İdeal Bir Eğitimcinin Vasıfları
İyi bir fert ve toplum inşâ edebilmenin yolu; madde ve mânâ âhengi içinde, iyi bir eğitimden geçiyor. Peki, bu eğitimi verecek olan iyi bir eğitimci nasıl olunur? İdeal bir eğitimcide hangi vasıflar bulunmalıdır?
Cenâb-ı Hak en büyük insan terbiyecileri olarak peygamberleri göndermiştir. Dolayısıyla eğitim, yani terbiye hizmeti, bir peygamber mesleğidir.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yegâne muallimi Cenâb-ı Hak’tı. O, hiçbir beşerden ders almadı. Fakat bugünkü psikoloji olsun, pedagoji olsun, sosyal-antropoloji olsun; insana hitap eden, insan rûhunu tahlil eden ne kadar ilim varsa, onların hepsinde zirveyi teşkil etti.
Bir mütefekkir şöyle der:
“Yeryüzünde muallim olmak istersen gökyüzünün talebesi ol!..”
Yani ömür boyu Kur’ân ve Sünnet’in talebesi olarak hem yaşayacak hem yaşatacaksın. Ancak o zaman talebeliğin nice meyvelerini toplarsın, gerçek muallim olabilirsin.
EĞİTİMCİNİN KALİTESİ NE İLE ÖLÇÜLÜR?
Tamir ettiği eşya, bir tamircinin kartviziti durumundadır. Eğitimcinin kalitesi de yetiştirdiği talebeyle ölçülür.
Her sanatkârın mahâreti, ortaya koyduğu eserden anlaşılır. Bu sebeple, câhiliyye toplumundan sahâbe neslini yetiştiren Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de insanlığın görmüş olduğu en mükemmel eğitimcidir.
İnsan, nasıl ki muhabbet duyduğu kimsenin hâliyle hâllenirse, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in muhabbetinde seviye kazanan bir kimse de O’nun gönül ikliminden nasipdâr olur. Bu nasip sebebiyle, eğitimcilik vazifesinde daha başarılı olur.
- Bir eğitimci önce kendini inşâ edecek, sonra başkalarını yetiştirmenin gayreti içinde olacak. Zira kendisini inşâ edemeyen, başkasını inşâ edemez. Boş bardakla ikram olmaz.
Bir eğitimci sürekli bir tekâmül içinde olmalıdır. Aksi takdirde birçok kâbiliyet ve istîdat, eğitimcinin liyâkatsizliği yüzünden sönüp gidebilir. Koskoca bir çınar istîdâdındaki talebesini bir metre boyunda bir çalıya dönüştüren eğitimci, Allah katında mes’ûl olur.
Unutulmamalıdır ki;
“İsrâfın en kötüsü, insan isrâfıdır.”
“Kazandığımız her insanın ecri, kaybettiğimiz her insanın da ağır vebâli var.”
- Eğitimci olmak için his ve duyguların güçlü olması lâzımdır. Çünkü talebeyle irtibat kurarken, onların duygularını anlamalı, değerlendirmeli ve ona göre muâmele etmelidir. Nitekim bir doktor da tedaviden önce teşhise, yani ağrı ve sızının sebebini kavramaya çalışır. Unutmamak gerekir ki, ancak problemi çözülen insan kazanılabilir.
Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak:
تَعْرِفُهُمْ بِس۪يمَاهُمْ
“…Sen onları sîmâlarından tanırsın…” (el-Bakara, 273) buyuruyor. Muhatabının dertlerini anlamak, onun gönlüne ulaşacak bir damar bulmak gerekir. Muhâtabının sıkıntılarını, dertlerini anlamadan, sürekli ona bir şeyler öğretmeye çalışmak, müsbet bir netice vermez.
- İnsanların istîdatları birbirinden farklı olduğu gibi, zaafları da muhteliftir. Bu sebeple eğitimcinin âdeta bir gönül doktoru titizliğiyle insana yaklaşması gerekir. Birine faydalı olan bir metot veya tavsiye, bir başkasına zarar verebilir. Bu yüzden eğitiminden mes’ûl olduğumuz insanların karakterlerini çok iyi tanımamız lâzımdır.
