İhlâs ve Takvânın Bereketi
Mü’minin hayatına mânâ ve kıymet katan en mühim vasıflar, ihlâs ve takvâdır. Çünkü ihlâs ve takvâ ile Cenâb-ı Hakk’a kulluğu zirveleştirmek, hayatın ana gâyesi ve kulun varlık hikmetidir.
Takvâ, nefsânî arzuları köreltmek, rûhânî istîdatları inkişâf ettirmektir. Yani mü’minin sadece Allâh’ın rızâsını araması ve bu sâyede Cenâb-ı Hak ile dostluğun teminidir.
Mü’minin en mühim rehberi, takvâdır. Bu hususta Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“…Takvâ sahibi olun, Allah size (bilmediğinizi) öğretir!..” (el-Bakara, 282)
Demek ki, takvâ en güzel muallim, en doğru kılavuzdur. Hak da, bâtıl da; hayır da, şer de takvâ ile netleşir. Böylece takvâ ile Cenâb-ı Hakk’a dostluk ve vuslatta mesâfe alınır. Bu dostluk ve yakınlığın neticesinde, Cenâb-ı Hak, kulunun gören gözü, işiten kulağı, akleden kalbi hâline gelir.
İMANIN LEZZETİNE KAVUŞANLAR
Bu kıvâma ulaşanlar, cihânın bir imtihan dershânesi olduğunun idrâki içinde bir ömür sürerler. Kalpleri, ilâhî azamet ve kudret akışlarına âşinâ olur. Mallarını ve canlarını Hak rızâsına vâsıta hâline getirirler. Îmânın lezzetine kavuşurlar, merhametleri enginleşir. Hakk’a ve O’nun yarattıklarına hizmet, hayat tarzı ve büyük bir lezzet hâline gelir.
Bu hâli yaşayan, târihimizdeki büyük zâtlardan birisi de Yavuz Sultan Selim Han’dır. Osmanlı padişahlarının dokuzuncusu olan bu büyük zât, sekiz yıllık kısa iktidârı döneminde, 620 senelik Osmanlı Devleti tarihine ve aynı zamanda 1400 küsur yıllık İslâm tarihine en büyük fazîlet imzâsı atanlardan biridir. Onun hakkâniyete meftunluğu, zaman zaman görülen celâdet ve sertliği, sanki Hattâb’ın oğlu Ömer -radıyallâhu anh-’ı hatırlatır.
Bu büyük mücâhid, İslâm birliğini temin etmek için doğu üzerine birçok sefer yapmış, bu seferler neticesinde Diyarbakır, Şam, Filistin, Sûriye havâlisi ve Mısır’ı fethetmiş, Haremeyn-i Şerîfeyn’i de hudutları içine alarak “Osmanlı tarihinin ilk halîfesi” ünvânına nâil olmuştur. Kendisine hutbede “Haremeyn-i Şerîfeyn’in Hâkimi” olarak hitâb eden imâma îtiraz ederek:
“–Hayır, hayır!.. Bilâkis Haremeyn-i Şerîfeyn’in hâdimi/hizmetkârı deyiniz…” diye düzeltmiş ve böylece yüklendiği vazîfenin şerefini nasıl bir rûhî kemâl ile taşıdığını ifâde etmiştir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Bir Nasihat, Binbir İbret, Erkam Yayınları