İbrahim Desûkî Hazretleri’nin Sohbeti
İbrahim Desûkî (k.s.) nasıl sohbet ederdi? Hak dostlarından İbrahim Desûkî Hazretleri’nin sohbetini istifadenize sunuyoruz.
İbrahim Desûkî -rahmetullâhi aleyh- şöyle sohbet etmiştir.
İLİMLERİ RABBÂNÎ KAYNAKTAN ALINIZ
Her kim şerîatla amel eden, hakîkat ehli, temiz, namuslu ve şerefli bir Müslüman olmazsa, sulbümden gelen oğlum bile olsa, evlâtlarımdan değildir. Müridlerimden her kim de şerîata, hakîkate, tarîkata, diyanete, kendini maddî-manevi günahlardan korumaya, zühde, verâya ve aza kanaate sımsıkı sarılırsa, en uzak memlekette bile olsa, evlâtlarımdandır.
Allâh’a kulluk eden herkes, gereği gibi bu kulluğun tadını alamaz. Her hizmet eden de gereği gibi âdâbıyla hizmet edemez. Bundan dolayı çoğu mürid, gayret etmesine rağmen, bu yolda mesafe alamadı.
Ey evlatlarım! Size daima Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Zîra siz, kurbanlık koç gibi bu dünyayı terk etmek zorundasınız. Ey alev alev ateşin derilerini yakacağı insanlar! Ey kendileri için bıçağın bilendiği kimseler, kendinizi ve ailenizi cehennem ateşinden koruyunuz.
Bir kimse bütün insanları sevmedikçe, onlara karşı şefkatli davranmadıkça ve onların ayıplarını örtmedikçe kâmil bir insan olamaz. Bunlara dikkat etmeyen ve kâmil olduğunu iddia eden kimse yalancıdır. Hiçbir kimseyi hareketlerinden, elbisesinden, yemesinden ve içmesinden dolayı kınamayın. Çünkü şerîatın açıkça nehyettiği yasakları çiğneyenin dışında, kimse kınanamaz, ayıplanamaz. Zîra bu kınama yalnızlığa, yalnızlık da kulun Rabbinin lütfundan uzak kalmasına sebep olur.
Ey kardeşim! Sakın kendi başına bir şey yaptığını zannetme. Bil ki oruç tuttuğunda onu sana Allah tutturmuş, namaza kalktığın zaman Allah seni kaldırmış, bir iş yaptığında onu sana Allah yaptırmıştır. Bir şeyi gördüğünde onu sana Allah göstermiş, su içtiğinde onu sana Allah içirmiş, takva derecesine ulaşmışsan Allah seni ulaştırmış, bir derece kat etmişsen o dereceye Allah seni ulaştırmış, maddî-manevî bir şeye mazhar olmuşsan Allah seni mazhar kılmıştır. Bilesin ki, senin ortada müdahalen yoktur. Sen ancak âsî bir kulsun. Bunu bilmelisin. Şu bir hakîkattır ki, senin tek bir iyiliğin yoktur; nereden olsun ki bütün iyiliklerin yegâne sahibi Allah’tır. O, Hâkim’dir, dilerse amellerini kabul eder, dilerse reddeder.
Haram yemek amelin Allâh’a yükselmesine mani olur, dini zayıflatır. Haram söz de dini ifsat eder.
Günah kirlerine bürünmüş olanlarla oturup kalkmak, baş ve gönül gözünü kör eder. Yüce Allah kendisinden çok korkanları, namus, dil ve ellerini koruyanları, affedici, cömert, gönlü geniş ve temiz olanları çok sever. Daima Allâh’ın huzurunda bulunduğunun şuurunda olan kimse, dünya ve ahiretin kıymetini bilir. Her türlü yalandan sakınınız. Zîra yalancılık yüzü kızartır, basîreti köreltir. Yabancı kadınlarla dostluk kurmayınız ve onlara bakmayınız. Onlarla konuşmanız gerektiği zaman yanınızda başka bir kimse bulunsun. Bu yolda kendinize göre dinde olmayan yeni şeyler îcat etmeyiniz. Bu sayılanların hepsi nefsî ve şehevî şeylerdir. Kim yolumuzda bulunmayan bir îcat çıkarırsa, o bizden değildir. Bu hususta Yüce Allah şöyle buyurur: “Peygamber size ne getirdiyse onu alın, neyi yasaklamışsa ondan vazgeçin” (Haşr, 7).
