Iı. Murad'ın Tahtı Bırakmasındaki Sır!

Sultan 2. Murad Hân’ın tahtı oğluna bırakması, ta­rihin en mühim hâdiselerindendir. Bu ferâgatin en büyük hikmeti, Sul­tân’ın derviş meşrep bir tabîate sahip bulunması yanında, İstanbul’un fethini sağlığında gör­me­yi murâd etmesi idi

II. Murad Han, oğlu Fâtih’in doğumu yaklaşınca sabaha kadar uyumamış, gece boyunca Kur’ân-ı Kerîm okumuş ve doğacak çocuğun müjdesini beklemişti. Tam Sûre-i Feth’i okuyordu ki, beklediği müjde geldi:

“–Sul­tâ­nım! Müjdeler olsun, bir oğlunuz oldu.” dediler.

Sultan Murad Han, gayr-i ihtiyârî bir şekilde:

“–Elhamdülillâh, ravza-i Murad’da bir gül-i Muhammedî açtı.” dedi.

Adını Mehmed koydu ve:

“–Bu şehzâde Mehmed’in kudûmü şânına, âleme gülâb-ı meserret saçılsın!” diye fermân eyledi.

Doğumuyla kendisini son derece sürûra gark eden bu şehzâdesini mükemmel bir eğitime tâbî tutarak onun, her bakımdan müstesnâ bir şekilde yetişmesini sağladı. Öyle ki 2. Mehmed, on iki yaşında iken bile tahta oturtulabilecek bir seviyeye gelmişti. Nitekim oğlundaki bu seviye ve istîdâdı gören Sultan 2. Murad Han, büyük bir sır ve ferâgatle tahtı ona bırakıp kendisi Manisa’da uzlete çekildi.

Sultan 2. Murad Hân’ın tahtı oğluna bırakması, ta­rihin en mühim hâdiselerindendir. Bu ferâgatin en büyük hikmeti, Sul­tân’ın derviş meşrep bir tabîate sahip bulunması yanında, İstanbul’un fethini sağlığında gör­me­yi murâd etmesi idi. Zira Sultan 2. Murad Han da, İstanbul’u alıp gül­zâr yapmak iştiyâkı ile yanan bir pâdişahtı ve bu hususta, yani fethin tahakkuku için büyük bir gayret sarf ediyordu. Tâ ki Hacı Bayrâm-ı Velî Hazretleri ile görüşene kadar bu istikâmetteki gayret ve hamlesi devam etti. Ancak o büyük Allah dostunun İstanbul’un fethi ile alâkalı işâretlerini alıp feth-i mübîn’in, evlâdı Mehmed tarafından gerçekleştirileceğini öğrenince, bu mâlûmâtı cân u gönülden tasdîk ile bu yoldaki siyâsetini yeniden düzenledi. Ancak fethi hayatta iken görmek iştiyâkının ağır basması üzerine tahtı o sırada henüz on iki yaşında bulunan oğlu Mehmed’e bıraktı.

Kaynak: Osmanlı, Osman Nuri Topbaş, Erkam Yayınları, 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.