İhmale Gelmez Fazilet

İLİM

Hizmet insanı, son nefese kadar hizmet düşünen adamdır. Böyle bir hizmet insanını istirahata almak, artık ölüme terk etmek gibidir. Belki hizmetin çeşidi ve şekli değiştirilmeli, ama onu hizmet halkasından, “artık işe yaramaz” düşüncesiyle dışlamamalıdır.

Hizmet insanına vefâ, Rabbin de rahmetini celbeder. Aksi halde kırılan gönüller, rahmet suyunun kesilmesine bile sebebiyet verebilir. Hassas bir alandır; mayınlı tarlada yürür gibi dikkat ister.

BU NE BÜYÜK FEDAKARLIK

“Cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman, şehzâdelerin sünnet düğünü münasebetiyle devlet ricaline bir ziyafet veriyordu. Ziyafetin ortalarına doğru arz odası yakınında bir patırtı koptu. Gürül gürül bir ses haykırıyordu:

“Beni hünkârımdan koparamassınız! Biz serhat beyiyiz. Bey önlerinde kılıç sallarken itibarlıydık. Kılıç yerine baston tutunca gözden mi düştük?”

Vezirler korkuyla bakışırken padişah sesin sahibini düşünüyordu. Sesi tanır gibi olmuştu. Viyana kapıları geldi gözünün önüne. “Yâ Allah bismillah” deyip haykırarak kılıç sallayan serhad yiğidi Osman beyi hatıladı:

“Tez huzura alın” diye emretti. “Serhat kulu bekletilmez; biz babadan böyle gördük.”

Bağıran adamı içeri aldılar. Yaşlı bir yeniçeri çorbacısıydı. Bir elinde çıkın, bir elinde baston vardı. Bastona dayandığı halde topallıyor, zahmetle yürüyordu. Sultan Süleyman, görür görmez adamı tanıdı. Vatan için bin kere ölmeyi göze alan fedakârlardandı. Ayağa fırladı:

“Osman’ım, serhat beyim, baba yadigârım! Hoş geldin...”

Adam, yumruk olup genzini tıkayan hıçkırığı saldı: “Çok şükür unutulmadık!” diye mırıldandı. Padişah gözüne inanamıyordu. Viyana kapılarını tek başına zorlayan, doksan kara okkalık serhad yiğidi Pehlivan Osman’a ne olmuştu böyle?... Nasıl bu derece zayıflamış, ihtiyarlamış, tanınmayacak hale gelmişti?

“Hele otur dinlen” dedi, “Anlat ki, neler oldu?”

Osman bey oturmadı. Bastonuna dayanarak konuşmaya başladı:

“Viyana önlerinde yaralandık, bastonsuz yürüyemez olduk. Anlayacağınız bizden serhad kulluğu geçmiş ola…” Bir çıkın açtı, içinden işlemeli bir altın kâse çıkardı, Padişaha uzattı:

“Bu kâse, sizin Şahin beye armağanınızmış. Şehid oluken bana verdi. En kıymetli malım budur. Şehzâdelerimiz efendilerimizin sünnet düğünlerine armağan olarak getirdim. Gerçi sunulan hediyeler karşısında bunun bir ehemmiyeti yok; amma benim de verebileceğim başka bir şeyim yok. Kabul buyurunuz hünkârım…”

Sultan Süleyman kâseyi aldı, evirdi çevirdi. Bunu Şahin beye verdiğini hatırlıyordu. Osman’a döndü:

“Aldığım hediyelerin en değerlisi budur Osman’ım… Hepsine bedeldir. Çünkü bir serhad yiğidinin yegâne kıymetli malıdır.” Geri uzattı:

“Aldım kabul ettim; fakat bunu tekrar sana hediye ediyorum. Padişah hediyesini geri çevirmek âdet değildir. Şimdi artık sofraya otur. Hep birlikte taam edelim.”

Zorla sofrasına oturttu. Birlikte yemek yediler. Osman bey müsaade isteyince kucakladı:

“Bak a Osman bey” dedi, “Sakatlığı bahaneyle ceng u cidâlden uzak durma. Çabuk iyileş. Serhad boyları bizi bekler. Yine birlikte kılıç sallayacağız.”

Bu söz, Osman beyi diriltti, canlandırdı; Padişah huzurunda olduğunu da unuttu. Bastonunu kılıç gibi havaya kaldırarak gürledi:

“Birlikte kılıç sallayacağız!”

İhtiyar vezir Pir-i Mehmed Paşa, gördüğü tablo karşısında gözyaşlarını tutamamış, başını ellerinin arasına alarak, “Bu ne büyük fedakârlık Allâh’ım!” diye diye ağlamaya başlamıştı. O zamanlar kimse kimsenin fedakârlığı üzerine saltanat inşâ etmezdi!”[1]

[1] Yavuz Bahadıroğlu, Kayıtdışı Tarihimiz, s. 58-60.

Kaynak: Dr. Adem Ergül, 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları