İlâhi Rahmetin Kuşatıcılığı
Zerre kadar bir çınar tohumunun münbit bir toprak vâsıtasıyla koca bir ağaç hâline gelerek kazandığı muazzam ihtişam gibi bizdeki tefekkür ve hissiyâtın Kur’ân’la beslenip güçlenmesi neticesinde ulaşılabilecek kalbî duyuş ve hakîkatler ne kadar muhteşemdir. Bu itibarla Kur’ân’ın, o bitip tükenmez feyzi ve yüce irşâdı olmasaydı tefekkür ve duygularımız, münbit topraktan mahrum, kuru bir tohum gibi kalırdı.
İnsanı kullukla mükellef kılan Cenâb-ı Hak, gökte ve yerde ne varsa hepsini ona âmâde kılmış ve bu kulluğu bir duygu derinliği ile yaşayabilmesi için insanı tefekkür istîdâdı gibi kalbî hassâsiyetler ile tezyîn etmiştir. Yine insanın îmânda kemâle ererek vuslata nâil olabilmesi için de “Üsve-i Hasene”, yâni “en güzel bir örnek ve rehber şahsiyet” sûretinde peygamberler gönderme lutfunda bulunmuştur.
GÖKLERDEN UZANAN YARDIM ELİ
Peygamberler vâsıtasıyla gerçekleşen ilâhî yardım, Âhir zaman Nebîsi ve onun vâsıtası ile bütün beşeriyete lutfedilen Kur’ân ile zirveleşmiştir.
Bu sebepledir ki üzerimizdeki bunca ilâhî nîmete ilâveten hem ümmet-i Muhammed’den olmamız ve hem de Kur’ân ile nasiplenmemiz sebebiyle Cenâb-ı Hakk’a şükür borcumuz sonsuzdur. Zîrâ zerre kadar bir çınar tohumunun münbit bir toprak vâsıtasıyla koca bir ağaç hâline gelerek kazandığı muazzam ihtişam gibi bizdeki tefekkür ve hissiyâtın Kur’ân’la beslenip güçlenmesi neticesinde ulaşılabilecek kalbî duyuş ve hakîkatler ne kadar muhteşemdir. Bu itibarla Kur’ân’ın, o bitip tükenmez feyzi ve yüce irşâdı olmasaydı tefekkür ve duygularımız, münbit topraktan mahrum, kuru bir tohum gibi kalırdı. Dolayısıyla biz kullar için Kur’ân sâyesinde gerçekleşen ilâhî ikrâmın yüceliğini ve sonsuz azametini idrâk etmekten daha büyük bir nîmet olamaz. Bu gerçeği; uzay çağı olan şu yirmibirinci asırda ilâhî tebliğden mahrum ibtidâî kavimlerin tefekkür ve tahassüste ortaya koydukları seviyesizlik, daha da bâriz bir şekilde göstermektedir. Hâlâ muharref dinlere mensup milyonlarca insanın, hattâ taştan mâmul Buda heykellerine tapan Budistlerin, âciz bir hayvan olan ineği mukaddes kabul eden Hinduların ve böyle âciz varlıkları ilâh edinmiş bulunan milyarlarca insanların varlığı, üzerimizdeki Muhammedî nîmetin azametini kavrayabilmemiz için ne ibretli manzaralardır. Lâkin, bundan daha hazin olanı, îmân nîmetine mazhar olup da araya giren nefsânî ve dünyevî birtakım sebepler ile hakkın gür sadâsına karşı dehşet verici bir sağırlık içinde bulunmaktır. Her devirde mevcûd olan böyleleri için Kur’ân-ı Kerîm:
“Onlar sağır, dilsiz ve de kördürler…” (el-Bakara, 18) buyurmaktadır.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Son Nefes, Erkam Yayınları, 2013