
İbadetleriniz ve Hayır Hasenâtlarınızda Bu Hataya Düşmeyin!
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz müminlere ibadetleri, hayır hasenat ve güzel amelleri yerine getiririkten nelere dikkat etmesi hususunda uyarıyor? Nasıl bir tehlike ile karşı karşıyayız? Alim bir mümin nasıl helâk olur? Dikkat etmemiz gereken hususlar
Şeyh Sâdî Hazretleri şöyle bir kıssa nakleder:
“Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm- zamanında, ömrünü câhillik ve azgınlıkla hebâ etmiş, gaddar, merhametsiz, günahkâr bir adam varmış. Adam o kadar çok kötülük işlemişti ki, günah defterinde artık yazılacak yer kalmamıştı…
Îsâ -aleyhisselâm- bir gün çölden dönerken, bir âbidin hücresine uğradı. Halktan uzaklaşıp bir köşeye çekilmiş olan bu âbid, Îsâ -aleyhisselâm-ʼı görünce, derhâl ayağa kalktı ve onun ayaklarına kapandı.
Bahsi geçen günahkâr adam da onları uzaktan seyrediyordu. Bir fakir, bir zenginin eline nasıl bakarsa, o da onlara öyle imrenerek bakıyordu. Hem utanıyor, hem de hasretle onları süzüyordu. İçi yanıyor, gafletle geçirdiği ömrü için cân u gönülden af diliyor ve gözlerinden bulut gibi yaş dökerek şöyle diyordu:
«Ömrüm heder oldu. İyilik nâmına hiçbir şey elde edemedim. Kimse benim gibi olmasın ve Allah hiçbir kulunu benim durumuma düşürmesin!
Yâ Rabbi, günahlarımı affet! Şâyet beni bağışlamazsan, bu günahlar bana en fenâ yoldaştır!..»
Günahkâr adam, mahcûbiyetten başını önüne eğmiş, derin bir pişmanlıkla hüngür hüngür ağlıyor ve; «İlâhî, imdâdıma yetiş, elimden tut, Sen düşmüşlerin elinden tutansın!» diyordu.
Bu ihtiyar ve gözü yaşlı günahkâr bir köşede böyle inlerken, öte yandan o âbid de gururla uzaktan ona bakıyor, kaşlarını çatmış şöyle diyordu:
«‒Bu uğursuz herif, ne diye bize bakıyor? Yine bir kötülük peşinde mi acaba? Yoksa yanımıza mı gelmek istiyor? Ne haddine ve ne yüzle! O, gırtlağına kadar günaha batmış, ömrünü boş yere geçirmiştir… Ne iyilik yapmış ve ne hayır işlemiş ki, Mesîh ile ve benimle görüşmek istiyor? Keşke karşımdan yıkılıp Cehennemʼe gitse! Ondan nefret ediyorum ve iğreniyorum. Ateşi belki bana da dokunur; onun için ey Allâh’ım, yarın mahşer günü beni bu adamla haşretme!»
Tam bu sırada Cenâb-ı Hak’tan Îsâ -aleyhisselâm-’a şöyle bir vahiy geldi:
«Bu iki kulumdan biri âlim, diğeri câhildir. Bununla beraber, Ben ikisinin de duâsını kabul ettim.
Bu günahkâr, ömrünü heder etmiş ama inleyerek ve içi yanarak Bana yalvardı. Bir kimse kendini âciz görüp huzûruma gelirse, onu lûtuf, kerem ve ihsânımdan mahrum etmem. Onun günahlarını bağışlayıp Cennetʼime alırım.
Âbid adama gelince; mâdemki kıyâmette o günahkârla bir arada bulunmak istemiyormuş, hiç merak etmesin, günahlarından nedâmet duyan o ihtiyarı Cennetʼe, onu da Cehennemʼe alırım. Zira günahkârın ciğeri pişmanlık ateşiyle yandı; âbid ise ibadetine güvendi. Âbid bilmelidir ki, Benʼim yanımda zavallılık ve bîçârelik; gururdan ve kendini beğenmişlikten daha hayırlıdır.”
İBADETLERİNİZ VE HAYIR HASENÂTLARINIZDA BU HATAYA DÜŞMEYİN!
İlim, makam, mevkî, servet ve şöhret, nasıl ki ham nefisleri gurur ve kibre sevk edebilirse; yaptığı ibadetler ve hayır-hasenât da rûhen olgunlaşmamış bir müʼmini gurura sevk edebilir.
Her iş, neticesine göre değerlendirilir. İnsanda nedâmet, acziyet ve ilâhî rahmete muhtaçlık hisleri uyandıran birtakım hatâ ve kusurlar, kendini Cenâb-ı Hakk’ın af ve mağfiretinden müstağnî görecek derecede rahatlığa sevk eden sâlih amellerden, daha hayırlı bir netice verebilir.
Zira kalben tekâmül etmemiş bir kulun hayır-hasenat ve amellerinin çokluğu, kendisini âdeta ebedî kurtuluşunu garantilemiş gibi görmesine sebebiyet verebilir. Yahut başkalarının amelini küçük görüp kendini beğenme gafletine sürükleyebilir. Nefsin bu tehlikeli tuzaklarına karşı, son derece dikkatli olmak gerekir.
Kendi hâl ve amelini beğenerek ibâdullâhı istihkār etmenin, yani Allâhʼın kullarını küçük görme gafletinin nelere mâl olabileceğini, şu hadîs-i şerîfler açıkça beyân etmektedir:
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Bir kişi;
«‒Vallâhi, Allah falan kişiyi bağışlamaz.» diye yemin etti.
Bunun üzerine Azîz ve Celîl olan Allah Teâlâ:
«‒Falanı bağışlamayacağım hakkında Ben’im adıma kim (yemin edip) hüküm verebilir? Ben onu bağışladım, senin amelini de boşa çıkardım!» buyurdu.” (Müslim, Birr, 137)
Yine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse (kendini üstün görüp diğerlerini küçümseyerek); «İnsanlar helâk oldu!» derse, kendisi onlardan evvel helâk olur.” (Müslim, Birr, 139; Ebû Dâvûd, Edeb, 77)
Velhâsıl, Allah katında kimin ne olduğunu bilemeyiz. Kalplerin pencereleri yalnızca Allâhʼa açıktır. Nitekim hor görülüp incitilen nice insan vardır ki, Allâh’ın sâlih kullarındandır.
Rabbimiz, âyet-i kerîmelerde biz kullarını şöyle îkaz buyuruyor:
“İnsanları arkadan çekiştiren, kaş-göz işaretiyle alay eden her kişinin vay hâline!” (el-Hümeze, 1)
“Ey mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha hayırlıdır…” (el-Hucurât, 11)
Bunun içindir ki Hak dostu ârif kullar, bütün müʼminleri kurtulmuş, kendilerini ise âkıbeti meçhul bir mücrim gibi görerek, kalplerini dâimâ gurur ve kibirden korurlar. İlâhî gazaba dûçâr olma korkusu ve ilâhî rahmete nâiliyet ümidinin dengelediği bir gönül kıvamıyla yaşarlar.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2025 – Şubat, Sayı: 468
YORUMLAR