Size sâlih amel etmek düşer. Ötede-beride boş sözlerle zaman harcamayın. Bu yolun ehli olan zatların ahlâkı ile ahlâklanın. Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem şiddetli sıkıntılara maruz kaldı, ancak sabretti. Aç kaldı, öyle ki, karnına taş bağladı. Ayakları şişinceye kadar namaz kıldı. Bütün ashabı da bu yolda ona tabi oldu. Allah hepsinden râzı olsun.
Ebû Bekir Sıddîk radıyallâhu anh’ın bütün malını Allah yolunda sarf etti, yiyecek bir şey bulamadı ve midesi açlıktan kızarmış ciğer gibi kendisine kokmaya başladı. Hz. Ömer radıyallâhu anh’ın ameli ve gayreti çoktu. Başına ketenden yapılmış mütevâzı bir sarık sarardı ve kendini daima hesaba çekerdi. Hz. Osman radıyallâhu anh her gece Kur’ân-ı Kerîm’i hatmederdi. Hz. Ali radıyallâhu anh sahâbenin en zâhidlerinden ve mücâhidlerindendi. Birçok beldeyi İslâm’a açmıştı. İşte bunlar sahâbenin en seçkin olanlarıdır. Allah onlardan râzı olsun.
Allah Rasûlü’nün yakınları olan sahâbenin amelleri, gayretleri, zühdleri ve aç kalmaları işte bu şekildeydi. Siz de şerîat ve hakîkati kuvvetlendirin.
İnsanların size uymasını istiyorsanız, hiçbir hususta aşırılığa gitmeyin. Hakîkatin, hakîkat diye isimlendirilmesinin sebebi, insanların amel etmesini gerçekleştirmek içindir. Hakîkat, şerîat denizinden çıkmıştır.
Haram yediğiniz müddetçe, hikmet ve mârifet hakkında bir şeyler elde edeceğinizi zannetmeyin. Kalbin lisanı olduğu gibi, gözün de özünde bir gözü vardır. Fakat bunu insanlar anlayamazlar. Allâh’ı sevin ki, O da sizi sevsin, yer ve gök ehline de sevdirsin. O’na itaat edin ki, cinler, insanlar ve hava da size itaat etsin, sular emrinize verilsin.
Ey evlâtlarım! Biliniz ki: Yolumuz hakîkate erme, tasdîk, doğru sözlülük, çalışma, amel, maddî-manevî temizlik, gözleri haramdan sakınma, eli, edep yerini ve dili koruma yoludur. Her kim bunlara riâyet etmezse, istese de istemese de yolumuz onu reddeder.
Ey Kur’ân’ı ezberlemiş olan Kur’ân hâmili! Onunla amel etmiyorsan sırf ezberlemekle sevinme. Zîra Allah Celle Celâluhû: “Tevrat’ı ezberleyip içindekilerle amel etmeyenlerin durumu, kitapları yüklenmiş merkeplerin durumu gibidir” (Cuma, 62/5) buyurmaktadır. Sen, Kur’ân’da bulunan bütün hükümlerle amel etmedikçe merkep olmaktan kurtulamazsın ve onda bulunan bütün harfler aleyhinde şahitlik eder.
Ey evlâtlarım! Bu kadar aldanma, aldatma, oyun, eğlence, cehâlet, hevâ, iftira, cimrilik, sözünde durmama, yanılgı, unutma, gaflet, hatâ, günah, yalan, bıkkınlık nedendir? Nice nasîhatlar dinlersiniz, ibret alıp düzelmezsiniz. Sanki ölüler gibi olmuşsunuz.
