Iı. Murad İle Hacı Bayram-ı Veli'nin Önemli Görüşmesi

Osmanlı pâ­di­şahlarının birinciden sonuncuya kadar hemen hepsi, âlim, şâir, sanatkâr ve mutasavvıf idiler. Hemen her pâ­di­şah, devrin en mûteber meşâyıhından birine intisâb eder ve onun irşâdıyla yürürdü. Zâhirdeki ihtişam ve muzafferiyetlerin arkasında böyle bir mânevî dün­ya ve destek, dâimâ mevcut olagelmiştir. İşte bunlardan biri olan Sultan 2. Murad Han'ın Hacı Bayrâm-ı Velî Hazretleri ile görüşmesi...

Sultan 2. Murad Han da, devletinin kazandığı ihtişâma rağmen son derece mahviyetkâr bir şahsiyetti. Zâhir iklîminde olduğu kadar mânevî âlemde de sultandı. Onun Hacı Bayrâm-ı Velî ile şu görüşmesi ve koca bir devletin reisliğinden ferâgat-i nefs göstererek ayrılabilmesi de, bu mânevî sultanlığın bir tezâhürüdür.

II. Murad Han ve Hacı Bayrâm-ı Velî görüşürlerken içeriye bir beşik getirdiler. Hacı Bayrâm-ı Velî, beşiğe baktı ve herkesin işiteceği bir sesle Fetih Sûresi’ni okumaya başladı.

HACI BAYRAMI VELİ'NİN HİÇ KİMSEYE OKUMADIĞI ŞİİR

Herkes hayretler içinde kaldı. Henüz beşikte kimin bulunduğuna bakılmadan Fetih Sûresi’nin okunmasına bir mânâ veremediler. Sûreyi bitirdikten sonra Sultan Murad Hân’a dönen Hacı Bayrâm-ı Velî:

“–Siz bir zât-ı kâmilsiniz. Şehzâdeniz için okuduğunuz o güzel mısrâı tekrar okur musunuz?” dedi.

Zaten hayretler içinde bulunan 2. Murad, ikinci bir hayretle Hazret-i Pîr’e baktı. Bu şiiri kimseye okumadığı hâlde Hacı Bayrâm-ı Velî’nin ona işâret etmesindeki mânâyı kavramaya çalışarak oğlunun doğumunda gönlünden kopan o meş­hur mısraı okudu: “Ravza-i Murad’da bir gül-i Muhammedî açtı!..”

Bu mısraı terennümden sonra susan Sultan, ne kadar büyük bir velî ile sohbet ettiğini ve onun âlî derecesini düşünerek gönlünden Cenâb-ı Hakk’a şükreyledi. Susmuştu, çünkü karşısındaki Allah dostunun serpeceği mâneviyat incilerini toplamanın fazîlet ve kazancının idrâki içindeydi. Nitekim onun sükûtuyla Hacı Bayrâm Hazretleri, mütebessim bir çehre ile başını mânidar bir şekilde salladı ve gözlerini bir noktaya dikerek konuşmaya başladı:

İSTANBUL'UN FETHİNE GİDEN YOLCULUK

“–Sul­tâ­nım! Bâyezîd Han ve sizin İstanbul’u muhâsaranız zamanında elden gelen her şey yapılmıştır. Buna rağmen fethin nasîb olmayışı, onun vaktinin henüz gelmemiş bulunmasındandır. Çünkü her şey, Allâh’ın takdîriyle belli bir zamana rehnolunmuştur...” dedi.

Sultan 2. Murad Han, konuşmanın burasında gayr-i ihtiyârî olarak:

“–Acabâ takdîr-i ilâhî, feth-i mübîn husûsunda kime yâr olacak? Acabâ bu şeref bana nasîb olur mu?!.” diye sordu.

Hacı Bayrâm-ı Velî konuşmasına şöyle devam etti:

“–Sul­tâ­nım! İstanbul’u fethetmek size nasîb olmayacak. Evet, o mübârek belde elbette fetholunacaktır, fakat bunu ben dahî göremeyeceğim. O belde-i tayyibenin fethi, sizin şu beşikteki gül-i Muhammedîniz ile bizim köse Akşemseddîn’e nasîb olacaktır.” dedi.

Huzurda bulunan herkesin gözlerinden inci tanesi gibi yaşlar dökülmeye başlamış, gönüller, büyük bir mânevî heyecan ve vecd ile dolup taşmıştı. Hacı Bayrâm-ı Velî, sualler kendisine daha tevcîh edilmeden onları cevaplandırmış ve bu mânevî ziyâfet başta Sultan olmak üzere herkesi mesrûr eylemişti. Hacı Bayrâm-ı Velî, son olarak Sul­tân’a:

“–Sul­tâ­n’ım! Mehmed’imizi hocasına, yani Akşemseddîn’e bırakmak gerek! Zira biz dahî onun liyâkatini bilenlerdeniz!..” diyerek sözlerini bitirdi.

Geleceğin büyük fâtihini yetiştirecek olan Akşemseddîn, büyük bir edeple başını önüne indirdi. Tevâzû ve mahviyet deryâsında kaybolup gitti.

II. MURAD'IN OĞLU FATİH'E VASİYETİ

Bundan sonra 2. Murad Han, hep oğlu Mehmed’in yolunu gözlemeye başladı. Şehzâde on iki yaşına gelince, saltanatı ona bıraktı. Zira İstanbul’un fethini görme arzusu iyice şiddetlenmiş, bu yolda batıdan gelecek tehlikeleri ise, yaptığı anlaşmalarla bertaraf etmişti.

Sultan 2. Murad Han, saltanattan ferâgat ile Manisa’ya çekilirken de bu işi sırf Allah rızâsı istikâmetinde yaptığını beyan sadedinde şu beyti terennüm ediyordu:

Varalım bir iki gün zikredelim Mevlâ’yı,

Bize ısmarladılar mı bu yalan dünyâyı...

Bütün bunlar da gösteriyor ki, 2. Murad’ın tahttan ferâgatinin en büyük âmili, Hacı Bayrâm-ı Velî’nin müjdelediği ve oğluna nasîb olacak olan feth-i mübîni görmekti. Nitekim Osman Gâzi’den beri devam edegelen «İstanbul’u aç, gülzâr yap!» na­si­hati üzere 2. Murad Hân’ın oğlu Mehmed’e:

“–Oğlum, İstanbul’u fetheyleyesin!..” diye va­si­yet etmesi de, ondaki bu arzu ve talebin şiddet derecesini göstermeye kâfîdir.

Kaynak: Osmanlı, Osman Nuri Topbaş, Erkam Yayınları, 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.