İlahi Sırlara Nasıl Vakıf Olabiliriz?

Yaratılıştan bugüne Allah'a inanan kullar, ilahi sırlara vâkıf olabilmenin yollarını aradı. Peki hakikatte ilâhi sırlara nasıl vâkıf olabiliriz?

İnsanoğlu yaratılışı gereği ilâhî sırlara vâkıf olma ve melekî hasletlere doğru yükselme yeteneğine sâhiptir. Bu ise “..Benimle bakar, benimle duyar, benimle tutar ve benimle yürür..” hakîkatini yakalamakla mümkündür.

MÜŞAHADE NEDİR?

Müşâhede; hâl sâhibi olarak metafizik alana, görerek şâhitlik etmek demektir. Bir tasavvuf terimi olarak müşâhede; Allah’ın âlemlerdeki zuhûr ve tecellîlerini görme anlamına gelir. “Göz oldur ki Hakk’ı göre, yol oldur ki doğru vara, kulak oldur ki Hakk’ı duya..” derken Yûnus bu sırra işâret etmektedir.

Kelime olarak bir şeyi gözle görerek Hakkı bulma hâlidir. Şe-He-De kökünden; göz ve basîretle görerek hazır olmak, gördüklerini aynıyla anlatmak ve aktarmak demektir. “Başka bir vâsıtayla değil, eşyânın varlığını ve olayın vukûunu bizzat görme ve işitme yoluyla bilmek” demektir. Ğâib’in zıddı olarak kullanılır. Başka bir vâsıtayla bilinen şeye şehâdet denmez, “delâlet” denir. Şâhitlik ise bir şeyi görüp itiraf etmektir. Bilinmeyen ve görünmeyen şeyde şâhitlik olmaz.

“İNSAN KULAKTAN İBÂRETTİR”

Gözün ve görmenin Batı’ya, kulak ve duymanınsa Doğu’ya ait bir bilgi kaynağı olduğu ve buradan Batı ile Doğu arasındaki bilgi kaynaklarının farklılığı ortaya çıkar. “Dinle, kulak ver” diye başlayan Mesnevî’de Mevlânâ; “İnsan kulaktan ibârettir. Gerisi cesettir.” derken, sağır olmanın aynı zamanda dilsizliğe ve cehâlete sebep olacağını vurgulamıştır. İmâm-ı Gazzâlî ise İhyâsı’nda İlim yoluna girmenin ilk şartının dikkatle dinlemek olduğunu, dolayısı ile ilme dinleme eğitimi ile başlamanın gerekliliğini savunmuştur.

Bizler mûcizelere bakarken, konuya hep peygamberler tarafından yaklaşarak bakıyor ve bize göre imkânsız gibi görünen hârikulâde olayların, onlar elinde nasıl kolayca zuhûr ettiğini imrenerek ve ibret alarak dinliyoruz. Mûcizelere bir de bu taraftan yaklaştığımızda daha farklı değerlendirmelerin, kendi kendimizi hesâba çekmede, murâkabe ve müşâhedede bizleri derinden etkileyen hikmetleri ve gerçekleri görüyoruz.

KUDRET İNSANI NE HÂLE GETİRİR?

“Câmid” donmuş demektir. Mahşere kadar sabret. Donmuş dediğin cisimlerin nasıl hareket ettiğini seyret. Hz. Mûsa’nın elindeki asâ nasıl ejderhâya dönüştü? Âlemi var buna göre kıyâs et! Ahşaptan bir asâyı yılana dönüştüren kudret; bir avuç toprak olan senin varlığını nasıl farklı bir cisim hâline getirir? Bütün toprakları ve cansız bildiğimiz donmuş cisimleri, bilgi ve anlayış sâhibi bilmek gerek. Bunların hepsi bu âleme göre ölü, fakat hakîkat âlemine göre diridir.

Bunu anladığımızda asâ, bize yılan kesilir. Dağlar ses verir, Dâvûd’la berâber dağlar Zebûr okur, ağaçlar etrâfında sevinçlerinden semâ’a girer ve ilâhî okurlar. Demir avucunda mum gibi erir. Rüzgâr Süleyman’ı taşır, deniz Mûsâ ile konuşur. Ay, Ahmed-i Muhtâr’ın emrini anlar, fermânına uyar ve şak diye tam ortasından ikiye ayrılır. Ateş İbrahîm Halîl’e ağustos gülü olur. Toprak Kârûn’u yılan gibi yutar. Hannâne direği akla fikre sâhip olur Peygamberden ayrılığın ızdırâbı ile inler. Taş, Ahmed’e selâma durur. Dağ Yahyâ’ya haber yollar.”