Eğer Hakk Teâlâ hazretleri kalplerinizdeki kilidi açsaydı, Kur’ân’daki hayret uyandıran hususları, hikmetleri, manaları ve ilimleri anlar, onun dışındakilerden müstağnî olurdunuz. Çünkü mevcudatla ilgili bütün hususlar onda yazılmıştır. Yüce Allah şöyle buyurur: “Biz bu Kitap’ta hiç bir şeyi eksik bırakmadık.” (En’âm, 6/38) Allah her kime bu Kitap hakkında bir anlayış verirse her harfin manasını, sebebini, sıfatını da kendisine öğretir. Bu kimse bu harflerle ulvî ve süflî âlemlere ait bilgilerin yanında Arş, Kürsü, semâ, su, yıldızlar, hava ve yeryüzü ile ilgili ilimleri de öğrenir.
Şerîata ve Kitab’a tâbi olan kimse eğer emir ve yasaklara vâkıf ise anlayışı da hakîki olur. O bu hakîki anlayışı ile bütün müşkülleri çözer, bütün rumuzları halleder ve bütün kapalılıkları açar. Ama onun anlayışı sadece söz ezberlemek ve bazı zâtların makamını öğrenmekten ibaret ise, bu hakîki anlayış sayılmaz; aksine hakîki anlayışa ve hakîki ilimleri öğrenmeye perde olur. Bütün işi sadece laf üretmekten ibaret olan kimse, anlayan, amel eden ve irfan lisanı ile konuşan kimse gibi değildir. Müşahede makamına ulaşan birçok insan vardır ki, kendisinden o makamın anlatılması istendiğinde anlatamaz, o ancak yaşanır.
Bütün bunlardan kastım tüm evlâtlarımın laf üreten değil, tadan ve hakîkati yaşayan kimseler olmaları; ilimleri sadırlardan ve satırlardan değil, Rabbânî kaynaktan almalarıdır. Çünkü Allah dostları ancak tattıkları şeyleri söylerler. Onların kalpleri Allâh’ın lütfu ve ihsanı ile doludur. O kalplerden âb-ı hayat damlaları akar. İşte, Allah dostlarının ilimleri bütün ilimlerin kaynağı olan ilâhî kaynaktan gelir. Laf üretene gelince o sadece başkasından hikâye eder, Allah dostlarının yaşadığı zevkten bir nokta veya bir zerre istifâde edemez. Ona şöyle nida edilir: “Bu o kimsedir ki, bu aldanma dünyasında kabukla (kışırla) yetindi, hâlbuki biz öyle insanlar gördük ki, testere ile biçilseler bile ulaşamadıkları makamları aslâ anlatmazlardı.”
Ey evlâtlarım! Size birisi tasavvuf, mârifet ve muhabbetten sorarsa, Allah dostlarınınki gibi işleriniz düzgün olmadıkça ona dilinizle cevap vermeyiniz. Sizden biriniz dinî emirleri yerine getirip amelde de sâdık olduğu zaman, dili faydalı şeyler söylemeye başlar. İşte bu onun sadâkatinin bir semeresidir. Kim özünde ve sözünde dosdoğru ve ihlâslı olduğunu iddia edip de kendisinde edeb ve tevâzuun semeresi görülmezse yalancıdır, ameli riya ve gösteriştir. Onun bu kötü ameli, kendisi istese de istemese de ancak kibir, ucub, nifak ve kötü ahlâka sebep olur. Allah muhafaza buyursun.
Ey gönlümün yavrusu! Azim himmetini topla ki, bu yolu anlayabilesin. Bulunduğun her hal seninle Allah arasında perde teşkil eder. Bu perdeleri yırtmalısın. Bil ki: Allah Celle ve Celâluhû, O’nun Kitâb’ı ve Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem, sahâbe, tâbiûn ve onların yolunun dışındaki her şey boştur.
Ey gönlümün yavrusu! Kalıbından kalbine geç. Cedel, nakil, yaldızlı sözler gibi faydasız şeylerle meşguliyeti bırakarak sükût ehli ol, ihlâsı seç, bu yoldaki güzel işleri yap, manevî zevkleri tatmak istersen nefsinin isteklerine son ver. Böylece maneviyat ehli olursun. Öyle bir zevk ehli ol ve amel et ki, senin bu halin hatalarını mahvetsin. Bu yol tatlı, yüce, hoş, hayat verici, üstün ve müntesiplerine yardımı çok olan bir yoldur; buna mukabil bazen de acı, geçitleri zor, sancılı, kapanları, yırtıcı hayvanları, akrepleri ve yılanları fazla bir yoldur.
