İbadetleri ve Hayırlı İşleri Sürekli Yapmak ile İlgili Ayet ve Hadisler
İbadetleri ve hayırlı işleri sürekli yapmanın fazileti nedir? İbadetleri ve hayırlı işleri sürekli yapmak ile ilgili ayet ve hadisler.
İbadetlerin ve hayırlı işlerin sürekli yapılması gerektiğine dair ayet ve hadisler.
İBADETLERİ VE HAYIRLI İŞLERİ SÜREKLİ YAPMAK İLE İLGİLİ AYETLER
“İnananların Gönüllerinin Allah’ı Anması ve O’ndan İnen Gerçeğe İçten Bağlanmasının Zamanı Daha Gelmedi mi?” Ayeti
“İnananların gönüllerinin Allah’ı anması ve O’ndan inen gerçeğe içten bağlanmasının zamanı daha gelmedi mi? Mü’minler, daha önce kendilerine kitap verilip de, üzerlerinden uzun zaman geçmesi yüzünden kalbleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar.” (Hadîd sûresi, 16)
Allah katından inen gerçek, Kur’ân-ı Kerîm ve onun ihtivâ ettiği hükümlerdir. Kur’an ve onun hükümleri, gönülden kabullenip sonra da samimiyetle bağlanmak içindir. Kur’an’ı okumak, ahkâmını ve hakikatlerini düşünmek, içindeki dua âyetleriyle Allah’a yakarmak, kalbleri Allah’a karşı saygı duymaya, neticede emirlerine ve nehiylerine uymaya sevk eder.
Bir insan, çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık dönemleri yaşar. Bu dönemlerin her birinin hissiyat ve neşesi, düşünce ve davranışı aynı değildir. Dönemler arasına giren uzun zaman, hisleri ve düşünceleri, tavır ve davranışları etkiler. Toplumlar da insanlar gibidir. Onların da çeşitli dönemleri vardır. Kocamış ve hayatiyetinin farkında olmayan toplumları canlandırmanın ve yeniden ayağa kaldırmanın yolu, onların hissiyatını diriltmek, varlıklarını ve sorumluluklarını kendilerine hatırlatmaktır. Bu canlılığı getirecek ruh ve sorumluluğu hatırlatacak mesaj, ilâhî kelâmdan başkası olamaz. İşte İslâm dini, onun kitabı, getirdiği tevhid inancı, cihad aşkı, hem ferdi hem toplumu sürekli canlı ve uyanık tutar. Ancak, fertler ve toplumlar, İslâm ve Kur’an’la alâkalarını keserlerse, kalbleri katılaşır; Kur’an onlardan uzaklaşır. Çünkü Kur’an canlıdır, sıcak davranmayana yaklaşmaz.
Bu âyet, mü’minlerin, kendilerinden önce kitap verilip de o kitaplara ve peygamberlerine uymayı terkeden, Allah’ın emir ve yasaklarını çiğneyen, kitaplarını tahrif eden, haham ve rahiplerinin sapıklıklarına uyan yahudi ve hıristiyanlar gibi olmamalarını öğütlemektedir. Çünkü onların kalbleri katılaşmış, Allah’ın gönderdiği dinin aslıyla ilgileri kalmamıştır.
“İslam’da Ruhbanlık Yoktur” Ayeti
“Meryem oğlu İsâ’yı öteki peygamberlerin peşinden gönderdik. Ona İncil’i verdik. Ona uyanların kalblerine şefkat ve rahmet duyguları koyduk. İcâd ettikleri ruhbanlığı biz onlara yazmamış, farz kılmamıştık. Bunu sadece Allah’ın rızasını kazanmak için yapmışlardı. Fakat ona gerektiği şekilde de uymadılar.Biz de onlardan iman edenlere mükafatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.” (Hadîd sûresi, 27)
İsâ aleyhisselâm’a indirilmiş olan İncil, bugün Hıristiyanların ellerinde bulunan İncil değildir. Bugün elde mevcut incillerin hepsi tahrif olunmuş, bozulmuş, sonradan yazılmıştır. Ancak bu incillerde, Hz. İsâ’ya indirilen gerçek İncil’den birtakım âyetler lafzan veya mâna olarak yer almış bulunmaktadır. İncil’deki tahrifatın boyutu, elde mevcut incillerin incelenmesinden bile anlaşılabilir. Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça bu tahrifata işaret eder.