HER ZERRE ALLAH’IN BİRER ASKERİDİR

Yerdeki ve gökteki her zerre, hesap günü Allah’ın birer askeri ve şâhididir, Yeri gördün ya Âd Kavmi’ne ne yaptı? Suyu gördün ya Tûfan’da neler etti? O Nil, Firavun’un başına ne işler açtı? Bu yeryüzü Karûn’a neler gösterdi! Ebâbil kuşları fillere neler etti? Küçücük bir sivrisinek Karûn’un mağrûr başını nasıl yedi?

Davûd, eliyle koca kayayı kaldırıp yere atınca, taş tam altı yüz parçaya bölündü ve ordu korkusundan dağılıverip bozguna uğradı. Lût’un düşmanları üzerine taşlar yağdı da nihâyet kara su, onları dalgalar arasına alarak boğuverdi.

Âlemdeki cansız denilen cisimlerin peygamberlere yaptığı yardımlar, onlarda saklı bir aklın, dilin, gözün ve kulağın varlığına delâlet etmektedir. Seni kuşatan duvarları, bastığın yerleri; deli, kör, sağır ve dilsiz zannetme. Attığın her adımı, söylediğin her sözü buna göre ayarla.

ALLAH’IN DAĞDA TECELLİ ETMESİ…

“Mûsâ ta’yîn ettiğimiz vakitte randevusuna gelip Rabbi O’na kelâmıyla iltifatta bulununca: “Bana kendini göster de sana bakayım dedi. O da; “Beni katiyyen göremezsin, ancak dağa bak, eğer yerinde durursa demek beni görebileceksin.” Buyurdu. Derken Rabb’ı dağa tecellî edince onu darmadağın ediverdi. Mûsa da baygın düştü…” (el-A’râf 7/143) Âyetinde ifâde edilen ilâhî tecellîye karşı dağın sergilediği tavır, onda yaşayan bir aklın, duyan bir kulağın ve gören bir gözün varlığına işâret etmektedir.

Kaybolan Muhammed’i her yerde arayan Hz. Halîme: “An olur rüzgâr bana hatiplik eder. Zaman gelir taşlar edep öğretir. Rüzgâr bana söz söyler.. Taş ve dağ eşyânın hakîkatini anlatır. Gâh olur gökyüzünün yeşil kanatlı melekleri çocuğumu kaparlar. Derdimi kime anlatarak ağlayıp sızlanayım.” diye feryâd eden vâlidemiz, bizlere ne söylemek istiyor?

GÖNÜL EVİNİN GİZLİ KOMŞULARI VARDIR

Gönül evinin gizli komşuları vardır. Pencereden ve duvardaki delikten bizleri görüp gözetir, sırları anlarlar. Ev sâhibinin hiç bilmediği bir delikten, gizli kamera gibi her şeyi görüp kaydederler. Doktorlar, nabzı ta’kîp ederek, küçük abdest ve kan tahlilleri yaparak hastalığımızı teşhîs ediyorsa, Gönül doktorları da mürîdin yüzünden, sesinin tonundan, gözünün renginden din ve gönül hastalıklarını anlarlar. Titreyen dudaklar, sararan benizler sorgu odasında sır vermezler mi? Eğri duygu, eğriden başka bir şey göremez.

Onun önüne ister eğri gel, ister doğru gel fark etmez. Kimde şaşı göz varsa bil ki o asla tek göremez.

“Haberiniz olsun ki, Biz her şeyi bir kaderle yaratmışızdır. Emrimiz (işimiz, buyrultumuz) yalnız bir tekdir, göz açıp yumma gibidir! Andolsun ki, emsâlinizi hep helâk ettik, fakat hani düşünen. Bununla berâber işledikleri her şey (satır, satır) defterlerde kayıtlıdır. Küçük, büyük hepsi satırlara geçmiştir.” (el-Kamer, 54/49-53) “Herkes için önünden ve arkasından takip eden melekler vardır, onu Allah’ın emriyle gözetirler (ve yaptıklarını tek tek kayıt altına alırlar.)” (er-Ra’d, 13/11)

Âyetlerinde ifâde edildiği gibi bütün harekât ve sekenâtımız, ister melekler, ister organlarımız, ister duvarlar ve toprak tarafından diyelim satır satır kayda alınmakta, Din gününde delil olarak kullanılmak üzere saklanmaktadır.

BIRAKTIĞIN PARMAK İZLERİ SENİ ELE VERİR

Elin, ayağın, içindeki sakladığın şeylere bu âlemde de şehâdet eder. Bıraktığın parmak izleri, ve göz izi seni ele verir. İnandığın ve yaptığın şeyleri söyle, gizleme! diye herkesten sakladığını sandığın gönlündeki sır başına dikilir. Hele kızdığın ve duyduğun derin pişmanlık ve utanç anı var ya o zaman dilin çözülüverir her şeyini itiraf ediverirsin. İşlediğin zulüm ve cefâ, bu âlemde senin başına dikiliyor, sanki bu iş için başına dikilmiş bir memur gibi haydi ey el, haydi ey ayak yaptıklarını söyle, beni meydana çıkar, yoksa ben söyleyeceğim diye sana şantaj yapıyor ya.. Buna göre düşün ve davran.