Ey evlatlarım! Birbirinizden ayrılmayın, bir ve beraber olun ki, Allah Teâlâ üstadınız hürmetine sizleri himayesine alsın. Sen hem Leylâ’yı ayıplıyor, kınıyor, onun yakınlarını sevmeyenlerle beraber oluyorsun, hem de onu sevdiğini iddia ediyorsun. Bu nasıl iştir? Şunu bil ki, Leylâ ancak kendisine ulaşmak için engelleri aşan, kendisini seven, yakınlarını reddetmeyen kimseleri sever. Leylâ kendisinden başkasını seven veya içinden azıcık muhabbet duyan kimseyi sevmez. O, kendisi aşkıyla yanan, tutuşan ve sadece kendisini düşünen kimseyi sever. Öyle ki, onu ondan koparmak ve aralarını açmak için bütün insanlar ve cinler bir araya gelseler bunu başaramazlar.
Evlâtlarım! İşte bunlardan ibret alın. Bu misaldeki Leylâ’yı Mevlâ kabul edin.
Ey evlâtlarım! Sizden birisi ganimetlerin dağıtıldığı, hazinelerin açıldığı, ilimlerin neşredildiği, işaretlerin çözüldüğü, Hay ve Kayyûm olan Allâh’ın tecellî ettiği seher vaktinde uyuduğu halde bu yolun müridi olduğunu nasıl iddia edebilir? Sizler bu yalan davadan utanmıyor musunuz? Gayretleriniz ölmüş ve enerjinizi boş şeylere harcıyorsunuz. Allah bütün evlâtlarıma felah yolunu göstersin. Âmin.
Zühd, kulun bütün işleri terk etmesi değildir. Zühd, kulun işini ve sanatını icra ederken kalbini onlardan uzak tutması, o işle kalbi arasına perde çekmesi, daima zikir ve tefekkür içerisinde olması,
Allâh’ın sanatındaki harikaları görmesi, cihâd etmesi ve rabıtalı bulunması demektir.
Ey gönlümün yavruları! Allâh’a yemin ederim ki, sizden kim sadâkat sahibi olur ve ihlâsa sarılırsa dokunduğu her şeyden hikmet fışkırır ve bu dünyada büyük manevi zevklere erer.
Evlâtlarım arasında sevdiklerim her an bir derece yükselenlerdir. Böyle evlâtlarımızı gördüğümüzde gözlerimiz nurlanır. İşte onlardan istifâde de edilir.
Ey oğulcuğum! Duânın kabul olmasını istersen insanların aleyhinde konuşmaktan dilini koru ve şüpheli şeylerden sakın.
Oğulcuğum! Eğer sözlerimden şüphe edersen, sana söylediklerimi yap, bunları nefsinde tecrübe et, sözümün doğru olduğunu göreceksin. Bu yolda sebat etmek isteyene o lütfedilir, kim de itaat ederse itaat edilir. Eğer sen Allâh’a itaat edersen su, ateş, hava, yer, insanlar ve cinler de sana itaat eder.
Ey oğulcuğum! Temiz, zarif ve mütevâzı elbise giy. Dervişlik ne güzel elbise giymekte, ne köşklerde oturmakta, ne de tekkelerde yaşamaktadır. Asıl dervişlik bütün kalbinle ihlâslı olman, azminde sadâkat göstermen ve îmânını kuvvetlendirmendir. Bütün amelin ihlâsla olursa faydalı ve kârlı bir iş yapmış olursun. Böylece kalbin nurlanır, kötülükler yok olur, kalp Allah korkusu ve sevgisi ile dolar. İnsan bu mertebeye çıkınca ne ince ne de kalın elbiseye ihtiyaç kalmaz. Çünkü bir insanın kalbinde ilâhî nur kuvvetlenince, sahibi ince elbiseyi bile taşıyamayacak hale gelir.
Ey oğlum! Yaşayışı kötü olan insanlardan uzaklaş, hayır ehli ile birlikte olmaya bak, seni zora sokan ve yoran insanlardan kurtulabilirsen kurtul. Çünkü onunla dostluk edersen pişman olursun. İşte bunlar sana nasihatimdir, tut.
Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Marifet Meclisleri, Erkam Yayınları