Dâru’l-Erkam’dan ve Suffe’den örnek alacağız. Meselâ Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, merhamet dolu bir gönle mâlik Hazret-i Ebû Bekir’i farklı bir kıvamda, diğer taraftan celâdet sahibi bir yapıya sahip olan Hazret-i Ömer’i farklı bir sûrette, Muaz bin Cebel’i, Enes bin Mâlik’i ve Habeşli Vahşî’yi ayrı ayrı eğitimlerle terbiye etmiştir. Lâkin bu farklı eğitimler neticesinde hepsi de yıldız şahsiyetler hâline gelmiştir.
Toplumda her mesleğe ihtiyaç vardır. Matematiğe meyli olan, matematiğe; şiire meyli olan da şiire yönlendirilmelidir. Mühim olan, kâbiliyetlere doğru yön verebilmektir.
- Eğitimciler talebelerinin en kıymetli uzuvlarında, yani kalp ve dimağlarında tasarrufta bulunarak, bir dünya görüşü inşâ ederler. Bu itibarla eğitimciler için “istikbâl mîmârı” demek mümkündür.
Bu sebeple eğitimci, hayatının her safhasında, bilhassa da sınıfta İslâm şahsiyetine yakışır tarzda hareket etmelidir. Yaptığı her hareketin ve söylediği her sözün, talebenin şahsiyet yapısına konulmuş bir tuğla mesâbesinde olduğunu unutmamalıdır.
Eğitimci, yanlışlarının da muhâtapları tarafından kopyalanabileceğini düşünmelidir. Bunun mes’ûliyetini gönlünde derinden hissetmelidir.
- Eğitimci, kendisine teslim edilen her insana, Cenâb-ı Hakk’ın emaneti şuuruyla bakmalıdır.
Çoban, sürüsünden mes’ûldür. Ayağı kırılan bir kuzuyu kucağında taşımak mecbûriyetindedir. Bunun gibi talebeler de, eğitimciye zimmetlidir.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; “Hepiniz çobansınız, çoban da sürüsünden mes’ûldür…” buyuruyor. (Buhârî, Vesâyâ, 9)
Bugünkü çobanlık ise, koyun gibi uysal karakterlerin değil, keçi gibi inatçı ve zorlu karakterlerin çobanlığıdır.
Peygamberlere de istikbâle hazırlık olarak çobanlık yaptırılmıştır. Zira:
–Çoban, güttüğü sürünün hâlet-i rûhiyesinden anlar.
–Çoban, sürüsünü otlak yerde yayar, orada dinlendirir, orada gıdalandırır. Kurak yere sürmez.
–Çoban, sürüsünü kurtlardan korur.
–Çoban, hasta olan bir kuzuyu dahî kurtlara bırakmaz, kucağına alır, sürüye dâhil eder.
–Çoban, bâzen önden bâzen arkadan gelerek dâimâ mes’ûl olduğu sürüyü kontrol eder.
- Eğitim, oturma işi değildir. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, insanlara İslâm’ı tebliğ etmek için çırpındı. “Gelsinler anlatayım.” demedi. Taşlanmayı göze aldı Tâif’e gitti. Dönüşte bir köleyi buldu, ona hemen tebliğde bulundu. Hiçbir fırsatı değerlendirmeden geçmedi.
Mü’min de, her an bir hizmet fırsatı aramalıdır. Şayet ararsa Allah önüne çıkarır. Fakat hizmet arayışını şuur hâline getirmeyenin önüne sayısız hizmet fırsatı çıksa bile, onlardan gâfil kalır.
- Eğitimde muvaffakıyetin en esaslı anahtarı, sabır, sebat ve fedakârlıktır.