Hz. İsâ’nın peygamber olarak geldiği sırada iki büyük toplum vardı. Bunlar Yahudi ve Rum toplumlarıydı. Her ikisi de katı, kaba, sevgisiz ve merhametsiz topluluklar halindeydi. İsâ aleyhisselâm, kendisine uyanlara şefkat, merhamet, yumuşaklık, alçak gönüllülük ve insan sevgisi gibi yüce duyguları telkin etmekteydi. Çünkü bu duygulardan yoksun olan fertler ve onların oluşturduğu cemiyetler, zulüm, işkence ve kaba kuvvetin hakim olduğu bir yapı arzeder.
Böyle toplumlarda insânî düşünce ve duygular, güzel davranışlar, iyilik ve hayır ortadan kalkar. İşte böyle bir zeminde insanlara saadet yollarını göstermek için gelen İsâ aleyhisselâm, üzerine düşen gayreti gösterdiyse de muvaffak olamadı. Kendinden sonra gelecek gerçek kurtarıcıyı müjdeleyerek dünyadan ayrıldı. Onun müjdelediği, Peygamber Efendimiz’den başkası değildi. Hıristiyanlığı kendilerine uyduran ve hakikatı tahrif eden o günkü toplumların günümüzdeki uzantısı olan batılılar, hâlâ bu sevgisizliğin, şefkat ve merhamet yoksulluğunun, zulmün, haksızlığın, katı kalbliliğin en acımasız örneklerini yeryüzünde sergilemeye devam etmektedirler.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, pek çok hadislerinde, İslâm’da ruhbanlığın olmadığını ısrarla belirtmiştir. (Meselâ bk. Dârimî, Nikâh 3; Müsned, III, 82, 266; VI, 226) Ruhbanlık, büyük bir korku hissine kapılarak, dünya lezzetlerini tamamen terketmek, kendini uzlet ve riyâzete vererek hayatın sonunu beklemektir. Bu âyet, Hıristiyanlığın aslında da ruhbanlığın bulunmadığını ve sonradan uydurulduğunu açıkça belirtmektedir. Ancak hıristiyanlar, kendilerinin belki iyi bir gâyeyle icad ettikleri ruhbanlığı da bozmuşlardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve onları Allah yolundan çevirirler.” (Tevbe sûresi, 34) Görüldüğü gibi haham ve ruhbanların günahı daha da büyüktür; çünkü onlar insanları Allah’ın yoluna girmekten alıkoymaktadırlar. Bunlar, şefkat, rahmet ve sevgi yolunu bırakarak, tevhid akidesini terkederek, insanları bir sapıklık olan teslise inanmaya zorlayarak ve çeşitli ahlâksızlıklar yaparak kötü örnek olmaktadırlar. Bu âyette onların bu halleri kınanmakta, Müslümanlar da ibadet ve taatte, kullukta ölçülü olmaya, ifrat ve tefrite sapmamaya çağırılmaktadır.
“İpliğini Kuvvetlice Büktükten Sonra Çözen Kadın Gibi Olmayın” Ayeti
“İpliğini kuvvetlice büktükten sonra çözen kadın gibi olmayınız.” (Nahl sûresi, 92)
Âyet, bir işi yapınca sağlam ama yerli yerinde yapmayı, emeği boşa gidermemeyi emrediyor. Kur’an’ın kıssasından bahsettiği bu kadını Mekke halkı biliyordu. Bu kadının adı Rayta Binti Sa’d idi. Gün boyu ip büker, sonra da onu bozardı. Dolayısıyla bütün vaktini boşa harcardı. Bundan dolayı darb-ı mesele konu olmuştur. Akıllı kimse bu hale düşmemelidir.
“Sana Ölüm Gelinceye Kadar Rabbine İbadet Et” Ayeti
“Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr sûresi, 99)
Daha önce “Mücâhede” bahsinde de geçen bu âyetteki yakînden maksat ölümdür. Bazılarının zannettiği gibi yakîn, kesin bilgi veya kendince gerçeğe erme değildir. Çünkü bunlar sübjektif ve nefsî değerlendirmelerdir. Nitekim bir başka âyette, “Sağ olduğum sürece bana namaz kılmayı, zekat vermeyi emretti.” (Meryem sûresi, 31) buyurulmuştur.
