İki Aşığın Hikmetli Hikayesi
Rabbe vâsıl olmak isteyen bir kul, kendisine ayak bağı olan nefsânî takıntıları aşmak ve gönlünü Allah’tan uzaklaştıracak her şeyden arındırmak zorundadır.
Hak dostu Mevlânâ Hazretleri, Mesnevî’sinde hikmetli bir hikâye nakleder:
Leylâ’nın aşkından çöllere düşmüş olan Mecnun, bir gün Leylâ’nın yolculuğa çıktığı haberini alır. Bunun üzerine devesine biner, Leylâ’nın gideceği köye doğru sür’atle yol almaya çalışır. Yeni doğmuş bir yavruya sahip olan devesinin gözü ise, arkada kalan yavrusundadır. Mecnun, devenin üzerinde uyumaya başladığı zaman deve, hemen yavrusunun istikâmetine döner. Mecnun, farkına varınca, telâş içinde deveyi yine Leylâ’nın köyüne çevirir. Bu hâl, defalarca tekrar eder.
Çünkü Mecnun, Leylâ’ya kavuşma sevdâsında, deve ise yavrusunun yanına koşma arzusundadır.
Günün sonunda Mecnun, nereye geldiğini merak ederek etrafına bakar. İleri-geri bu hareketlerle, daha sabahleyin yola çıktığı yerde olduğunu, bir fersah bile yol alamadığını görür. O zaman Mecnun, deveye seslenir:
“–A deve! Sen yavruna âşıksın, bense Leylâ’ma! Dolayısıyla ikimizin de yolları farklı. Sen benim yolumu kesiyorsun, ben de senin yolunu! Biz bu hâlde yoldaşlık edemeyiz. Sen fânî bir tene âşıksın, bense ebedî bir cana… Bu yüzden ayrılmamız gerek!”
İLÂHÎ VE BEŞERÎ AŞK
Bu hikâyede Mecnun, “rûhâniyet”i; deve ise “nefsâniyet”i temsil etmektedir. Rûh, Hüsn-i Mutlak olan Allâh’a âşıktır, “nefs” ise dünyevî hevâ ve heveslere…
Gâfil bir insanın Rabbine karşı kulluk vazifelerindeki hâli de ekseriyetle bu misaldeki gibidir. Zira insanın rûhu mânevî zirvelere yücelmek için âdeta kanat çırparken, nefsi ise -tıpkı ayağa bağlı iri bir taş misâli- onu aşağılara çekmektedir. Dolayısıyla Rabbe vâsıl olmak isteyen bir kul, kendisine ayak bağı olan nefsânî takıntıları aşmak ve gönlünü Allah’tan uzaklaştıracak her şeyden arındırmak zorundadır.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 2, Erkam Yayınları