Hiçbir dere ya da hiçbir akarsu dağa tırmanamaz. Dağı aşmak için ancak onun kenarından dolaşmalıdır. Böyle olduğu takdirde katedilen mesafe uzun, lâkin istenilen arzu ve maksat hâsıl olmuş olur. İnsan yetiştirmek de aynen böyle bir sabır, sebat, gayret işidir.
Mekke devrinin sabrı, Medîne devrinin inkişâfıyla neticelendi. 6 senede 40 müslüman, 23 senede 150 bin müslüman oldu.
- Âcizliğin, tembelliğin, yorgunluğun, şikâyet ve tahammülsüzlüğün olduğu yerde eğitim biter. Eğitimin sermayesi, muhabbettir, aşktır, gayrettir.
Eğitim, zorluklar karşısında şikâyeti unutma sanatıdır. Sahâbî Çin’e, Semerkand’a giderken yorulmadı, üşenmedi, aslâ yılmadı.
- Sevilen bir eğitimci olabilmek, büyük bir sanattır.
Unutmamalıyız ki, eğitimde;
- Sevdiğimiz kadar tesirimiz olur.
- Sevdiğin kadar sevilirsin.
Eğitimde sermaye muhabbettir. Muhabbet her problemi çözer. Problemini çözdüğümüz insan bizimdir.
Bir eğitimciye duyulan muhabbet, onun öğrettiklerine olan alâkayı da artırır. Eğitimcinin, talebelerine muhabbet ve merhametle yaklaşması, telkin ettiği mesajları aklî bir mecrâdan ziyâde, kalbî bir yoldan aktarmasını sağlar. Bu ise daha tesirli bir eğitim yoludur.
- Eğitimci, talebesine mesâi dışında da zaman ayırmalıdır. İşyerine giriş-çıkışta kart basan bir işçi veya yoklama defterine imza atan bir memur gibi olmamalıdır.
- Eğitimci; güler yüzüyle, tatlı diliyle, huzur tevzî etmeli, öğretmeye ve eğitmeye önce sevdirerek başlamalıdır. Unutmamak gerekir ki her insan ihsâna/güzelliğe mağluptur; tatlı dile, güler yüze meftundur.
Sertliğin aşırısı kin doğurur. Hoşgörünün fazlası da otoriteyi zayıflatır. Başarı, bu ikisi arasında dengeyi sağlayabilmekle mümkündür.
BU DÖRDÜ OLMADAN OLMAZ
Mehmed Âkif Ersoy şöyle der:
“Muallimim” diyen olmak gerektir îmanlı;
Edepli, sonra liyâkatli, sonra vicdanlı.
Bu dördü olmadan olmaz: Vazife çünkü büyük…
- şart; “îmânlı”, yani îman ve ibadet hayatıyla örnek olarak rûhundan rahmet taşıran bir mü’min olacak.
- şart; “edepli”, yani muâmelât ve muâşerette örnek olacak.
- şart; “liyâkatli” olacak. Kendini iyi yetiştirecek.
- şart; “vicdanlı” olacak. Mes’ûliyet şuuru içinde olacak. Kendisini talebesinden mes’ûl görecek.
ÜÇ ÖNEMLİ NOKTA
Eğitimde şu üç not çok mühimdir:
- Bizim talebeye vereceğimiz not.
- Talebenin bizlere vereceği not. (Muhabbet)
- Cenâb-ı Hakk’ın kıyâmet günü bizlere vereceği not.
Unutmayalım ki hepimiz; ömrümüz boyunca, bildiğimizin âlimi, bilmediğimizin talebesi durumundayız. Hepimiz bu hayat dershanesinden son nefesle ilâhî huzûra çıkacak olan birer talebeyiz.
Nasıl ki talebelerin dönem sonunda eğitimcilerinden beklentisi, güzel bir karneye sahip olmaktır; Rabbimiz’in biz kullarından arzu ettiği de, sâlih amellerle dolu bir ömür karnesidir.
Rabbimiz, huzûruna güzel bir amel defteriyle çıkabilmeyi cümlemize lûtf u keremiyle ihsan buyursun!..
YORUMLAR