İnsanın aklı ve idraki yerinde olduğu sürece, namaz ve diğer ibadetler, kişinin üzerine ömür boyu farzdır. Peygamber Efendimiz, sahâbîlerinden İmrân İbni Husayn’a, “Ayakta namaz kıl, güç yetiremezsen oturarak kıl, ona da gücün yetmezse yattığın yerde kıl.” (Buhârî, Taksîrü’s-salât 17) tavsiyesinde bulunmuştur. Bunun aksini iddia etmek, ibadetin ölünceye kadar devam etmeyeceğine inanmak sapıklık ve cehâlettir. Peygamberler, insanlar arasından Allah’ın seçtiği, kendisine en yakın kullarıdır. Allah’ı en iyi bilip tanıyanlar da onlardır. Bununla beraber, bütün peygamberler, son nefeslerine kadar, Allah’a ibadetten geri kalmamışlar, ümmetlerine de bunu öğretmişlerdir.
İBADETLERİ VE HAYIRLI İŞLERİ SÜREKLİ YAPMAK İLE İLGİLİ HADİSLER
Geceleri Okunan Dua ve Zikirlere Devam Etmenin Fazileti ile İlgili Hadis
Ömer İbni Hattâb radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kimse, geceleri okuduğu zikir ve duasını okumadan veya tamamlayamadan uyur da sonra onu sabah namazı ile öğle namazı arasında okursa, gece okumuş gibi sevap kazanır.” (Müslim, Müsâfirîn 142. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu 19; Tirmizî, Cum’a 56; Nesâî, Kıyâmü’l-leyl 65; İbni Mâce, İkâme 177)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Hadiste geçen hizbten maksat, bir mü’minin bir gündüz ve gecede yerine getirmeyi alışkanlık haline getirdiği ibadet ve taatler, dua ve zikirlerdir. Bunlar, farz ibadetler dışındaki nâfileler cinsinden olur. Hizb, namaz kılmak, Kur’an kıraati, dua ve niyâz, tesbihât ve çeşitli zikirler nev’inden olur. Bunlardan biri veya bir kaçı bir arada da olabilir. Aslolan ve istenilen, hizbin devamlılığı ve ihmal edilmemesidir. Şayet bu ibadetler herhangi bir sebeple yerine getirilemezse, daha sonra vakit geçirmeden telâfi edilir. Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir önceki gecenin sonuna kadar yerine getirilmeyen hizbin, bir sonraki günün öğle namazı vaktine kadar telâfisini tavsiye buyurmuşlardır. Bu ve benzer hadisleri dikkate alan bazı âlimlerimiz, öğleye kadar olan vakti, bir önceki geceye tabi saymışlardır. Bu sebeple, günün orucuna vaktinde niyet etmeyenin, zeval vaktine kadar niyetlenebileceğini kabul ederler. Bazıları bu vakte “büyük kuşluk” adını verirler. Bu hadis, “Ve O Allah, öğüt almak veya şükretmek isteyenler için, gece ile gündüzü birbiri ardınca getirdi” (Furkân sûresi, 62) âyetiyle uyum sağlamaktadır. Bu genel hükümden hareketle, gündüzün hizbini yapamayan gece, gecenin hizbini yerine getiremeyen de onu gündüz telâfi eder. Bu görüş, seleften Abdullah İbni Abbas, Selmân, Katâde, Hasan-ı Basrî gibi meşhurlardan nakledilmiştir. Hasan-ı Basrî Hazretleri:
“Geceleyin yapacağı ibadet ve taatten âciz kalana gündüzün evveli, gündüz yapacaklarından âciz kalana da gecenin evveli yeterlidir” der. Zamanı geçirilmiş ve kazaya bırakılmış ibadetleri ölüm gelmezden önce yerine getirmekte acele davranmak gerekir. Çünkü, ibadetlerdeki gecikmede âfetler vardır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
- Âdet edinilen nâfile ibadet ve zikirleri, sürekli hale getirmek gerekir.
- Nâfile ibadetlerin de kazası vardır. Herhangi bir özür sebebiyle zamanında yapılamayan ibadet ve taatleri, zikirleri kaza etmede acele davranmak tavsiye edilmiştir.
- Kaza edilerek yapılan ibadetlerin sevabı, vaktinde yerine getirilen ibadetlerin sevabı gibi tamdır.
