İhlâslı Kulları Şeytan Azdıramaz!
Cenâb-ı Hak hizmetlerimize, ancak ihlâsımız nisbetinde bereket ihsân eder…
Amelleri sırf rızâ-yı ilâhiyyeyi kastederek îfâ etmek ve onlar üzerine başka gâyelerin gölgesini düşürmemek, dînî ıstılahta “ihlâs” kelimesiyle ifâde olunur. Cenâb-ı Hakk’ın rızâsından gayrı bütün emelleri kalbden temizlemek, müslümanın memur bulunduğu büyük bir fazîlettir.
Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanmak için emredilmiş bulunan amellere bir ortağın karıştırılması, ihlâssızlık veya riyâkârlıktır ki, ind-i ilâhîde o ameller, fâillerine faydasız bir yorgunluktan başka bir şey bırakmaz. Bu da Allâh katında amelleri makbul kılan aslî şartlardan en ehemmiyetlisinin “ihlâs” olduğunu gösterir.
İhlâs, Cenâb-ı Hakk’a yakınlaşma arzusuyla her türlü dünya menfaatlerinden kalbi koruyabilmektir.
İhlas, kulları en büyük hayır olan ilâhî rızâya nâil eyler.
Kulların amellerinden Allâh Teâlâ’nın asıl murâdı, onların ancak kendi rızasına uygun olarak ihlâsla îfâ edilmesidir. Âyet-i kerîmelerde buyurulur:
“(Ey Rasûlüm!) Şüphesiz ki Kitâb’ı sana hak olarak indirdik. O hâlde sen de dîni sadece Allâh’a has kılarak (ihlâs ile) kulluk et!..” (ez-Zümer, 2)
“De ki: Ben, dîni Allâh’a has kılarak (ihlâslı bir şekilde) O’na kulluk etmekle emrolundum.” (ez-Zümer, 11)
Huzûr-i ilâhîden kovulan İblis, âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere:
“Dedi ki: Ey Rabbim! Andolsun ki, beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım. Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesnâ!..” (el-Hicr, 39-40)
Tasavvuf, her şeyi Allâh’a adamak, nîmet ve izzeti O’ndan bilmek ve benlikten kurtulmaktır. İnsan, hangi hâl ve makamda olursa olsun kendisinde bir varlık ve üstünlük vehmetmemelidir. Nitekim Cenâb-ı Hak, Bedir zaferi münâsebetiyle Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e şöyle buyurmuştur:
“(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allâh öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allâh attı...” (el-Enfâl, 17)12
O hâlde insan, acziyetini ve kulluğunu dâimâ hissetmeli, her türlü nîmet, muzafferiyet ve muvaffakıyyetin Allâh Teâlâ’dan gelen bir lutuf olduğunu bilmelidir. Aksi hâlde amellerinin ecri azalır veya tamamen kaybolur.
CEHENNEME ATILAN ŞEHİT, ÂLİM VE CÖMERT!
Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-, ibâdetlerinde ihlâsı kaybedip, benlik ve hevâlarını öne çıkartan kimselerin âkıbeti hakkında Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğunu haber vermektedir:
“Kıyamet günü hesâbı ilk görülecek kişi, şehid düşmüş bir kimse olup huzura getirilir. Allâh Teâlâ, ona verdiği nîmetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu îtiraf eder. Cenâb-ı Hak:
«– Peki bunlara karşı ne yaptın?» buyurur.
O kimse:
«– Şehid düşünceye kadar Sen’in uğrunda cihâd ettim.» diye cevap verir.
Cenâb-ı Hak:
«– Yalan söylüyorsun. Sen, ne kahraman adam desinler diye savaştın, o da denildi.» buyurur. Sonra emrolunur da o kişi yüzüstü cehenneme atılır.
Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur’ân okumuş bir kişi huzûra getirilir. Allâh Teâlâ ona da verdiği nîmetleri hatırlatır. O da hatırlar ve îtirâf eder. Ona da:
«– Peki bu nîmetlere karşılık ne yaptın?» diye sorar.
O ise:
«– İlim öğrendim, öğrettim ve Sen’in rızân için Kur’ân okudum.» cevâbını verir.
Cenâb-ı Hak:
«– Yalan söylüyorsun. Sen, âlim desinler diye ilim öğrendin, ne güzel okuyor desinler diye Kur’ân okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi.» buyurur. Sonra emrolunur, o da yüzüstü cehenneme atılır.
(Daha sonra) Allâh’ın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği bir kişi getirilir. Allâh Teâlâ verdiği nîmetleri ona da hatırlatır. O da verilen nîmetleri hatırlar ve îtirâf eder.
Cenâb-ı Hak:
«– Peki ya sen bu nîmetlere karşılık ne yaptın?» buyurur.
O şahıs:
«– Verilmesini sevdiğin, râzı olduğun hiçbir yerden esirgemedim, sadece senin rızânı kazanmak için verdim, harcadım.» der.
Hak Teâlâ:
«– Yalan söylüyorsun. Hâlbuki sen, bütün yaptıklarını ne cömert adam desinler diye yaptın. Bu da senin için zâten söylendi.» buyurur. Emrolunur, bu da yüzüstü cehenneme atılır.” (Müslim, İmâre, 152)
İBÂDETLER ANCAK İHLAS İLE ULVÎLEŞİR
Hazret-i Mevlânâ, ihlâstan mahrum bir şekilde ibâdet eden kimselere şöyle seslenir:
“Ey gâfil! Keşke secde ettiğin zaman yüzünü samîmiyetle Hakk’a çevirebilseydin de «Yücelerin yücesi olan Rabbim, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir.» demenin mânâsını lâyıkıyla bilebilseydin, yâni sırf şekil secdesi değil de gönül secdesi yapabilseydin!..”
İhlâssız ibâdetler, fânî ortaklar ve mânevî kirlerle doludur. O hâlde ibâdetleri saflaştırıp ulvîleştirecek olan sır, ihlâstır. İhlâssız yapılan amel, kula hiçbir fayda sağlamaz. Nitekim, dînin îmandan sonra en mühim emri olan namaz ibâdetini bile ihlâs şartına riâyet etmeden îfâ edenler, şu âyet-i kerîmenin dehşetli itâbına mâruz kalmışlardır:
“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, namazlarını ciddiye almazlar ve gösteriş yaparlar...” (el-Mâûn, 4-6)
Cüneyd-i Bağdâdî -kuddise sirruh- şöyle buyurmaktadır:
“İhlâs, ameli mânevî bulanıklıktan tasfiye etmektir.”
Bir başka Allâh dostu ise:
“İhlâsta iddialı olmak, bir nevî ihlâssızlıktır.” der. Zîrâ ihlâs ve takvâda en büyük tehlike, müminin kendisini takvâ sâhibi görmesidir.
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyururlar:
“Dîninde ihlâslı ol! Böyle yaparsan, az amel bile sana kâfî gelir.” (Hâkim, Müstedrek, IV, 341)
“Allâh Teâlâ sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz! Fakat sizin (ihlâs ve takvâ bakımından) kalblerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 34)
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, İmandan İhsana Tasavvuf, Erkam Yayınları.