kulluk gayretlerine ilâveten, ilâhî rahmet ve mağfirete sığınmanın zaruretine işaret buyuruyordu.
Yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “ismet” yani “günahsızlık” sıfatına sahip olmasına rağmen;
“Ben günde yüz defa istiğfâr ederim.” buyuruyordu. (Müslim, Zikir, 42)
Şüphesiz ki O’nun istiğfârı, herhangi bir günah veya isyan sebebiyle değildi. O’nun istiğfârı; Rabbine lâyıkıyla şükredememe, O’na lâyıkıyla kulluk edememe endişesindendi. Bir de Rabbine yakınlığı arttıkça daha önceki hâline duyduğu nedâmetten kaynaklanıyordu. Yani Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Cenâb-ı Hakkʼa olan yakîni her gün daha da arttığı için, bir önceki hâlinin noksanlığı sebebiyle de istiğfâr ediyordu.
Müʼminler olarak bizler de her gün Rabbimiz’e biraz daha yaklaşmanın gayreti içinde bulunup, farkında olduğumuz ve olmadığımız bütün hatâ, kusur ve noksanlıklarımız sebebiyle, çokça istiğfâr etmeliyiz.
Nitekim Hak dostlarının kulluk edebinde de, sâlih amelleri dahî istiğfarla tamamlayıp onlara makbûliyet kazandırma arzusu mevcuttur. Nitekim Muhammed Mâsum Sirhindî -rahmetullâhi aleyh- bir nasihatinde şöyle buyurmuştur:
“Hem ibadet ve tâat üzere olun, hem de bu ibadetlerdeki kusurlarınız sebebiyle istiğfâr edin! Yaptığınız amelleri (dâimâ noksan olarak görün, onları hiçbir zaman) Allah Teâlâ’ya lâyık görmeyin!
Büyüklerden biri şöyle buyurmuştur:
« اِعْمَلْ وَاسْتَغْفِرْ : Amel-i sâlihler işle ve hemen ardından istiğfâr et!» İşte kulluk edebi budur!”[2]
Yani Hak dostu ârif kullar, ibadetlerindeki kusurlar sebebiyle veya yaptıkları o ibadetleri Allâhʼa lâyık bir şeymiş gibi görerek nefislerine bir pay çıkarma endişesiyle istiğfâr ederler.
Dolayısıyla bizler de, havf ve recâ, yani korku ve ümit duyguları içinde Rabbimizʼe kullukta bulunmaya gayret etmeliyiz. Bununla birlikte amellerimize değil, Allâh’ın af ve rahmetine ümit bağlamalıyız.
İlim, irfan, güzel ahlâk ve takvâdaki yüksek derecesi sebebiyle kendisine “Güneşler Güneşi” denilen, büyük Hak dostu Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri de ebedî âkıbeti hakkında endişe duymuş, talebelerine yazdığı mektuplarda kendisi için hüsn-i hâtime duâsında bulunmalarını talep etmiştir. Kardeşi Mahmud Sâhib’e de şu tavsiyelerde bulunmuştur:
“Hiç kimseyi hakir görme, kendini de hiç kimseden üstün görme! Bütün gayretini kalbî ve bedenî ibadetlere ver! Bununla birlikte kendini «hiç hayırlı amel işleyememiş bir zavallı» olarak gör!
Çünkü niyet, ibadetlerin rûhudur. İhlâs olmadan da niyet mümkün değildir. Senden daha büyük olanlara bile ihlâs gerekirse sana nasıl gerekmesin?!
Allâh’a yemin ederim ki, annemin beni doğurduğu günden beri tek bir hayırlı amel işlediğime inanmıyorum, sen ise beni kendinden daha hayırlı görüyorsun!
Eğer kendi nefsini bütün hayırlı işlerde iflâs etmiş olarak görmüyorsan bu, cehâletin en son noktasıdır. Kendini iflâs etmiş olarak görünce de sakın Allâh’ın rahmetinden ümidini kesme! Zira Allah Teâlâ’nın fazl u ihsânı, kul için bütün insanların ve cinlerin amelinden daha hayırlıdır. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
«De ki; Allâh’ın lûtfuyla, rahmetiyle, evet ancak bununla ferahlasınlar! Bu, onların toplayıp biriktirdiklerinden daha hayırlıdır.» (Yûnus, 58)
(Bununla birlikte;) şeytanın, akıllarıyla oynadığı kişiler gibi, Allah Teâlâ’nın fazlına güvenerek ibadetleri de aslâ terk etme!..”[3]]
Cenâb-ı Hak, bizlere kulluğumuzu, âcizliğimizi, hiçlik ve yokluğumuzu unutturmasın. Rızâsına medâr olacak sâlih amellere, cümlemizi muvaffak kılsın. İlâhî af ve mağfiretinden, rahmet ve inâyetinden, lûtuf ve kereminden bizleri mahrum etmesin.
Cenâb-ı Hak, bu mübârek günler ve geceler hürmetine; yüce dînimiz İslâmʼı râzı olduğu şekilde yaşayıp yaşatabilmeyi, cümlemize nasîb eylesin.
Vatanımıza, milletimize ve bütün ümmet-i Muhammedʼe birlik-beraberlik, huzur ve âfiyet ihsan buyursun.
Bilhassa Gazze ve Suriyeʼdeki mazlum din kardeşlerimizi lûtf u keremiyle selâmete çıkarsın.
Mevtâlarımıza rahmet, hastalara şifâ, dertlilere devâ, borçlulara edâ, bütün insanlığa hidâyet ve saâdet ihsân eylesin.
Âmîn!..
Dipnotlar:
[1] Müslim, Salât, 222.
[2] Muhammed Mâsûm, Mektûbât, I, 83, no: 92.
[3] Es‘ad Sâhib, Buğyetü’l-Vâcid, s. 138-141, no: 28.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2025 – Şubat, Sayı: 468
YORUMLAR