“Ey Abdullah! Filan Kimse Gibi Olma, Çünkü O Gece İbadetine Devam Ederken, Sonra Geceleri İbadet Etmeyi Terk Etti” Hadisi
Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle dedi:
“Ey Abdullah! Filan kimse gibi olma, çünkü o gece ibadetine devam ederken, sonra geceleri ibadet etmeyi terk etti.” (Buhârî, Teheccüd 19; Müslim, Sıyâm 185)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Gece ibadeti denilince, genellikle teheccüd namazı anlaşılır. Fakat geceleyin okunması âdet edinilen Kur’an, sürekli hale getirilmiş zikir ve tesbihler de birer ibadettir.
Peygamber Efendimiz, başlanılan bir ibadetin veya hayırlı bir işin devamlı olmasını tavsiye ederdi. Bu sebeple, sürekli kılınamayacak kadar çok ibadet ve amellerin yüklenilmemesini öğütlemiştir. Çünkü o, az da olsa, sürekli olan ibadet ve taatlerin Allah katında daha sevimli ve makbul olduğunu sahâbeye sıkça hatırlatırdı. Böyle yapmak, insanın yaşayışını prensiplere bağlaması, kendi kendini kontrol edebilmesi, hesaba çekebilmesi ve hayatını düzene sokması anlamına gelir. Kararsız olmak kadar zararlı bir davranış yoktur. Çünkü kararsızlar, ya hiçbir şey yapamazlar veya başladıkları bir şeyi neticeye ulaştıramazlar. Her iki halde de zarardadırlar.
Güzel bir sünneti ihya edip ona devam eden bir insanın, daha sonra bunu terketmesi, dinimizde hoş karşılanmamıştır. Çünkü bu durum ibadet hayatında ve iyi işler yapmakta ilerlemiş, kemâle yönelmişken, geri adım atmak ve mânevî yönden mertebe kaybetmektir. Mü’minin görevi ise, geri gitmek ve kaybetmek değil, her geçen gün daha ileri, daha mükemmel ve kazançlı olmak için çalışmaktır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
- Âdet edinilen hayırlı işleri, sünnetleri, ibadet ve tâatleri sürekli yapmakta kararlı olmak gerekir.
- Uygun olmayan davranışlarından dolayı kınanan bir kimsenin ismini anmamak daha doğru olur.
- İbadet ve taatten, farz ve vâcîb cinsinden olmayan sünnet ve nâfileleri terkedenler de hoş karşılanmaz, kınanır.
Nafile Namazlara Devam Etmek ile İlgili Hadis
Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ağrı, sancı veya benzer bir sebeple gece namazını geçirirse, bir sonraki günün gündüzünde on iki rekat namaz kılardı. (Müslim, Müsafirîn 140)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Bir beşer olarak, Peygamber Efendimiz’in de hastalık anları, ağrı ve sancıları, uyuyup uyanamadığı zamanlar olurdu. Bu gibi durumlarla karşılaştığında beş vakit farzın dışındaki nâfile namazları bazan zamanında kılamazdı.
Sağlığın yerinde olmayışı, ağrı ve sancılar, uyku hali ve insanın iradesi dışında ortaya çıkan benzer sebepler, kişinin ibadet hayatında aksaklıklar meydana getirebilir. Ancak bunlar, geçici durumlar olup telâfisi mümkündür. Böyle zarûri mazeretlerden dolayı itiyat edinilen ibadetlerin aksaması, onların sürekli oluşuna zarar verici nitelikte kabul edilmez.
Hz. Âişe, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in nâfile ibadetleri nasıl yerine getirdiğini bir başka rivayette şöyle anlatır: “Allah Resûlü bir iş yaptığı zaman, onu sürekli yapardı. Gece uyur veya hasta olursa, gündüz on iki rek’at namaz kılardı. Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in uyumaksızın sabaha kadar namaz kıldığını, ramazan ayı dışında peşpeşe bir ay oruç tuttuğunu görmedim.” (Müslim, Müsâfirîn, 141)
Hadisten Öğrendiklerimiz
- Hastalık, yolculuk ve uyku gibi sebeplerle geçirilen nâfile ibadetler, daha sonra kaza edilebilir.
- Sünnetleri sürekli yapmak faziletlidir.
Kaynak: Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları
YORUMLAR