İbret ve Hikmet Tabloları
Tekâmül etmiş bir kalp için mikrodan makroya her şey, ilâhî azamet tecellîleri ve kudret akışlarının bir ibret ve hikmet sergisi durumundadır… Her insan bu sergiyi gezme, görme ve tefekkür etme hakkına sahiptir. Bizleri bu teffürden alıkoyan nedir?
Güneş ve Ay…
Onları kâfirler ve gâfiller de görüyor. Peki, biz nasıl bakmalıyız Güneş ve Ay’a? Cenâb-ı Hak bizlere Güneş ve Ay’ı misâl vererek üzerinde tefekkür etmemizi istiyor:
“Güneş’i ışıklı, Ay’ı da parlak kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona (Ay’a) birtakım menziller takdir eden O’dur. Allah bunları, ancak bir gerçeğe (ve hikmete) binâen yaratmıştır. O, bilen bir kavme âyetlerini açıklamaktadır.” (Yûnus, 5)
“Ne Güneş Ay’a yetişebilir ne de gece gündüzü geçebilir! Her biri (belli) bir yörüngede yüzerler.” (Yâsîn, 40) buyuruyor.
Güneş ve Ay’da herhangi bir ârıza oluyor mu? Güneş veya Ay, tamirhaneye çekiliyor mu hiç? Hiçbir ateist, Güneş’in on dakika erken veya geç doğup batma ihtimâli var mı, diye bir merak içerisinde kalıyor mu? Her şey ilâhî bir tanzimle, saniye şaşmadan yoluna devam ediyor.
BİR MİLİMİN DOĞRUCAĞI ETKİLER
Meselâ Güneş’le Dünya arasındaki mesafe biraz daha fazla olsaydı, her yer kutuplara dönerdi. Ya da mevcut olandan biraz daha yakın olsaydı, bu sefer de her şey yanar kavrulurdu.
TOĞRAĞI TEFEKKÜR
Toprağı bir tefekkür edelim…
Toprak, içine atılan cürufu temizliyor, sebzeyi ve meyveyi tertemiz olarak bize veriyor. Bunu nasıl yapıyor? İçerisinde nasıl bir fabrika var? O kara toprağın bağrında rengârenk çiçekler nasıl yetişiyor? O renkler, toprağın neresinde gizli?.. Çiçeklerin o enfes râhiyaları nerede hazırlanıyor?..
Yine toprakta yetişen bitki ve ağaçlar gündüz havadaki karbondioksiti oksijene çeviriyorlar, geceleyin de tam tersi bir durum söz konusu… Bu vazifelerini de hiç aksatmadan îfâ ediyorlar. Bunun takibi insana verilseydi, kim bilir bu zamana değin ne kadar aksatırdı…
Yediğimiz, içtiğimiz ne varsa hepsi topraktan çıkıyor. Bütün mahlûkâtın yemesi, içmesi toprak terkibinden. Fakat bir tavuğun yiyip içtiğini biz yiyip içsek ölürüz. Bir tavuk, akrebi yiyor, biz de tavuğu yiyoruz. Ama bir zarar görmüyoruz.
Yine yeryüzünün toprak tabakası, şimdikinden biraz daha kalın olsaydı, canlıların hayatı için elzem olan oksijen bulunmayacaktı. Zira kalın toprak tabakası, mevcut oksijeni emecek ve böylece hayat imkânsız hâle gelecekti.
DENİZLER
Kezâ, denizler, bugünkü hâllerinden bir miktar daha derin olsaydı, bu fazla sular da karbondioksit ve oksijeni çekeceğinden, yeryüzünde hayat olmayacak, bitki bile yetişmeyecekti.
YER - GÖK - HAVA
Yani yer ayrı, gök ayrı bir tefekkür vesîlesi…
Nitekim havaya baktığımız zaman, % 77 azot, % 21 oksijen ve % 1 nisbetinde karbondioksit ve argon gibi diğer gazların karışımından ibaret. Biri artıp diğeri eksilse bütün mahlûkat biter.
Havada % 21 nisbetinde bulunan oksijen, biraz daha fazla olsa, Dünya’daki her şey bir kıvılcım ile tutuşur.
Dünya’nın etrafındaki hava tabakası, biraz daha ince olsa, meteorlar her gün Dünya’nın kabuğunu delip geçer.
Demek ki kul, Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı ne varsa ona nazar ederken, Cenâb-ı Hakk’ın azamet-i ilâhiyyesini düşünüp “Aman yâ Rabbi! Sen her şeye kâdirsin!” demelidir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Genç Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Ağustos Sayı: 131
YORUMLAR