ALLAH YERE GÖZ VERMEMİŞ OLSAYDI…

Allah yere göz vermemiş olsaydı o, Âd Kavmini nasıl tanır da ayırt ederdi? Mü’minle münâfıkı nasıl fark ederdi? Nemrut’un yaktığı ateşte göz olmasaydı, Halîlullah’ı nasıl tanır da ona saygı gösterir ve gül bahçesine dönerdi? Nil’in gözü olmasaydı, Kıptî ile İsrâiloğullarını nasıl tefrîk edebilirdi?

Dağda, taşta ve ağaçta göz ve görüş olmasaydı nasıl Dâvûd’a yâr olurlardı? Bu yeryüzünün can gözü yoktu da Karûn’u nasıl tanıyarak içine çekti de yuttu? Hannâne direğinin gönül gözü olmasaydı Ahmed-i Muhtâr’ın ayrılığını anlayabilir miydi?

Kırık taşlar görmeselerdi, avucunun içinde Hz. Peygamber’in risâletine kelime-i şehâdet getirerek nasıl şâhitlik ederlerdi? Kıyâmet günü bu yeryüzü görmeseydi, iyiye kötüye nasıl şâhitlik ederlerdi? Hâlbuki ağzın susturulacak, hâlini organların anlatacak, yaptıklarını tek tek söyleyecekler! “Bugün ağızlarını mühürleriz de neler kazanıp neler yaptıklarını bize elleri söyler, ayakları şâhitlik eder.” (Yâsîn, 36/65) Âyeti bu husûsu ne güzel açıklamaktadır.

MAHŞER GÜNÜ BÜTÜN GİZLİ ŞEYLER AÇIĞA ÇIKAR

Mahşer günü bütün gizli şeyler açığa çıkar. Her suç dile gelerek sâhibini rezîl eder. El ayak dile gelir. Hakk’ın huzûrunda işledikleri kötülüklere şâhitlik eder. El ben şöyle çaldım der, dudak ben şöyle sordum der. Ayak ben şehvete şöyle koştum diye tanıklık eder. Göz harama nasıl baktığını, kulak haramı nasıl dinlediğini anlatır. Bu yüzden Hayâ; Kişinin Allah’tan ve insanlardan önce kendinden ve organlarından utanması şeklinde tanımlanır. Öyle hareket et ve öylesine dürüst yaşa ki, bütün organların dilsiz, dudaksız senin kemâline şehâdet etsin.

İBADETLER KULLARIN LEHİNE TANIKLIK EDECEK

Allah’tan korkmana ve cömertliğine şâhitlik edecek ibâdetlerini düşün! Tuttuğun oruç, kıldığın namaz ve verdiğin zekât sana tanık olacak. Oruç diyecek ki; Bu adam benimle helâlden bile kaçındı. Sen yeme-içmeden kesil dedin kesildi. Sen iftar vaktinden önce yemeyin dedin o yüzden bütün açlığı ve susuzluğuna rağmen sofraya elini bile uzatamadı. Böyle olan birinin harâma ulaşmasına ve bulaşmasına imkân yok.

Zekât diyecek ki; Bu adam alın teri el emeği ile kazandığı kendi malını Allah için dağıtıyor. O başkasının mallarını nasıl çalacak? Çalamaz diyerek seni tezkiye edecek. İş ve söz insanın içinin şâhitleridir. Bu ikisine iyi bak ta içini anla!

Şâhitlik gizlenen gerçekleri ve sırları açıklamak değil midir? Tanık olduğun olayları olduğu gibi anlatmak ve aktarmak değil midir? Sözü doğru söylemek söze, ahdi korumak ve verdiği sözde durmak ta işe ait şâhitliktir. Söz şâhidi eğri ve yanlış söylerse, iş şâhidi eğri-büğrü yürür, şaşkın-şaşkın koşarsa şâhitlikleri reddedilir. “Gece söken gündüz diken”, sözü ve işi birbirine uymayan şâhidi kim dinler? Nebîler ve Velîler iş ve söz ustalarıdır. Bunlara bakarak kalplerin içini, niyetlerinizi bile görürler. Kemâle giden yolda,“Beden dertlerinizi tabîbe, gönül dertlerinizi habîbe” giderek tedâvî ettiriniz.

Kaynak: Prof. Dr. İrfan Gündüz, Altınoluk Dergisi, Sayı: 349

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.